AG FİNAL PART 1

Ve sona geldik işte 🥹 Bir Akşam Güneşi saati ☀️

☀️☀️☀️

*4 AY SONRA*

“Zühre!” diye seslendi Memet merdivenlerin başından. 

“Geliyorum,” dedim ağzı açık valize çocukların zıbınlarını sıkıştırırken. 

Sesim ona gitmemiş olacak tekrar seslendi. “Zühre!”

“Nedir abinin bu telaşı?” dedim kol çantamın içindekileri yatağa döküp bir şey arayan Zelal’e.

“Terminalden anneni de alacak ya.”

“E o daha binmemiştir bile,” dedim valizin içi karışmasın diye elimle düzlerken. “Ne diye iki ayağımı bi pabuca sokuyor?”

“Kendisine sor,” dedi kapıyı işaret edip. 

Memet odanın kapısına dayanmış, son derece sinirli duruyordu. “Ben sana seslenmiyorum?”

“Baban da duymuştur ki sen bana sesleniyorsun!” dedim bezginlikle kendimi yatağa bırakırken. Ayakta durmaktan belim ağrımıştı. Yatağın üzerinde kalan çorapları aldım eşiyle birbirine geçirip valizin içine atmak için. “Şunlar son.”

“Zühre herkes aşağıda,” dedi Memet eşlediğim çoraplara sırası mı der gibi bakarken. “Diğer evde çorap yok mu?”

“Onları daha yıkamadım,” dedim tüm çorapların eşlerini birbirine hızlı hızlı geçirirken. 

Memet girdi içeri. Çorapları önümden alıp valize tıkıştırıp ağzını kapattı. “Gel evde halledelim kalanı. Millet kapıda kalacak.” 

“İyi, kaldır beni,” dedim koluna asılıp beni çekip kaldırması için. Ayağa kalkınca dibinden çekilmedim geri. “Kızdın mı sen bana?”

“Niye kızayım?” dedi gayet de kızgın bir sıfatla. “Topladın başıma yine tüm kalabalığı.”

“Yeni evimizin ilk yemeğidir Mem,” dedim şirince bir seste. “Gulazer halayı çağırmasam olmaz, küser. Annem yolda geliyor. Mir’in nenesi çağırmasam ona günah. Mori hala soğuktur beni yola koyma demese onu da çağırmak gerekti daha. E halanları çağırdım, amcamlar geliyor diye teyzenlerle dayınlara haber etmesek taraf tutuyor diyecekler.”

“Tamam Zühre, tamam,” dedi elini valize atıp. “Ama ben sana herkesi aynı gün çağırmayalım dedim.”

“Öyle de ilk gün çağırmadığımız küsecek,” dedim suç bende değil der gibi. 

“Valla teyzemler şu ara küskünlüklerde zaten,” dedi Zelal de arkadan destek atıp. “İlk gün yemeğe çağırmasanız ortadan çatlayacaklar.”

“Sen ne yapıyorsun?” dedi Memet yatağın üzerine saçılı çantama bakarken. 

“Bir şey arıyorum,” dedi Zelal bulamamış gibi geri toplarken. Memet ona da kızmadan evvel elini kaldırdı. “Hiç bağırma. Ben ardınızdan Hozan abimle geleceğim.”

“De hadi o zaman!” dedi Memet hızlıca toparlansın diye. “Babamlar kapıda bekliyor.”

Kolunu hafifçe okşamak için tuttum. “Sen niye streslisin bu kadar?” Elindeki valize uzandım. “Gidiyoruz işte.”

Valizi geri çekip beni sırtımdan destekledi. “Montun nerede? Soğuk dışarısı.”

“Mir’in diş çıkartırkenki stresi senin taşınma stresinden daha çekilirdi,” dedim aralık kapıyı ittirip açarken. “Zelal çantamı sen getirirsin.”

Çıkıp kapıyı ardından çekti Memet. “Stresli değilim Zühre. Zamanında çıkmıyorsunuz. Herkes bi’ yerde.”

“E çıkıyoruz ya,” dedim merdivenlere gidip trabzanlarına tutunurken. “Yaşlanınca babandan daha huysuz bir adam olacaksın sen valla.” Valizle peşimden gelirken cevap vermedi. Omzum üstünden dönüp baktım sinirden mi sustu diye. Güldüğünü görünce güldüm istemsizce. “Ne?”

“Babamın ne huysuzluğunu gördün sen?”

Basamakların orta yerinde durdum. “Babana mı huysuz dedim?” Dediğim bir parça oraya çıkıyor gibi duruyordu da kabul etmeyecektim. “Keşke baban gibi sessizce çıkıp kapıda beklesen. Ben sana huysuz demişim.”

“İki kere seslendim Zühre. Ne demişim başka?” dedi çıkıyoruz diye siniri dinince. 

Lafı daha da uzatırdım da aniden çişimin geleceği tuttu. Memet aşağı inecekken durdurdum. “Siz arabaya binin de ben lavaboya çıkayım.”

“Şimdi mi?” dedi yine çıkacağız diye tutturacak gibi. 

“Şimdi Memet!” dedim ben de sinirlenirken. “Ne yapayım? Bir ton meyve yiyoruz oğlun için. Çişimiz gelmiş!” dedim ardımı dönüp indiğim birkaç basamağı hızlı hızlı çıkarken.

“Yavaş çık!” dedi arkamdan. 

“Altıma kaçıracağım,” dedim bir hışım odama girerken. 

Zelal dolapları karıştırıyordu bu sefer. Beni görünce açık çekmeceleri kapadı hemen. “Siz gitmediniz mi?”

Kendimi doğruca banyoya attım kapıyı tam kapatamadan altımda ne varsa indirip çişimi salarken. “Ne karıştırıyorsun sen orada?”

“Kapı açık mı işiyorsun yenge?”

Elimi kapıya vurup kapadım. Gebeliğin ilk aylarındaki bulantılarından çok şu birkaç haftadır idrar kesemin baskıya dayanamaması zorluyordu beni. Çocuk gibi altıma kaçıracağım korkusuyla koştur koştur kendimi tuvaletlere atıyordum. 

Son aylarda da değildim Dicle gibi. Karnım belki şimdiden onunki kadar şişkin duruyordu ama kilonun çoğu benimdi. Bebeğim ayına denk gidiyordu. 

Benim kilo almamın sebebi Baver’in gece yemelerine oturmam, Hozan’ın sürekli meyve yemesine eşlik etmem, kızlarla çayın yanına ne bulursam yememdendi. Kerem’de bu kadar hızlı kilo almamıştım. Nasıl vereceğimi Allah bilirdi.

Lavabodaki işimi halledip çıktım odama. “Ne arıyorsun sen karış karış?”

Zelal yalnız olmamıza karşın sesini alçak aldı. “Sosin yengem geldi ya. Sizin valizlere bir şey sıkıştırdı mı diye bakıyorum.”

“Ne sıkıştıracak?” dedim Zelal’in bir şey aradığını bahane edip kol çantama kadar niye didiklediğini anlarken. 

“Büyüdür, muskadır, bilmem artık. Ben hepsine bakayım da içim rahat etsin.”

“O kadarını da yapmaz,” dedim ama dediğime ben bile emin değildim. “Baktın mı her yere?”

“Baktım, baktım. Temiz,” dedi çantamı koluma takıp. “Sen git. Son bir raf kaldı, bakıp geliyorum.”

“Oyalanma çok. Abin çıkıp kızmasın yine,” dedim kapımı açarken. 

Daha odadan çıkmamıştım ki Hozan’ın odasının kapısı çarpılmıştı birden. “Buraya gel!” diye bağırmıştı birine.

“Gelmiyorum!” diye ondan yüksek sesle karşılık veren Nalin’di. “Ne yapacaksın?”

Yine birbirlerine mi düşmüşlerdi? Artık tüm evi canından bezdirmişlerdi! Dertlerini de anlamıyorduk ki. Arkadaşlar diyeceğiz daima alt alta üst üste birbirlerini boğazlarken buluyorduk. Yok anlaşamıyorlar uzak dursunlar diyeceğiz bu defa tüm gün birbirlerinin peşlerinde gidip geliyorlardı. 

Aşıktırlar desem onu da inkâr ediyorlardı. Kendi hallerine bıraksam çocuk gibi birbirlerinin gözlerini çıkaracaklar diye korkuyordum. 

Kapının dışına kadar atan ne dedikleri anlaşılmaz bağırışları sustuğunda biri birine bir şey yaptı korkusundan ayırmak için kapıyı açıp daldım odaya. 

Gördüğümle elim kolum kapıda kalakaldım. Hozan yatağının üzerinde uzanır gibi oturmuş, Nalin de kucağında yakasına yapışmış, dudakları neredeyse değdi değecek haldeydiler. 

“N’apıyorsunuz?” dediğim gibi Hozan kızı üstünden indirecek olmuş, Nalin de ayağa kalkmak için kendini yere atacak olmuştu. Birbirlerine dolandılar. 

Nalin saç baş birbirine girmiş halde ayağa kalkar kalkmaz eliyle Hozan’ı gösterdi. “Yenge bu kaynın benim peşimi bıraksın!”

Elim aralık kalmış ağzımı bulmuştu. Hozan’a baktım. 

Elinin tersiyle ağzında bir şey var gibi silen Hozan. “Sen gördün! Kim kimin üstündeydi yenge?” dedi küfredecek gibi. “Asıl o benim peşimi bıraksın!”

Nalin dönüp Hozan’ın göğsüne vurup yatağa düşürdü. “Sen düşürmedin mi beni üstüne?!” Bana döndü şikâyet eder gibi. “Benim bu kazanovayla hiçbir alakam yok! Olamaz!”

“Sen nasıl bir yalancısın Bülbül?” diyerek kalktı yataktan Hozan. “Neredeyse dudaklarıma yapışacaktın seni öpeyim diye!”

Evin barkım başıma yıkılacak sandım.

“Neymiş ne?!” diye bağırdı Nalin, kulağım zarını delecek sesiyle. “Seni var ya…”

Birbirlerine yaklaşmalarından evvel bağırdım. “Uzak durun!” Elimi Nalin’e attım. “Gel yanıma!”

“Ya yenge…” diyecek oldu Hozan. 

Nalin’in elini tuttuğum gibi susturdum onu. “Sus Hozan! O ne haldi sizi görmüşüm?” İkisi de aynı anda açıklama yapacak oldu. Dinlemedim onları. “Şu kapıyı ben değil başkası açsaydı ne sanacaktı sizi?” Hozan’a baktım dediğimi anlayacak o diye. “Abinler görse sana ne yapacaktı?”

“Onlarlık bir mevzu yok!” dedi Hozan elini saçlarına atıp geriye iterken. 

“Yooo, var!” dedi Nalin ardıma geçip. “Zorla beni öpmeye çalışıyordu diyeyim mi Memet abiye?” 

Ağzım şaşkınlıktan açılırken döndüm Nalin’e. Vallahi bunlar evimi barkımı önce yakıp sonra başıma çalacaktı.

“Ne zorlaması?” diye bağırdı Hozan gözleri ardına kadar açılırken. Bana baktı hemen. “Yalan söylüyor yenge. Ben peşinden…”

“Tamam, sus!” dedim onlara ne diyeceğimi bilemediğimden. İkisi de birbirinden beterdi. “Bülbül benimle geliyor. Sen de aşağı Hozan! Babanlar bekliyor.”

“Bizim konuşacağımız bir şey…” diye sözle başladı Hozan. O sıra Memet kata gelmiş bana seslenmişti. 

Hozan hızlıca ağzını silip yatağın üstünü düzeltmeye başladı. Nalin de elini saçına vurup düzleştirmeye başladı. “Memet abi!” diyerek çıktı odadan. 

“Yenge şunu tut!” dedi Hozan telaşla. 

Ardımı dönmüştüm ki Nalin Memet’in karşısında durmuş çocuk gibi sağa sola dönüyordu. “Abi ben sizin arabayla geleyim mi?”

“Gel,” dedi Memet ona. Sonra bana döndü kızacak gibi. “Seni beklemiyoruz aşağıda?”

Hozan ardımdan seslendi. “Abi Bülbül sizin yerinizi daraltmasın hiç. Bizim araçta…”

“Kim sana sormuş?” dedi Memet bir sinir kardeşine. “İn aşağı! Eşyaları getireceksin.”

Nalin Memet’in ardına geçip elini göğsüne sürtüp ağzının içinden “Oh, canıma değsin,” diyordu sessizce. 

Ben bunları gerçekten anlamıyordum. Şimdiye dek tüm sürtüşmelerini bir saysam bu defa neredeyse öpüşecekleri halde görmüştüm. Aralarında bildiğim bir şey olmasa bile bilmediğim bir şey kesinlikle vardı. 

“Bülbül gir koluma,” dedim yamacıma alıp aşağı indirirken. Memet ardımdan Hozan’ı azarlarken fısıltıyla sordum. “Yengecim siz öyle ne yapıyordunuz? Biri görse…”

“Keşke görseler de Ozan’ı tepetaklak etseler,” dedi anlayamadığım bir sinirle. “Gerçi ben ona ne yapacağımı biliyorum.”

Kapının önünde bekleyen kayınpederlerimi görünce ne yapacağını soramamıştım. Karnım belli oluyor diye üstümü yanlardan çekiştirdim, önüme kapadım. 

Xezal bizim arabanın arka kapısına yaslanmış, elinde kabanımla bekliyordu. Beni görünce giymem için uzattı. “Çocukları sen mi indirdin?” dedim arkaya oturtmuş, kemerlerini takmış olduğunu görünce. 

“Baver abi bindirdi. Ben de ağlamasınlar diye başlarında bekliyordum.” Nalin’e konuştu. “Bülbül sen bizimle mi geleceksin?”

“Yok. Ben o arabaya binersem Hozan uçuruma sürer,” dedi Nalin alayla. “Size yazık olur. Ben yengelerle geleceğim.” Kerem’e uzanıp bacağını ittirdi. “Kay yakışıklı.” 

Nalin binince kapıyı üstünlerine kapadım. Esme de kendi valiziyle arkadaki araca biniyordu. “Evde annenle Gönül mü kalıyor tek?”

“Ben de kalacaktım da abimler…”

Kolundan tuttum hemen. “Sen kesin geleceksin Xezal,” dedim geride kalmaması için. “Hatta geç yerine otur şimdiden. Annenle birbirimize girmeyelim hiç.”

Baver’in arabasının ön koltuğuna Koçer amca oturmuştu. Arkada Halime Hanım, Xezal ve Dicle olacaktı. Hozan dün geceden yapılan yemek tencereleriyle birkaç parça valizi transite koyup Esme, Zelal ve kayınpederimle birlikte peşimizden gelecekti. 

Memet herkese kızmasının üzerine evden çıkan son kişi olmuştu. Kapıyı çekip kapadı. Kapıdaki adama bir şeyler deyip sonunda bindi arabaya. Kemeri karnımın üzerinden zor bela geçirirken Memet camı aralamıştı. “Ne selektör yapıyorsun?” diye bağırdı Baver’e. 

“Sinirli misin diye,” dedi Baver kornaya basıp. “Sinirlisin belli ki. Sen bas git. Biz yetişeceğiz.”

“Sabır,” diyerek kapattı Memet camını. Arkaya dönüp çocuklara baktı. “Eksik var mı?”

“Bava, düt!” dedi Kerem onun da kornaya basması için. 

Memet dönüp kornaya bastı harekete geçerken. Kerem bir daha bassın diye düt düt diye bağırmaya başladı. Mir de arabada hafif mayışmış olmasına rağmen Kerem’i tekrar ediyordu ayaklarını sallayıp. “Dü, dü, dü…”

“Alın size dü düt,” dedi Memet önümüz boşken bir kez daha kornaya basıp. “Bu son. Başka yok.”

Ardımızdan Baver’le Hozan kornalarına basmaya başladılar peş peşe. Çocuklarla Nalin dönüp baktı onlara. “Abi durup Hozan’ı dövsen keşke,” dedi Nalin Hozan’ın arabasına doğru el sallarken. 

“Az kaldı,” dedi Memet. Araladığı camdan eliyle bir hareket yapıp susturdu kardeşlerini. Camı hemen kapattı. “Anneni bi ara. Varmışlar mı terminale?”

“Esme aradığında yeni binmişti,” dedim sırf annem tek başına geliyor diye endişelendiğini bildiğimden. “Boşa kızıyorsun herkese. Yetişeceksin.”

“Memet abinin bir gün bile boşa kızdığını görmedim,” dedi Nalin arkadan. Kemer karnımı sıkmasın diye tam dönemeden baktım yüzüne. “Sen hariç tabii. Sana da kızıyor sayılmaz.”

“Sen bugün çok konuşma istersen,” dedim Mir’in üstünü terlemesin diye biraz açmak için uzanırken. “Biz seninle eve gidince görüşeceğiz.”

“Memet abi!” dedi hemen cıvıl cıvıl bir sesle. “Müzik açabilir miyiz?” diye sordu ön koltuğa yapışıp. Sanki konuşulacak bir mesele hiç yoktu. “Zühre yenge istiyormuş da.”

Diğer araçlar ışıkta kalırken biz devam etmiştik. Memet radyonun tuşuna bastı. Çıkan ilk şarkıyı Nalin melodisinden hemen tanımış, ellerini çırpmaya başlamıştı. “Memet abiden aşk itirafı gibi şarkı Zühre yengeye.”

Elimi arkaya öylesine salladım. “Deli deli konuşma.”

Memet sonraki kırmızı ışıkta durduğunda elini direksiyondan indirmiş, ardına yaslanıp yüzünü bana dönmüştü. Sanki bugün onu en az beş altı defa sinirlendirmemişim gibi gülümsedi. Daha evvel duymadığım yabancı bir şarkının en güzel yerinde gülen yüzüyle içim dışım kapıldı rehavete. Ardıma yaslandım ben de. O sevdiğim bulanık mavilerini izlerken dinledim güzel bir aşk şarkısını. 

“Bir şey diyeyim mi?” dedi Nalin iki koltuğun arasından başını hafif çıkarıp. “Çok romantiksiniz.” Radyoya uzanıp sesi yükseltti. “Biz arkada uyumuşuz gibi şey yapın.”

Memet’le aynı anda güldük dediğine. Işık değişince müziği alçalttım, Memet de sürdü. Yol öyle uzun değildi. Sonraki şarkı bitmeden, varmıştık bile. 

Sanki günlerdir temizliğidir, yerleştirmesidir defalarca gelmemişim gibi hevesle baktım evime. Bu kadar hızlı biteceğini düşünmüyorduk biz de. Bebek haberini Devran abi duyunca evin tüm mobilyalarını onun hesabına yazmamızı söylemiş meğerse. Memet kabul etmemiş. Devran abi çıkıp Baver’le Hozan’ı döveceğini söyleyip zor ikna etmiş. Tabii biz bunu tüm mobilyaları yaptırdıktan sonra öğrenmiştik. Öncesinde bilsek herhalde daha az masrafa girmeye çalışırız diye bekletmişti. 

Ben şükürdardım halimize. Evim tam gönlüme göre olmuştu çünkü. Bahçenin her yanı yeni biçilmiş çimlerle doluydu. Çitlerin önüne birkaç ağaç fidesi dikmiştik büyüdükçe yol tarafını kapasın diye. Demir kapıdan evin kapısına kadar yürüyecek alan kadarını mermerle kaplamıştık sadece. 

Mir’i kucağıma alarak indim araçtan. Her gelişimde olduğu gibi besmele çekip attım adımlarımı sınırdan itibaren. Memet de Kerem’i almıştı. Nalin radyodaki şarkıyı kayıt cihazına aktarınca peşimizden geleceğini söyleyip inmemişti hemen. 

Memet’le bir geçtik bahçemizden. Esasında iki kat olması gereken, çatı ve teras sayesinde üç kat gibi duran evime baktım içimi çekip. “Hayallerimdeki gibi,” dedim içimi hoş bir his gıdıklayacakken. 

Memet Kerem’i kapının önüne indirip anahtarla açtı kapıyı. Kerem temiz ayakkabılarıyla içeri fırladı hemen. Memet anahtarı kapının iç tarafındaki minik askıya astı önce. Ben hem Mir’den hem de karnımdan dolayı eğilemeyeceğimden, önümde eğildi ayakkabımı çıkarmak için. 

Tam o anda Kerem şu ara huy ettiği şeyi yaptı. Kapının ardına geçip hiç beklemediğimiz anda itip kapattı.  

Kucağımda Mir’le atıldım kapıya. “Kerem! Eşek! Aç kapıyı!”

Arka taraftan güldüğünü duyuyordum ama bizi beklemeden koşup kendini merdivenlere mi atar, mutfağa geçip evi mi yakar bilemediğimden bir korku almıştı içimi şimdiden. “Memet! Anahtar içeride!”

“Balkondan girerim. Telaş yapma,” dedi Memet evin arka tarafına dolanırken. 

Ben kapının önünden ayrılamadım. Kerem’e seslendim ki o da kapının arkadan ayrılmasın. Biraz sonra sesi kesilir oldu. “Memet!” dedim telaşla. “Memet içeri girdin mi?”

Nalin koştu yanıma. Mir’i aldı kucağına. “N’oluyor?”

“Kendini kesecek, yakacak, düşecek bir yerden!” dedim bir elim karnımda diğer elim kalbime dayanırken. 

“Nasıl öyle şeyler yapsın?” dedi Nalin savsakça. “Yine kendi kendine dramatik sahneler yazıyorsun. Bi’ sakin olur musun?” Kapıya vurdu parmağının eklemini. “Yakışıklı! Oyun oynayalım mı?”

Kerem arkadan kapıya vurmuştu elini. “Memet!” diye bağırdım. “Kapıyı üzerine düşürecek. Yetiş!”

“E yok artık,” dedi Nalin. “Evi de sırtlayıp kaçırsın.” Güldü dediğine. 

Ben gülemiyordum. Kalbim nasıl deli gibi çarpıyor, anlatamıyordum. 

“Memet,” dedim nefesim hızlanırken. Elimi kapıya koydum. “Aç şu kapıyı artık!” Başım dönecek oldu kapıldığım hararetten. Kabanımı çıkarıp atmak istedim yere. “Mem! Sesimi duymuyor musun?”

Kapı açıldı birden. Memet kucağında Kerem’le karşılamıştı beni. Birden ağlayasım tuttu. “Eşeğin oğlu seni! Öldüreceksin beni!” dedim Kerem’e bir sinir. Memet şaşırdı dediğime. Nalin kahkaha atmamak için ağzını kapadığında ne dediğimi ancak fark etmiştim. “Kendime dedim Mem. Eşek diye kendime dedim sinirden.” Ayakkabımı dışarıda bırakıp girdim içeri. “Size kurban olurum ben.”

“Abartma,” dedi Memet. Kerem’i yere indirdi. Üzerindeki kabanı, ayakkabılarını çıkardı. “Şimdi git bakalım!” Nalin’den Mir’i aldı. Onun da üstünü çıkartırken “Uyan baba,” dedi öperek. Mir farklı bir ortama geçtiğimizi görünce ağzındaki emziğini daha hızlı emerek uyandığını belli etmişti. Onu da yere bıraktı Memet. 

Mir ellerini yere koyup etrafa baktı. Kerem’in koşturduğu salonu bulunca oraya emekledi direkt. Memet ikisi yan yana gelene dek baktı arkalarından. Sonra bana döndü. “Ne lazımsa yaz bana. Birazdan çıkacağım.”

“Bi’ mutfağa bakayım,” dedim Nalin’in kolundan tutarken. “Hadi yardım et bana.” Mutfağa sokup kapıyı kapadım üstümüze. “O haliniz neydi sizin?”

“Hangi hal? Kimle?” dedi anlamazdan gelip. 

“Hozan’la,” dedim direkt. “Ben birbirinizi boğuyorsunuz sanıyordum.”

“Boğuyoruz da,” dedi tezgâha belini yaslayıp. “Birbirimizi öldürmeyelim diye arada salıyoruz sadece.”

Kapıya baktım istemsizce. “Memet görseydi Hozan’a ne yapardı biliyor musun Bülbül? Ya kayınpederim?”

“Duysunlar yenge,” dedi omzunu kaldırıp indirerek. “Ben o kaynından bıktım. Gelip bir temiz dövsünler. Benim de yakamı bırakır.”

Dibine girdim sesimiz hiç duyulmasın diye. “Bülbül dürüst ol bana. Hozan zorla mı öpecekti seni?” Öylesini yakıştıramıyordum ama bu kız da bize emanetti. “Sıkıştırıyor mu yoksa seni?”

“O kim ki beni sıkıştıracak?” dedi meydan okur gibi. “Kuduz köpek gibi dişlerini geçirmeye yer arıyor sadece. Tabii daha kim daha kuduz göremedi.”

“Allah’ım sen sabır ver,” dedim kendi kendime. “Bülbül. Sen vaziyetin ciddiyetini görmüyor musun yengem? Memet dövmekten beter eder kardeşini. Aranızda bir şey yoksa öyle yaklaşmayın birbirinize.” Emin olamadım ama ekledim. “Ha varsa da öyle bir şey… Kurban olayım kimse görüp duymadan var deyin. Memet’e diyeyim sizi…”

“Bizi ne?” dedi gözünü fal taşı gibi aralayıp. “Ben o kazanovayla aynı cümlede biz bile olmam.” Elini yüzüne gelen saçına atıp kulağının ardında tıkıştırdı. “Yanlışlıkla üst üste düştük. Sen de ona denk geldin yenge. O kadar!”

“Nalin,” dedim ismini bastırarak. “Benim çoluğum çocuğum var. Ben bilmiyor muyum kim kime nasıl yaklaşır, üstünde nasıl ne yapar?”

“Ay siz de yapıyor musunuz öyle şeyler?” dedi abartılı bir şaşkınlıkla. 

“Tövbe estağfurullah,” dedim ev halkının kalabalık sesi dışarıda duyulurken. “Bu mevzuyu konuşacağız!”

Geçiştirir gibi başını salladı. Tezgâhın üzerindeki su şişelerinden birini alıp içmek için açtı. O yudumunu içerken ben mutfağın kapısını açıp çıktım. Hozan araçtan tencereleri indirmiş, kapıya taşıyordu Baver’le. 

“Tatlı aldım lo,” dedi Baver beni görür görmez. “Sen sevinçten ağlarken mutlaka yersin.”

“Unut artık şunu,” dedim hangi tatlıyı aldı diye vestiyere bırakılan poşetleri karıştırırken. 

Nalin mutfaktan çıktı bir anda. “Hozan!” dedi elindeki şişeyle. Hozan ona bakınca aşağı yukarı çalkaladı tek eliyle. Diğer elinin parmaklarını şıklattı beraberinde. 

Hozan birkaç saniye dinleyip kapının sırtında ritmin birebir aynını tutturmaya çalıştı. “Hah ha!” dedi o ritmi bir şarkıya çevirecek gibi. 

“E o zaman,” dedi Baver vestiyerden çocukların berelerini alıp. Dizleri halay çeker gibi kırarken iki elindeki bereleri sallamaya başladı. “Hah! Ha!”

Zelal kapının dışında kalmıştı Xezal’la. Elindeki leğeni beline yaslayıp zılgıt çekmeye başladı. Xezal da alkışladı onlara gülerken. 

Memet oturma odasından çıktı seslerine. Oynadıklarını görünce kızmadı bu sefer. Kapıya yaslanıp izledi keyifle. Ben de neşelerine dayanamayıp alkışlamaya katıldım. Çocuklarım yetişti seslere. Kerem Baver’in yanında onunla oynuyor gibi zıplarken Mir emekler pozisyonda poposunu sallıyordu. 

Kahkahalarla güldüm şirinliklerine. Öyle ki gözümden yaş gelecek olmuştu. “Ağlattınız beni. Oldu mu?” dedim gözlerimin kenarını silerken. 

“Sen zaten bir dram bekliyordun,” dedi Baver bereleri kucağıma atıp. “Bundan sonra böyle güzel şeylere ağla.” Elini suratımın iki yanına koyup kafamı eğdi önce. Uzanıp yazmamın üstünden öptü. “Hadi yeni evimiz hayırlı olsun, Memetspor’la dolsun.” Yanından geçerken Kerem’in saçlarını karıştırıp Memet’e doğru bağırdı. “Mala te ava! Kurê te zava!*(Evin şen olsun! Oğlun damat olsun!)”

Tam başımı bıraktı diye yazmamı düzeltip kalkacağım dediğimde Hozan tutmuştu başımı bu defa. O da öptü yazmamın üstünden. “Huzurla, bereketle oturun. Güzel yemek yapınca beni mutlaka çağırın.”

“Bunları çağırdığın gün beni sakın çağırma,” dedi Zelal beline yaslı leğenle girip. Kısaca sarıldı bana. “Mutluluktan ağlamayı bile abartma.”

Xezal poşetleri ağır diye kapının girişine bıraktı. “Hayırlı olsun yenge,” dedi gülümseyerek. Yanıma çekip ben sarıldım ona. Benden geçen gidip Memet’i tebrik ediyordu aynı şekilde. 

Ağır ağır üç basamaklık yüksekliği çıktı Dicle. Göbeğinden ne o bana yaklaşabiliyordu ne ben ona. Önümden geçerken elimi tutup sıktı sarılmış olmanın niyetine. Memet’e başını sallayıp ayakta bekleyemeyip içeri geçti. Esme de en son kendi valizini sürüyerek geçmişti içeri. 

Büyükler bahçeyi yoklayıp gelmişti. “Li ser xêrê be*(Hayır üzerine olsun),” dedi kayınpederim girer girmez. Eline uzanıp öptüm. Yazmamın üzerinden öptü o da. Aynı şekilde Koçer amcanın eline uzanacaktım. O abdestliydi, yazmanın üzerine elini koyup geçti. 

En son Halime Hanım girdi içeri. Gözleri hüzünlüydü. Çaktırmamak için gülümsüyordu. “Hayırla, bereketle, çocuklarla, neşeyle…” diyerek kendi kendine geçti içeri. Memet’in önünden geçecekken dayanamayıp durdu. “Ka min ji te re çi got lawo?*(Ben sana ne demiştim ki oğlum?) Te çima mala xwe ji min dûr danî?*(Sen niye evini benden uzağa koydun?)”

“Anne gel da,” dedi Hozan Halime Hanım’a ardından sarılıp salona götürürken. 

Memet hiçbir şey demedi. Açık kalan kapıyı kapatmak üzere yaklaştı ki bir araç daha varmıştı. “Halamlar,” dedi kapının önündeki poşetleri alıp onlar gelmeden yolu açarken. 

Ben de çömelip basamaklardaki ayakkabıları toplamak istedim. Karnım yüzünden yavaşça çömelecektim ki Xezal koştu hemen. Beni kaldırıp kendi topladı, basamağın kenarına dizdi tüm ayakkabıları. O sıra Gulazer hala şalını etrafına sarmış, kolunda Asmin’le paytak paytak geliyordu. Eve yaklaşınca durdu. Asmin’in kolundan çıkmadan ellerini birbirine vurdu başını sağa sola sallarken. “Xwede şikir! Xwede şikir!*(Allah’a şükür! Allah’a şükür!)”

Mesut enişte karısına bağırmamasını söyleyip ondan evvel girdi içeri. Doğrudan Memet’e selam vererek salona geçti. Ben basamaklara inip halaya sarıldım hemen. “Kapının önünde bekliyordum seni.”

Hoşuna gitti de belli etmedi. “Vir derawan!*(Sizin yalanlarınız!)” dedi elimi tutup sıkarken. Avucuma bir şeyi bastırdığını hissettim. Hemen açıp baktım. Ev hediyesi olarak altın getirmişti. Ne yapsam almadı, üstüne kızıp içeri geçti. 

Ayakkabısını çıkarmak için geride kalan Asmin özellikle yavaştı ki kocası arabayı park edip ona yetişsin. Şiyar nihayet gelince içeri girip bana sarıldı Asmin. 

“Bu kadar mısınız?” dedim başka gelen yok mu diye artlarına bakınırken.

“Sercan, Civan’la evde kaldı,” dedi üzerindeki paltoyu çıkartırken. “Dün çok yapmıştım yemeği, onlara kadar ısıttım çıkmadan. Berzan da zaten Ürdün’dedir her zamanki gibi.”

Gitmeden Berzan’la Xezal’ı görüştüreceğim diye akla karayı seçmiştim. Ne yaptıysam birinden birini kaçırmıştım. Niye nasip olmuyordu onları denk getirmek, bir türlü anlamamıştım. Ta ki Asmin’le Şiyar’ın düğününe kadar. Orada bile ikisini yan yana getiremeyince anlamıştım ki kaçan Xezal’dı. 

Niye kaçtığını sormuştum. Kaçtığını inkâr etmişti. Belli bir şeyden gönül koymuştu Berzan’a ama ağzına demir parmaklıktı dişleri. Susuyor, anlatmıyordu. Düğün telaşı, ev telaşı, çocukların hastalıkları derken onunla hiç baş başa konuşamamıştım.

Neyseki şimdi evime yerleşmiştim. Bitmişti koşuşturmacam. Hazır kaçacağı bir Berzan da ortalıkta yokken köşeye sıkıştırıp, hamileyim üzülüyorum, diyerek kendimi acındırıp her şeyi anlattıracaktım. Sonra da Berzan’ın ilk gelişinde ikisini birbirinden habersiz evime davet edip karşılaştıracaktım. Kafama koymuştum. Gerekirse bu planıma Nalin de Dicle de Zelal de Asmin de yardım edecekti. 

Ben Berzan’la Xezal’ı birgün mutlaka yapacaktım!

Şiyar ayakkabılarını çıkarırken bahçenin ne kadar ferah olduğunu söyleyip elindeki tatlıyı Memet’e uzatmıştı. Asmin o ara koluma asılmış sudan çıkmış balık gibi kıpırdanıp duruyordu. Kapıyı kapatırken sordum. “N’oluyor?”

“Sana bir şey diyeceğim,” dedi hemen. Hiç kıvrandırmıyordu ya beni, bayılıyordum şu huyuna. “Ama kimseye demeyeceğime dair yemin verdim anaya. Duyarsa çok kızar.”

“Ay yok, yemin,” dedim hemen ne olduğunu söylesin diye.

“Ben de hamileyim galiba,” dedi kapının önünde.

Koridorda biri duyar diye kolundan tutup mutfağa soktum hemen. “Emin misin?” diye sordum girer girmez. “Test mi yaptın? Doktora mı gittin?”

Dicle mutfaktaki masadan bir sandalye çekip oturmuş, gelen tatlılardan yiyordu. Girer girmez dediğime şaşırmıştı. “Kim? Asmin yenge mi?”

Asmin kendi cevapladı. “Evet canım. Biz üçümüz hamileyiz.”

Dicle ağzındakini çiğnerken gülümsemişti. “Helal olsun valla. Ben karnım çıkınca zor anlamıştım.”

Elini dümdüz karnına koydu Asmin. “Şimdilik belli etmiyoruz ama…”

Mutfağın kapısı aralandı. Zelal başını içeri uzattı. “Dedikodu mu var? Kapı niye kapalı?”

“Gel, gel,” dedi Asmin hemen. Zelal’ı tutup çekerken koridorda Xezal’ı görünce onu da çağırdı. Yetmedi Nalin’e seslendi. Herkesi toplayınca kapıyı kapadı. “Kimseye söylemeyin sakın. Size bir sır vereceğim.” 

“Hamilesin?” dedi Zelal gözüne baktığı gibi. Asmin hemen onayladı başıyla. “Ay vallahi ben bu işin piriyim artık!”

“Kız daha düğününü yapalı ne kadar oldu?” dedi Nalin teessüfle Asmin’in koluna hafifçe vurup. “Niye hemen hamile kalıyorsun ya? Azıcık evliliğin tadını çıkarsana!”

“Bekarken ben de öyle diyordum herkese,” dedi Asmin keyfi yerinde. “Hiç öyle olmuyormuş. Kınamayın boşa.”

Kolundan dürttüm. “Qizê şerme. Nekene!*(Kız ayıptır. Gülme!)” dedim halanın tonlamasıyla. 

“Ay valla aslında utanıyorum da,” dedi Asmin elini ağzına kapatıp. “Ana fark etti ilk. Gizlice sordu hemen. Orada bir utandım bir utandım anlatamam. Sonra gidip evin erkeklerine söylemiş.” Bir havalandı gözleri. “Tatlı almış kocam Şiyar da. Tatlıyı dağıtacakken beni yine bi’ utanç aldı. Sercan’a verdim götürsün diye.”

“Yenge niye utanıyorsun?” dedi Zelal abartılı bir alayla. “Gidip eniştemin yanına otursana. Şöyle bir ensesinden yakala. Torunu olacak sonuçta. Kutla adamı.”

“Sen öyle yaparsın,” dedi Asmin yüzünü gözünü eğip. “Ben karnım çıkana kadar kimseye diyemem. Utanırım. Bir annemlere, yengemlere demişim. Bir size. Bir de…”

Asmin’in demediği sanıyorum bir benim oğlanlar kalmıştı. Kızlar Asmin’in hevesli haliyle dalga geçmeye başladılar. Biraz şakaya vurdular, tebrik ettiler. Ben çaydanlıkları çıkarıp yıkarken bir de benimle dalga geçti Zelal. Asmin hiç değilse gülerek veriyordu bebek haberini. Benim tüm aileyi birbirine katıp ayılıp bayılmam gerekmişti. 

Kızlar Nalin’e o günkü halimi anlattı. Bu defa hep birlikte bana gülerlerken Gulazer hala çayı sormak için aralamıştı mutfağın kapısını. Baktı çayı yeni koymuşum, Asmin’e döndü. “Kaf seket*(Kafası sakat),” deyip çıktı. 

“Aaa…” dedi Nalin halanın ardından. “İnsan gelinine öyle der mi?”

Asmin hemen alınmıştı. Halanın çıkmış olmasına rağmen söylendi. “Sanki senin oğlun dünya birincisidir akılda. Ben geri kalmışım. Of ya,” diyerek ağlayacak gibi mutfaktan arka bahçeye çıkmıştı. Nalin’le Xezal peşinden çıktı.

“Niye öyle dedi?” diye sordu Dicle peşlerinden. 

Ben anlıyordum artık halanın dilinden. “Nazar olmasın diye birkaç ay evdekiler dışında kimseye söylemeyin diyor bebeği. Asmin’in gördüğüne söylediğini anlamıştır. Kıyamadığından küfrediyor aslında.”

“Halamın sümüklü torununu da biz nazar edeceğiz?” dedi Zelal de alınacak gibi.

“İnsan sevdiğini daha çok nazar ediyor,” dedim tatlı tabaklarını çıkartırken. “Teyzenler ne zaman gelecek? Yemekten önce tatlı yollayacağım ona göre.”

Daha Zelal bana cevap vermeden kapımız çalmıştı. Memet’in anne tarafını karşılamaya çıktım. Ev kalabalıklaşınca erkekler salona kadınlar oturma odasına ayrılmıştı yine. Yemekleri ısıttım. O sıra Memet de annemle Belkıs’ın annesini alıp gelmişti nihayet. 

Kapıda bir de onları karşılarken aylardır görmediğim kıza hafif şaşırmış, çaktırmamıştım. “Hoş geldin Şermin.”

“Hoş buldum abla,” dedi yüzünü yerden kaldırmadan. Elindeki poşeti uzattı. “Ev hediyesi. Aslında ben gelmeyeyim dedim ama eniştem annemi getirmeye gelince…”

“İyi yapmışsın,” dedim tam istediğim kıvama geldiğini anlayınca. “Doğruca kızların yanına geç. Sofra kuracağız.”

Kadınları da selamlayıp annemin valizini yerde sürüyerek doğrudan ona hazırladığım odaya yerleştirdim. Zaten çoğu eşyası iki gün önce kamyonetle gelmişti. Amcam o güne bilet bulamayınca bugüne yetişmişti annem.

Kadınlar birbirleriyle selamlaşıp, tanışmayanları tanıştırırken Memet erkekleri üst kata çıkarıyordu. Duyduğum kadarıyla terasla odaları nasıl yaptırdığımızı soruyorlardı. Ben de kadınları bahçeye çıkardım ilk. Yazın bahçede neyi nereye koyacağımı anlatırken dışarıda bir tur atmıştık. Evin içine geri girdik. Boşalan üst kata kadar çıktık. 

Erkekler evin mimarisine bakmış, odalara çok girmeden salona dönmüşlerdi. Kadınlar dolabımın içinden yatak örtüme kadar her şeye bakmışlardı. Memet’in teyzeleri el işlemesi olanları kimin yaptığını, olmayanları nereden aldığımızı soruyordu sınava tabii tutar gibi. Gulazer hala da Berzan’ın hediyesi olan halıyı yatak odasındaki duvara astığımı görünce bir gururlanmıştı pir gururlanmıştı. Evin diğer halılarını da beğendiğini fakat Berzan’ın gönderdiği halıları gördükten sonra hepsini unuttuğunu söylemişti. 

Halime Hanım perdelerin rengini ona sorsaydık örtülere daha uyacak bir rengi seçmemize yardım edeceği söyledi ilk. Sonra geri benim seçtiğim rengin de yatak odası takımıma uygun olduğunu peşine ekledi. Yatak örtüsüne dokundu. Desenleri pek beğenmişti ama onun bildiği çok iyi bir dükkân vardı. Oradakiler de yakışırdı buraya. Tabii benim seçtiğim model de gençlere göreydi. Yaşımıza güzeldi.

Anlamıştım ki oğlunun eviyle ilgili bir şeylerde onun da fikri alınmış olsun, bir şeyleri seçmede bir payı olsun istemişti. Normal şartlar altında olsaydık sorardım ben ona. Hatta onun seçtiklerine daha ehemmiyet verirdim. Fakat biz o hale gelecek zamanları başka evlerde harcamıştık. Şimdi ne ben ona sorardım fikrini ne o ben sormasam bile bildiğini demeye cesaret ederdi. 

Konaktayken de böyleydik. Birbirimize hiç karışmıyorduk. Aynı evde yaşayan, aynı sofradan yemek yiyen iki yabancı gibiydik neredeyse. Yalnızca bir misafir gelince tanış oluyorduk. Sırf Memet’in annesidir diye insan içinde görmezden gelmiyor, gerekirse yanına oturuyordum. O da Zelal’den çok ben onun kızıymışım gibi yanaşıyordu o anlarda bana. Yemeklere yardım ediyor, ben mutfaktayken çocuklara bakıyor, adımı anıp sürekli bir şeyler söylüyordu. Misafir gidince yine ayrı koltuklara geçiyor, aynı tas aynı hamama dönüyorduk.

Bunu isteyerek yapmıyorduk. Böylesi düşmüştü nasibimize, böylesine göre davranıyorduk biz de. Benim onu kaynanam, onun beni gelini olarak sayması gereken yerde normal bir aile oluyorduk. Ama yalnız kaldığımızda aramızdaki sessizliğe yaşanmışlıklar sıkışıyordu. Sessizleşiyor, uzaklaşıyorduk köşelerimize.

Şimdi de öyle bir andaydık. İnsan içinde onu cevapsız bırakmayacağımı bildiği için hazırlıklara onu katmadım diye yakınacak oluyordu. O kadar yakın olmadığımızı hatırlayınca, kırılırsam konağa torunlarını getirmeyeceğim korkusuyla da geri her şeyi beğenmiş oluyordu. Ne dese başımı salladım. Bir gün istersem yatak örtüleri satan dükkâna götürmeyi teklif etti. Kız kardeşlerini de ortak etti plana onu reddedemeyeyim diye. Ona da başımı salladım. 

Kadınlarla aşağı indik geri. Yemek vakti gelmişti. Her iki odaya uzunca bir sofra kurduk elbirliğiyle. Gençler sığmadı. Nalin, Zelal ve Xezal misafir çocuklarıyla koridora serdikleri sofraya geçip mutfağı tıkamadılar Allah’tan. 

Kerem oturmayı Allah onun nasibine düşürmemiş gibi annemle Esme’nin etrafında dolanıyor onların tabağından bir iki kaşık yiyip erkek odasına koşuyordu. Orada da babasıyla amcalarının tabaklarından birkaç bir şey yiyip geri dolanıp yanımıza geliyordu. 

Mir’e de kötü örnek oluyordu. Çocuğumu kucağıma zor oturtmuştum birkaç kaşık çorba içsin diye. Kerem her odadan çıktığında Mir de abisinin gittiği yere davet edilmiş gibi kucağımdan kendini kaydırana kadar çabalıyor, peşinden emekleyip gidiyordu. Kerem dönünce geri dönüp bacağıma oturuyordu. 

Sofrada kimsenin tabağının boş kalmadığına emin olurken arada çaydanlıkları doldurmak için mutfağa gidip geliyordum ben de. Yemekten sonra bulaşığa girişmeden hazırladığım çayı tatlılarla birlikte yolladım odalara. Kızları yanıma alıp bulaşığa giriştim. Asmin hamileliğini şimdiden avantaja çevirmiş, oturduğu yerde gelen tabaktaki kalıntıları çöp poşetine döküyordu sadece. 

Dicle garibimse uzun bir dönem bulantı yaşamanın üstüne nihayet rahata erdiği aylara girdi diye önüne gelen tatlıya dayanamamış, yemişti. Üzerine yediği etin yağıyla tatlının şerbeti birbirine karışmış, midesini rahatsız etmişti. Onu direkt kalabalıktan çıkardım gidip yatsın diye. 

Ayakta duramayacak kadar yorulduğumda kendime bir sandalye çekmiştim en son. Oturduğum yerden artan yemekleri küçük tencerelere döktüm. Bulaşıkta Memet’in teyze kızları vardı. Birinin dedikodusunu yapıyorlardı. Kulağımı çaktırmadan oraya verdim. 

Bu kızlar da yayın kanalı gibi her dedikoduyu çekiyordu. Sonuna kadar dinledim de günahtır diye onları susturup elimi yıkayarak misafirin yanına geçtim.

☀️☀️☀️

Büyük, genç, evli, bekar herkes evimizi beğenmişti. Arsasından inşaatına kadar ne kadar tuttuğunu, hangi ustalarla anlaştığımdan ne kadar sürede yaptırdığıma kadar her şeyi sorup soruşturdular. Sigara içecek olanlara bahçeye kadar eşlik ettim. 

Koridor çoluk çocuk kaynıyordu. Durmadan nereye koşuyorlar bilmiyorum benim oğlanları da peşlerinden sürüklüyorlardı. Kuzenlerle bahçeye çıkmamın peşinden büyüklerin ayakkabılardan birinin içine ayaklarını sokup peşimden çıkacak oldu Kerem. Mir daha ayağa kalkamadığından ayakkabıları aşıp gelemedi hemen. Onu da almamız için ağlamaya başladı kapının sınırından.

Kerem ayağında sanıyorum teyzemin lastik ayakkabılarıyla yanıma koşturdu. “Bava! Mi nana…” diye bir şeyler demeye başladı. 

“Anlıyor musun?” diye sordu Şiyar sigarasından çektiği dumanı yanına üflerken. 

“Mir kaldı. Onu söylüyor,” dedim gördüğümden bunu söylemeye çalıştığına yorup. Kapının yakınında telefonla konuşan Baver’e işaret yaptım Mir’i yerden kaldırıp getirsin diye. 

Mir yanımıza getirilirken Kerem gelip dizime vurmuştu. “Bava me.”

“Ne diyor?” diye soran dayımın oğluydu bu sefer. 

“Beni al,” diye tercüme ettim eğilip alırken. 

Baver Mir’le geldi yanımıza. Mir elini Şiyar’ın sigara tuttuğu eline attı. Ondan evvel davranıp tuttum elini. “Cız oğlum.”

“Cız?” diye sordu Şiyar alay edecek gibi.

“Ellenmez şeylere diyorsun,” dedim kısaca. Mir işaret parmağını kendi ağzına götürüp “Cıj,” diye tekrar etmişti beni. 

Kerem dönüp Mir’e salladı parmağını. “Aya bava ıı. Cız ıı.”

Şiyar hemen bana baktı. “Şimdi ne dedi peki?”

“Hayır babam içmiyor, cız değil diyor,” dedim önce. Ekledim peşinden. “Eşek amcalar içiyor onlar için cızdır diyor.”

“Vaa…” dedi Şiyar izmariti dudaklarına koyup nefes çekmeden. Dayımın oğluna işaret etti beni. “Adam harbi profesör olmuş. Anlıyor hepsini.” Sigarayı arkasına götürürken mırın kırın söyledi. “Bize de öğret lo birkaç bir şey.”

“Niye?” diye atladı Baver hemen. “Bildiğim kadarıyla Asmin yenge Türkçe de biliyor Kürtçe de.” Gözünü kıstı bir şeyi yakalayacak gibi. “Ne yapacaksın sen bebekçeyi?”

Şiyar yüzünü gözünü eğdi de ben anlamıştım derdini. Çocuklarla iletişimimi öylesine merak ettiğinden soruyor değildi. İşi düşmüştü. Belli ki karısı hamileydi. 

“Ooo…” dedi Baver hayvan gibi. “Halama torun geliyor!”

Şiyar hemen elini vurdu Baver’in ağzına. “Lan sus! Min nede şermê!*(Beni utanca verme!)”

Oysa Çakal’dı bu edep haya bilmez. “Hozo!” diye bağırdı içeri. “Gel la! Şiyar baba nesil verecek enişteme!”

“Lan öyle denilir mi?” diye Baver’in sırtına vursa da sussun diye uyarsa da Baver hayvanı Mir’i havada sallaya sallaya bağırıyordu inadına. “Berzan puştuna haber salalım! Bize halı kilim sarıp getirsin la!”

Nedense benim çocuklar da amcalarının hayvanlıklarını pek seviyorlardı. Kerem kucağımdan yere inip Baver’in ceketine asıldı. “Bava,” dedi ona da. “Me me!” Onu da kaldırıp sallamasını istiyordu. 

Kerem’in baba yerine bava demesinin yanında bir de Baver’in ismini karıştırdığı için ona da bava demesiyle uğraşıyorduk şu ara. Amca dedirtsek demiyordu. Baver diyecekti illa. Onu da bava diyerek yapacaktı eşek herif.

Hozan haberi alınca kapının girişinde ellerini birbirine vurmuş bir ritimle şarkı söylemeye başlamıştı. 

Babam Zühre’nin hamile olduğu haberini aldığı gün kurban kestirmişti. O gün amcam da Hozan’a şarkı söylemeye dönmesini söylemişti. Zaten sonrasında bizimkiler gidip Nalin’i bulup getirmişti. O günden beri iki deli tüm gün şarkı söyleyip başımızı şişirir olmuştu.

Hozan’ın sesini duyunca hiç geç kalmadı Nalin. Çağırılmış gibi hemen kapıya çıkmıştı eğlenceye katılmak için. 

Nalin biraz uzakta büyümüştü. Bizim kızlar gibi erkek ortamından çekindiği pek yoktu. Pat diye dalıp konuşuyor, en olmadık zamanlarda Hozan’la oynamaya başlıyordu. 

Bizim kızlar olsa kızıp uyaracaktım da Nalin kırılır diye bir şey diyemiyordum ona pek. Kızmayacağıma emin olduğunda da ne desturu oluyor ne çekinesi tutuyordu. Bu kızla ne yapacağımı bilmiyordum.

Nalin Baver’den ne için eğlence çıktığını öğrenince ayağına ayakkabı giymeden çimlerin üzerine atlamıştı. Hozan’ın tuttuğu ritme göre kırıtacak gibi hazırlığını yapıyordu ki seslerine teyzemin oğulları da çıkmıştı. Nalin kırıtmadan bağırdım. “Hava soğuk. Kimse çıkmasın boşa. İçeri geçelim!” 

“E abi oynasaydık biraz,” dedi Nalin hevesi kursağında. 

Nalin’in hevesi kırılsın istemiyordum da bunca erkeğin durup onun kırıtmasını izlemesine de müsaade edemezdim. “İçeride oyna abim. Geç kadınların tarafına. Hep birlikte oyanayın.”

Allah’tan Nalin de benim sözümü pek ikiletmiyordu. İçeri geçti parmak ucunda. Hozan da kızın peşine takılıp kadın tarafına gidecek olmuştu. Ensesinden yakaladım. “Sen nereye?”

“Dans?”

“Kurreder dans!” dedim Şiyar’ın düğünündeki gibi bir rezalet çıkartmasın diye. Herkes içeri geçinceye dek tuttum kenarda. Yalnız kaldığımızda uyardım. “Oğlum şu mesafeni koru artık! Kıza laf getireceksin!

“Ne lafı abi? Oynuyoruz sadece.”

“Kafanı gözünü kırarsam görürsün oynamayı!”

“Ben ne yaptım?” diye sızlandı hemen. “Her defasında beni uyarıyorsun. Uyarsana şu çingeneyi!”

Biliyordum ben kardeşim ne şerefsizdi. Kızların gözünü çok çabuk boyar, büyülerdi. Ama Nalin daha içli bir kızdı. Günahtı. Ona yaklaşmayacaktı. “Ben sana dedim Hozan! Bülbül’e laf getirirsen bitersin!”

☀️☀️☀️

Misafirler geceye kadar oturacaklar sandığımda ilk Memet’in dayısıgil kalkmıştı. Çocuklarının okulu vardı. Çok ısrar edemedik kalsınlar diye. Sonra teyzesi tarafını Hozan doldurdu arabaya evlerine kadar bırakmak için. Bir aralık Memet de Şermin’le annesini bırakıp geri dönmüştü. 

Şermin yediği tokattan sonra aylarca gelmemesinin üzerine akıllanmıştı. Memet’in mutfağa girdiğini görünce bile aklına belki geçmişte düşündükleri geliyor, utanıp hemen çıkıyordu gözüne gözükmeden. 

Ona bundan sonra kızmayacaktım artık. Kendi kendine gelin güvey olmamıştı netice. Onu dolduranlar yaptığı yanlışı normalleştirmişti önüne geçip. Benim gerçekleri yüzüne çarpmam hepsini silip götürmüştü neyseki. Mir büyüdüğünde ona annesinin anılarını anlatacak bir teyzeye ihtiyaç duyacaktı. Şermin’i Esme’yle bir sayacaktım bundan böyle.

Evin nüfusu giderek azaldığında sona halamlar kalmıştı. Gece burada kalsınlar diye ısrar etmek isterdim de Gulazer hala Civan’ı evde bir başına bırakmayı çok sevmiyordu. Bir çay içimlik kadar daha oturdu. Sonra Mesut eniştenin kalkmasıyla Asmin’i koluna takıp kalktı. Onları da geçirdim kapıya kadar. Asmin’e veda ederken benim kontrolümün olduğu gün yanımda gelmesini, benimle aynı doktora görünmesini söylemiştim. Dicle’yi de gizlice evden çıkarıp aynı doktora götürüyorduk zaten. Benim doktor aileyi iyi tanımıştı artık. Tüm kadınları o doğurtsun istiyordum.

Gulazer halalar da gidince herkes salona geçmişti. Kim ne demiş, niye demişin -Baver tabiriyle- kritiğini yapmaya başlamışlardı. Ben yorulmuştum. Mutfağa geçip bir köşeye attım kendimi. Mir hemen yanıma emekledi hevesli hevesli. Bu gelişinin uykudan önce beni emzir demek olduğunu biliyordum. 

Gebelikten dolayı sütümün çok bir besin değeri kalmadığından önceki kadar sık emzirmiyordum artık. Bazen huysuzluğu tutuyor kendi emmek istiyor bazen de uyku öncesi memeye koşmak istiyordu böyle. Allah’tan ev yemeklerini yiyordu. Bu ay sonu tamamen sütten kesmiş olmayı planlıyordum onu.

Mutfağın kapısının ardına geçip kucağıma çektim oğlumu. “Annesini özlemiş bu adam! Annesine mi sarılacak benim paşam?” Bir iki güldürüp memeyi unuttururum sanmışsam bana gülerken bile üstümü aralayıp sütüne kavuşmuştu hemen. Poposundan basıp koynuma saklayıp salladım. “Annem artık bırak kardeş gelip içsin onu. Biz mama yiyelim. Biz çorba içelim.” 

“Mama,” diyerek dış bahçeden yanıma koştu Kerem elindeki çikolatayla. 

“Sen onu nereden buldun?” dedim elimi dizime vurup. Tüm gün tatlı, şeker, lokum ne bulsa yemişti zaten. “Diş ağrısından geberteceksin bizi!”

“Bava!” dedi çikolatasını göğsüne yapıştırıp. 

Sanmıyordum ki bu saatte ona Memet vermiş olsundu. “Baver amca?” Başını salladı. “Hay ben senin Baver amcana!” dedim bezgince. 

“Ayıp oluyor yenge hanım,” dedi Baver bahçe tarafından. 

Elimi göğsümün üstüne koydum hemen. “Emziriyorum. Kal orada.”

“Eyvallah ama ağzımıza da sıçma. Kendi ağladı çoko diye.”

Kerem çikolatayı üstüne bulamak suretiyle kendine vurdu. “Me. Çoko.”

Mir göğsümden kalktı hemen. Elini Kerem’e uzattı ister gibi. “Iı…”

“Kıh,” dedi Kerem çikolatasını arkasına koyup. “Çoko. Bava. Kıh.”

“Ona kıh da sana çoko?!” dedim Mir’i göğsüme çevirmeye çalışırken. 

“Me. Çoko. Mi. Kıh,” dedi Kerem.

Mir çikolatanın onunla paylaştırılmayacağını anlayınca ağlamaya başlamıştı hemen. 

Mir’in ağladığını sanki ben görmüyormuşum gibi yanıma gelip omzuma koydu elini Kerem. “Inne. Mi aaa…”

“Mi aaa tabi,” dedim. Ağlardı Mir tabii. “Hani Mi çoko?” Kardeşiyle paylaşmayacak mıydı?

“Yav hangi dili konuşuyorsunuz be Zühre,” dedi Baver perdenin ardından. “Şifreli yayın gibi. Ver çocuklara çoko boko bir şey. Günahı benim boynuma.”

Göğsümü kapatırken kızdım. “Senin boynuna tabii! Gece gece uyuyacak çocuğa çoko verilir?”

Perdeye yüzüne dayadı. “Senin de Türkçe’n bozuluyor bak. Sonra deme ‘Bava. Me. Ma. Mi. Mo. Çoko. Moko. Boko.’ Abimin yüreğine iner gece gece.”

“Hadi oradan!” dedim gülmemek için. Perdeyi çektim suratından. “Ne yapıyorsun sen orada?” dediğim gibi etrafını saran dumandan anlamıştım. 

Sigarasından çektiği dumanı üfledi. “Biz de bu boku çeko.”

“Abin görsün de bakalım o boku sana nasıl çeko.” Sözüm bittiği gibi gülesim gelmişti. “Tövbe tövbe.”

“Seni komik yenge,” dedi ardımdan. Çocuklar dumana gelmesin diye perdeyi çekti geri üstüne. 

Çocuklarımı önüme katıp geçtim salona. Herkesin uykusu gelmişti artık. Kalkmayı konuşuyorlardı. Ben niyeyse kimsenin gitmesini istemiyordum. Konağı olduğu gibi buraya taşıyalım deseler kabul edecek gibiydim. 

Bu kez Memet de öyleydi. Babasıyla amcasına kalmaları için epey ısrar etti. Fakat kayınpederim konağı da artık boş bırakmamak gerek diye gideceklerini, artık bol bol geliş gidiş olacağını söyledi. 

Herkes kapıya toplanırken ben Dicle’yi haberdar etmeye geçtim. Memet’in hangi kardeşi gelirse kalsın diye ayırdığım odada uyuyordu hâlâ. Bir eli yan durmuş karnında, öbürü sarıldığı yastığındaydı. Dün gece karnı burnunda haliyle bizimle sarma sararak yeterince yorulmuş, sabah da erken kalkıp toparlanmama yardım etmişti. Hiç uykusunu böleyim istemedim. Efkan askerde diye yalnızdı zaten. Ha konakta ha burada, fark etmezdi. Hem belki ben yokum diye konaktaki odadan çıkmaz, Sosin Hanım etraftayken yemeğe oturmazdı.

Kapıyı kapatıp Memet’i çağırdım koridorun bu yanına. Dicle’nin kalmasının daha doğru olduğunu söyledim. Memet de gidip Zelal’e kalmasını söyledi. Dicle tek uyusun istemiyordu. Zelal mırın kırın eder gibi yapıp hemen kabul etmişti. Xezal konakta yalnız kalacaktı yine. Ona da kal dedik ama Koçer amca sonra kalır deyip aldı yanına. 

Epeydir Hozan gibi ortalıktan kaybolmuş olan Nalin’in ayakkabısını giymeye hazırlandığını görünce kolundan tutup çektim yanıma. “Nereye kaçıyorsun? Sen de kalıyorsun.”

“Ama…” diyecek oldu susturdum. Konakta Hozan’la hem de biz yokken kalması şu an istediğim bir şey değildi. Memet onun da iznini aldı babasından. Kızların geneli burada diye kalsın dedi Yekta amca da. 

“Ben de kalayım o zaman,” dedi Hozan montunu çıkartıp. 

“Sana kim kal demiş?” dedi Memet direkt. 

“Abi herkes kalıyor,” dedi Hozan mırıl mırıl bir sesle. “Hani ilk akşam yemeğinizi yedik. İlk kahvaltınızı da beraber yiyelim. Öğle, ikindi, yatsı…”

Hozan’ı omzundan ittirdi Memet dışarı. “Sadece kızlar kalacak. Siz sabah gelirsiniz,” dedi ciddi ciddi. 

Sigaradan gelen Baver emekleyen Mir’i kaldırdı yerden. “O zaman bunları da…” dediğinde engel olacaktım ki gülerek bana döndü. “Şaka!” Parmağını salladı. “Hemen drama yapma!”

Mir’i yere bıraktı Allah’tan. Mir direkt dedesinin pantolonuna asılmıştı onu kaldırması için. Kerem de baktı Mir’i dedesi aldı, kalabalığın arasından sıvışıp ayakkabılarını giymeye çıktı. 

“Oğlum siz nereye?” dedi Koçer amca ayakkabısını giyen Kerem’i gösterip. 

Hozan güldü. “Bunlar biz çıkınca hep beraber gidiyoruz sandı.” Kerem’i ensesinden tutup içeri soktu. “Sizin eviniz artık burası. Yallah beşiğine.”

Kerem onu bırakacaklar sanıp ağlayacağında Nalin uzandı eline. “Aşkım hani baba nerede? Baba gidiyor mu?”

Kerem dönüp babasına baktı. Onun içeride durduğunu görünce eliyle kayınpederimi gösterdi. “Bava. Ded-de.”

“Deden yarın yine gelecek,” dedi Memet anlarsa diye. 

Kerem ne anladıysa elini Halime Hanım’a uzattı. “Bava. Nen-ne.”

Bu kez Memet bir şey demedi ama Halime Hanım ağlayacak gibi oldu. “Ha… Beni de istiyor. Nene diye bana diyor.”

Şimdi fark etmiştim ki hiçbirimiz Halime Hanım’a kalsın diye ısrar etmemiştik. Memet Kerem’e bakarak söyledi bu kez. “Nenen de gelir. Zelal oyuncak gösterin, alın içeri çocukları.”

Nalin’le Zelal oyuncakla Kerem’i kandırıp içeri götürdüğünde Mir kalmıştı dedesinin kucağında. Onu almak için Esme’ye işaret yaptım. Esme Mir’e uzandığında Mir dedesinde kalmak istemişti. Yekta amca güldü ona yanaşmasına. Torununu öpüp Esme’nin kucağına teslim etti. Paltosunu üzerine alıp çıktığında Mir dedesinin onu almadan gideceğini yeni anlamış, ağlamaya başlamıştı. 

O zaman gülmedi Yekta amca. Yüzü titreşti. Elini kaldırdı veda eder gibi. Döndü ardına. 

Halime Hanım’ın gözünden yaş aktı o anda. Mir’in elini tutup öptü. “Em ê dîsa werin*(Yine geleceğiz),” dedi Memet’e bakarak. Elini salladı ağlayarak giderken. 

Baver’le Hozan da şaka yapmadılar üstüne. Sessizce çıktılar. 

Memet kapıyı çekerken Mir’i aldım kucağıma. Zaten uyku saatiydi. Mızmızlığının bir nedeni de buydu. Göğsüme dayayıp bir iki tur dolandırdım etrafta. Ağlaması kesildi nihayetinde. Yukarı çıkarıp odamın içindeki çocuk odasına geçip yatırdım beşiğine. Uykuya daldığından emin olana kadar salladım hafifçe. 

Memet hâlâ ağlıyor mu diye kontrol etmeye geldi yanıma. Uyuduğunu görünce bir şey demedi. Ama desin istedim. Eğer o da üzüldüyse söylesin istedim. “Baban ağlayacak gibi oldu.”

“Gördüm,” dedi ceketini çıkartırken. 

“Annen de ağladı.”

“Onu da gördüm,” dedi ceketini yatağın ucuna bırakırken. 

“Kalsalardı keşke.”

“Kalırlar,” dedi gömleğinin düğmelerini açarken. “Önce bi ayrı eve geçmemize alışsınlar.”

Sesi üzgün geliyordu. Başımdaki yazmayı çıkartırken sordum. “Pişman mı oldun?” Saçımdaki tokayı çekerken ekledim. “Konakta zaten birlikteydik kaç aydır. Kimse kimseye karışmıyordu. Eğer ayrı eve çıktığımıza pişman olduysan…”

“Hayır Zühre,” dedi kemerini söküp çıkardıklarının üzerine bırakırken. Yatağa oturdu. Bacaklarını iki yana açıp beni çekti kucağına. “Ben bu kadar insanı pişman olmak için yerinden etmedim. Ne olacağı başından belliydi. Sadece yaşamak yeni ayılttı herkesi.”

Bacağına yükümü çok vermeyeyim diye kıpraştım. “Eğer annemleri çağırdık diye…”

“Sadece onlar için değil,” dedi ayaklarımı kaldırıp diğer bacağına alırken. “Devran abi çıkınca konak sandıkları gibi boş kalmayacak. Şimdilik daha düzen oturmadı. Herkese yabancı gelecek elbet. Her ayrılışta çocuklar ağlayacak, babamlar üzülecek, biz düşüneceğiz. Ama herkes alışacak.”

Alışacaklardı tabii. Ben sadece kimse üzülmesin istiyordum şimdi bile. “Yarın kahvaltıya çağıralım tüm evi. Siz işe birlikte geçersiniz biz kadınlarla otururuz. Akşam yemeği de yine…”

“Böyle yaparsan kimse alışmaz.”

“Devran abi çıkana kadar,” dedim nazikçe. Yekta amcanın hüznü, Halime Hanım’ın gözyaşları, kayınlarımın giderkenki suskunluğu… Hepsi dert olmuştu bana. “İki evimiz olduğuna biz alışalım önce. Ne konak boş kalsın ne bura. Çocuklar da büyüyecek zamanla. Okulları olunca gidemeyiz kafamıza göre. Daha küçüklerken gidip gelelim bolca.”

“Olur,” dedi mantıklı bulunca. “Öylesi daha az hasarlı olacaksa…” Elini ayak bileğimdeki izlerde gezdirdi. “Şişmiş ayakların.”

“Aniden çok kilo aldım ya. Ödem tuttu,” dedim ayakkabımın bile sıkacağı hale geldiklerini bildiğimden. “Hep bu oğlun yüzünden,” dedim suçu yine bebeğime atıp.

“Oğlum demiyor sana gece kalk peynir ekmek ye. Baver diyor.”

Hiç altta kalamazdım. “Oğlun midemi boş bırakmasa yiyebilir miydim?”

“Öyle olsun,” dedi soruma gülümsese de.

“Çok kilo aldığımın farkındayım. Bacağın uyuşmuştur altımda.” Ayaklarımı indirip kalkacaktım. Bırakmadı. “Bırak hadi. Şişko olmuşsun dememek için ayağın şişmiş dedin zaten.”

“Öyle mi yaptım?” dedi inanmazca. Ayak bileğimi sıkıp bıraktı kan yürüsün diye masaj yapar gibi. “Acıyor mu diye soracaktım Zühre.”

“Şu an üzerine oturduğum bacağın daha çok acıyordur,” dedim yatağa doğru kendimi kaydırıp. Kapımız tıklatıldı. Memet gömleğinin önü açık diye kalkıp banyoya geçerken ben kapıya çıktım. 

“Uyudu,” dedi Zelal kucağında sağa sola dökülen oğlumla. “Çekil ben koyayım.” İçeri geçip Kerem’i beşiğe yatırdı. “Yatakları nasıl yapalım?” diye sordu sonra. 

“Annemle Esme’nin odası hazır. Senin odanda da Dicle yatıyor. Geç arkasına uyu.”

“Arkasına?” dedi Zelal emin olamayarak. 

“Doğuma az kalmış. Günahtır. Sancısı tutar, bir şey olur. Gözümüz kulağımız üstünde olsun.”

“Tamam da…” dedi yine kıyamadığından. “Sabah uyanınca bu niye benle yatmış demesin?”

“Demez demez. Efkan sanar seni. Girer koynuna,” dedim şirince.

“Bir iki öperim ben de. Hasret giderir,” dedi gülerek. Kapıya ittirdim abisine sesi gitmesin diye. “Gece çığlık sesi duyarsanız kapayın kulaklarınızı.”

“Delirme,” dedim kapının dışına iteleyip. “Nalin de hangi odaya geçiyorsa kendi bilir. Üzerini sıkı örtsün, üşümesin,” diye tembihleyip yolladım.

Memet banyodan sadece baksırla çıkıp yatağa geçti. “Ne diyordu?”

“Kerem’i getirmiş,” dedim elbisemi çıkarıp yatağın köşesine asarken. İz yapan sütyenimi atletin altından çekip çıkardım. Atlet, tayt geçtim yorganın altına. Örtünün altında kocamın sıcağına yanaştım hemen. “Asmin de hamileymiş, biliyor musun?”

Atletin altında büyüklüğü ortaya çıkan karnımın üzerine attı elini. “Söyledi Şiyar.”

Karnımın üzerindeki elinin üstüne koydum elimi. “Çok seviniyor muydu bari?”

“Utanmasa gülecekti,” dedi keyifli bir sırıtışla. “Baver öyle bir şerefsiz ki herkese duyurup utandırdı koca adamı.” Diyeceği şeye evvelinden kendi güldü. Daha söylemeden onunla gülümsetmişti beni. “Gelmiş bir de çocukların dilinden nasıl anlıyorsun diye soruyor. Sanki hepsi aynı dili konuşuyor.”

“Asmin de epey utanıyordu,” dedim yalandan. “Daha ilk bebekleri. Heyecanlarından ne yapacaklarını bilemezler şimdi. Öğretiriz biz onlara.” Elini karnımda gezdirmeye başladı öylesine bir güzergahta. “Aslında bizim de ilk bebeğimiz sayılıyor bu. Biz iki seviye üstteyiz sadece.”

“İki az.” Eli kasıklarıma doğru inince duraksamıştı. Avucunun sıcağının bana iyi geldiğini biliyordu. “Bu gece de burada kıpırdanıyor daha çok.”

“Uzandım ya illa huzurumu bozacak.” Aklıma geleni söyledim hemen. “Dicle bebeğine isim seçiyordu ya. Kararsız kaldığı birkaç taneyi Efkan’a yazdığı mektuba ekledi. Birlikte seçecekler.”

“İyi yapmış,” dedi sadece. 

“Ben de onunla düşünürken dedim mavi gözlü olursa Mehmet kesin benim için.”

“Unutmadın gitti şunu,” dedi elini bebeğimizin kıpırdanmasıyla birlikte yavaşça tenimde gezdirirken. 

“Bi’ dinle ya,” dedim bacağımı kaldırıp onun bacağının üzerine atarken. “Ama gözü kahve falan olursa diye de birkaç isim daha buldum. Birlikte seçelim biz de.”

Aklıma gelen isimleri sırayla saydım. Biri Baver’in zorla listeme sıkıştırdığı isimdi. Arda. Hiç sevememiştim. Koymayacaktım. 

Hoşuma gidenleri saydım kocama. Haksızlık olmasın diye hangilerini Dicle’nin kendi bebeğine koymak istediğini de belirttim üstüne. En son üç isimde kararsız kaldım. 

“Rojhat,” dedi Memet üçü arasından birini gözüne kestirip. 

Hemen atıldım. “Sırf anlamı için istiyorum onu. Kerem’le Mir’e çok uyumsuz duruyor ama ‘Gün geldi, Güneş doğdu,’ demek istiyorum artık. Sence nasıl?”

“Sen sevdiysen?” dedi, kararı bana bıraktı.

“Hani Mehmet olmasın da ne olursa olsun der gibisin.” Güldü dediğime. Hemen uyardım. “Sadece mavi gözlü olmazsa diye diyorum bunu bak. Ya Mehmet’tir ya Rojhat.” Doktor erkek olduğunun kesin olduğunu söylediği için hiç kız ismi seçmemiştim. Zaten Dicle’ninki de erkekti. 

Memet’in elinin sıcağında daha da hareketlenir oldu bebek. Benim konuştuğum süre boyunca bir o yana gitti bir bu yana. En son nihayet kıpırdanmayı kestiğinde yüzümü babasının boynuna yaslamıştım. Tekrar kıpırdanmazsa rahatımı bulduğum yerde uyuyacaktım. 

Memet alnımdan öptü usulca. “Allah rahatlık versin.”

Boynundan öptüm karşılığında. “Senin kollarında.”

☀️☀️☀️

*4 AY SONRA*

Arabadan inebilecek hali yoktu Zühre’nin. Kollarından tutup inişin acısını azaltmak istedim. Ayakları yere inince zor bela birkaç adım atıp bahçeye girdik beraber. 

Yokluğumda evin başında bekleyecek olan Baver arabamı gördüğü gibi sigarasını arkasına almıştı. “Zühre sen yine doğurmadan mı geldin?” 

“At şu boku!” dedim sinirle. Zühre’nin uzun süre ayakta bekleyip sohbet edecek takati yoktu. “Gel buraya!” 

Üç gündür sancılar içerisinde hastaneye götürüyordum karımı. Ama bir türlü açılması başlamıyordu. Henüz bebeğin de günü var diye eve gönderiyordu doktoru. Ne kadar sancı çektiğini görmüyor muydu? 

Sigarasını görmüş olmama rağmen ardına attı Baver. Gizlice topuğuyla ezip koştu yanımıza. Yengesinin öbür yanına geçti hemen. 

“Sıkı tut,” dedim benim gitmem gerekeceği için. “Şirketteki görüşmeleri yapıp döneceğim.” Zühre yeterince geç kaldığımı bildiği için eliyle ittirdi beni geriye gitmem için. Gitmeden ekledim. “Sancısı çoğalırsa doğruca hastaneye geçin. Doktor yatış verirse de beni arayıp…” diyecekken dediklerim tanıdık geldi zihnime. Aklımı bulandırdı. Huzursuz etti bir nefeste. “Hayır. Sancısı çoğalırsa direkt beni arayın. Hemen geleceğim. Bensiz çıkmayın bir yere.”

“Tamam, git. Git, azaldı,” dedi Zühre Baver’e doğru yaslanırken. 

“Her ne olursa olsun. Önce beni arayın,” dedim bahçeden çıkarken. Şayet şirketteki görüşmeleri benim yerime başkası yapabilecek olsa hiç düşünmeden onu gönderecektim. Ama olmuyordu. Senelerdir iş yaptığım adamlar muhatap diye bir beni kabul ediyordu. Zaten Devran abi gelecek ay sonu cezaevinden çıkmış olacaktı. O çıkmadan evvel tüm ayarlamaları yapmak zorundaydım. 

Araca geçip Zühre’nin eve girdiğinden emin olana dek bekledim. Kapı kapanınca direkt şirkete sürdüm.

☀️☀️☀️

Elinde çamaşır sepetiyle balkona çıkacakken beni görünce duraksamıştı Esme. “Yine mi yatırmadılar?”

“Yok,” dedim zor zor. “Açılmam yine yok.”

“Kızım sen de sıkma kendini,” dedi kendime dayanak yaptığım Baver. “Nedir? Sal açılsın. Çıksın artık çocuk. Kaç aydır içinde çürüttün.”

“Sus,” dedim espri çekecek halim olmadığından. Çocuklarımın sesinin geldiği mutfağa doğru attım adımlarımı. 

Zelal masaya oturtmuştu çocukları. Ekmeğin yumuşak içine kahvaltılık çikolatadan sürüp yediriyordu. “Yemek yemediler?” dedim kapıya dayanıp. 

Çocuklar sesimi duyunca hemen masadan sandalyeye inmiş, sandalyeden de aşağı bırakmışlardı kendilerini. Kerem bir çırpıda koşup bacaklarıma sarılırken Mir sandalyelere tutunarak bana varmıştı küçük küçük. “Anneniz size kurban olsun,” dedim eğilip öpemeyeceğim için elimle başlarını okşarken.

“Yemek yediler yenge. Üstüne illa çikolata da istediler,” dedi Zelal canından bezmiş halde. Belli ki ardımdan çok şımarmıştı birileri. 

“Hadi amcayla oyun oynayın biraz. Hani topunuz nerede Baver?”

“İnsan önce, oyun oynamak istiyor musun Baver, diye sorar,” dedi Baver şakaya vurmak için. Baktı hiç gülecek enerjim yok beni Zelal’e teslim edip çocukları kucaklayarak bahçeye çıkardı. Esme ardımda kalan işleri devralırken ben üst kata çıktım görümcemle. 

Daha ben basamakları çıkarken odamdan dışarı ağlama sesleri taşıyordu. “Yaman’ın da huysuz günü,” dedi Zelal odamın kapısını açıp. “Sabahtan beridir susmadan ağlıyor.”

Dicle, Mir’in çıngıraklarından birini sallıyor, kucağındakindeki oğluyla bir o yana bu yana dönüyordu. 

“Ne oldu?” dedim girer girmez. 

Dicle durup yüzünü gösterdi oğlunun. “Emzirdim, altını değiştirdim, gazını çıkardım. Her şeyi tam. Ama Yaman susmuyor.”

Annem çocukların odasından ütüyle ısıttığı bir atleti getirdi hızlı adımlarla. Yaman’ın sırtına sokuştururken bana baktı içi acır gibi. 

Sıcakla biraz susacak gibi oldu Yaman. Geri ağlamaya döndü. “Biz aşağı inelim,” dedi Dicle çaresizlik atan bir endişe içinde. “Senin sancın vardır. Yat, dinlen.” 

“Götürme,” dedim ayakta daha fazla duramayacağım için yatağa doğru adımlarken. “Çatlayacak çocuk ağlamaktan. Getir yanıma.” Yatağa ağır bir yükü indirir gibi kademe kademe bıraktım bedenimi. Oturunca Yaman’a uzattım elimi. 

Dicle ilk halim yok diye vermeyecek oldu. Fakat benim başıma gelen gibi onun da ilk bebeğinde üzerinden deneyimsizlik akıyordu. Başka çaresi olmadığı için mecbur bana uzattı. 

“Ne olmuş benim oğluma?” dedim Yaman’ı aldığım gibi omzuma doğru yaslayıp sırtını sıvazlarken. 

Yaman doğumunun üstüne ilk iki gece de böyle susmadan ağlamıştı. Dicle’nin sütü yaşadığı stresten çok yavaş geliyordu. Bebeğin açlıktan ağladığına emin olunca hazır mamalara atmadan ben emzirmiştim birkaç gün için. Dicle’nin sütü çoğalınca artık aradan çekilmişsem de benim süt oğlumdu Yaman da. Ağlaması içimi çok yakıyordu belki bu sebepten. 

Bir de babasına çektiğinden midir bilmem, o kahvesi koyu saçından güneşte çok kalsa yanmaya meylini şimdiden vaat eden teniyle Kerem’in bebekliğine tıpa tıp benziyordu. Hepten içimi kaynatıp mahvediyordu beni. 

Yaman’ın üzerindeki fazla parçaları çıkardım biraz ferahlasın diye. Sağına soluna baktım neresinde ağrısı var anlamak için. En son bezini açtığımda anlamıştım sorunu nihayet. “Pisliğine bak,” dedim birkaç parça da olsa renginin koyuluğunu kastederek. 

“Kulağı ağrıyor demek ki,” dedi annem meseleyi anlayıp. 

“Nasıl yani?” dedi Dicle bilmediğinden. 

“Kulağı ağrıdığında pisliğinin rengi siyaha dönük oluyor.” Yaman’ın kulaklarına baktım. İki tarafa da elimi koyduğumda biri diğerinden daha sıcak gelmişti. Sorun orada gibiydi. “İltihap tutmuştur. Sütünü sağ biraz. Acısını azaltsın. Dayın gelip hastaneye götürür.”

Ateşkesin peşinden Miraz Yaman evimize gelip Dicle’yi himayesine aldığını duyurmuştu. Alıp kendi malikanesine götürmeyi de teklif etmişti. Fakat Memet’in Efkan’a verilmiş sözü vardı. Efkan askerden dönene kadar Dicle’yi yanımızdan ayırmayacaktık. Hem Yaman’ın malikanesine Yazhan’lar girip çıkabiliyordu. Yeğenlerine Yaman da güveniyor sayılmazdı. Bu yüzden Dicle bizimle kalmaya devam ederken dışarıyla ilgili her işinde onu almaya dayısı Miraz gelecek, bizden biri onlara eşlik edecekti.

“Emmiyor ki yenge,” dedi Dicle yorgun gözlerle. 

“Emzir demiyorum. Sütünü kulağına akıt birkaç damla,” dedim anlasın diye. Mir’in kulağı ağrıdığı zaman Gulazer hala öyle yapmamı söylemişti. İşe yaramıştı bizde. Bilimselliğinden emin değildim bu yüzden. Yine de belki Yaman’a Miraz Yaman gelene kadar çare olurdu. 

Ben ısınmak için yorganın altına girerken Dicle utana sıkıla göğsünün ucunu açmış, dediğimi yapmıştı. Biraz ovaladı süt damlattığı kulağı. Yaman yatıştı. 

“Allah razı olsun yenge,” dedi Dicle susan oğlunun üstüne kendi ağlayacak hale geldiğinde. Rahatsızlığıma rağmen gülümseyecek oldum taze anneliğine. “Biraz daha ağlasa ben de…” derken daha cümlesi bitmeden ağlamaya başlamıştı. 

Zelal’in şu ara en iyi arkadaşlarından biriydi Dicle. Ağlamasına dayanamıyordu hiç. “Ağlamasana bebeğin üstüne,” dedi önce. Baktı öyle deyince susmuyor sırtını sıvazladı yanına oturup. “Bırak bana Yaman’ı. Git uyu sen biraz.” Kucağından çekti oğlanı. “Hadi. Ağlarsa uyandırırım ben seni.”

Zelal’de belki en sevdiğim şey dışarıdan hemen belli olmayan merhametiydi. En sevmediğim huyu da o merhametin bazen öfkeden kör olduğu için geç gelmesiydi. Neyseki Dicle’ye geç kalmamıştı hiç. Vaktinde yetişmiş, Efkan’ın askerde olduğu o hassas süreçte Dicle’yle yakınlaşmaya başlamıştı. Belki Dicle de artık ev halkını tanıyıp güvendiği içindi. Belki de Zelal’in tanıştıkları ilk haftadan sonra Dicle’nin sıkıntılı bir gebelik geçirdiğine şahit olup tüm katılığını kenara koymasındandı. Ben onların arkadaşlıklarını seviyordum her şekilde.

Dicle’yi yatırmak için annem refakate gittiğinde ayaklarımı bıraktığı boşluğa uzattım. Zelal Yaman’ı şapır şupur öpüyordu o ara. 

“Onun da uykusu vardır. Yatır yanıma.”

“Sen yatacak halde misin yenge?” dedi Zelal bebeği bırakmamak için göğsüne yaslayıp sağa sola sallarken. “Ağrın azalınca kapa gözlerini sen de. Ben yanındayım. Uyuyunca Yaman’ı yan beşiğine bırakıp çocukların yanına geçerim. Zaten akşam yemeğine başlamak gerek sonra.”

Elimi attım eline. Sıkıca tuttum minnetle. “Allah seni darda bırakmasın.”

“Amin, amin. Sizi de. Çünkü siz dara düşünce başıma kalıyorsunuz,” dedi yataktan kalkarken. “İnşallah Asmin yenge uzunca bir süre doğurmaz. Ben bebeğe, çoluğa çocuğa doydum bir süre.”

“Sana kötü bir haberim var,” dedim ardımdaki yastığa sırtımı ağır bir külçe gibi dikkatle bırakırken. “Karnımdaki de Zelal halasını çok seviyormuş. Hemen kucağına gelmek istiyormuş.”

“O mümkünse artık gelsin zaten,” dedi Zelal eliyle Yaman’ı pışpışlarken. “Ama bunu da doğur. Sonra herkes duracak bir süre. Gerekirse herkesin kocası Ürdün’e gitsin Berzan abinin yanına. Ayrı kalın.”

“Olur. Öylesini deneriz bir de,” dedim gülerek. Gülünce aşağı yukarı oynayan karnım rahatsızlığımı katladı. Örtüyü göğsüme dek çektim. “Çocuklar yanıma gelmek isterse getir. Ağlamasınlar ardımdan,” dedim gözümü kapatırken. 

Ne kadar kapalı kaldı gözüm bilmiyorum. Hiç uyuduğumu sanmadığım bir sersemlikte kasıklarım sızlıyor diye yine kalkmak zorunda kaldım. Odama dolmuş bir uğultu karşılamıştı beni. Gözümü araladığımda kadınlardan oluşan bir kalabalığın başıma toplandığını gördüm. İrkildim bir anda. “Ne oldu?”

“Bir şey yok abla. Sana bakmaya geldiler,” dedi Esme elimi tutup. Yatağımın etrafında annem, Halime Hanım, Gulazer hala, Mori hala ve Memet’in en küçük teyzesi Emine vardı. 

Asmin de yatağın bir köşesine oturmuştu. Oğullarımın sesi içerideki odalarından geliyordu. Sanıyorum onlarla Xezal’la Zelal ilgileniyordu. Dicle de oğluyla kapının önünde dolaşıyordu. 

“Korktum bir an,” dedim elim kalbimde kalkmaya çalışırken. “Hoş geldiniz.”

Mori halayla Emine teyze çok kadına ebelik etmişlerdi. Bu sebepten Gulazer hala Mori halayı, Halime Hanım da Emine teyzeyi alıp getirmişti başıma. Hepsine doktorun ne dediğini, niye kaç gündür hastaneye gidip gelip bir türlü doğuma alınmadığımı anlattım. 

Gulazer hala üzerimdeki yorganı çekti hemen. Madem açılmam yoktu ne diye yatıyordum. Gidip gelmem gerekiyordu. Hatta mümkünse oturup kalkıp temizlik yapmam gerekti. 

Benim ayakta duracak takatim yoktu. Yorganı üzerime almaya çalıştım.

Emine Teyze yorganı üstümden alıp ateşimi kontrol etti. Kendi deneyimlerinden doğuma kaç saatimin kaldığını ısımdan anlayacağını söylüyordu. Mori hala ise doğumu kolaylaştırır deyip hurma uzatıyordu yemem için. Annem de hareket etmem gerektiğini onaylayıp Gulazer halayla birlikte kaldırdı beni ayağa. Koluma girip odanın içinde birkaç tur attırdılar. 

Adımlarım yatağa yaklaşınca beni bırakmaları için yalvarıyor, geçip uzanmama yardım etmelerini istiyordum. Bırakmıyorlardı. Vicdanlarına oynayıp kendimi yatırmamam için bir de odadan çıkartacak oldular. Esme hemen başıma örtümü serdi. 

Odadan merdivenlerin başına vardığımda pilim bitmişti. Kadınların her biri başka bir şey diyordu tepemde. Gulazer hala basamak inip çıkmamı istiyor, Emine teyze trabzanlara tutunup çöküp kalkmamı söylüyordu. Annem sırtımı üşütmemem için üzerime hırka atmaya çalışırken, Halime Hanım Mori halanın ta umre ziyareti dönüşü ona verdiği, bugüne dek sakladığı zemzem suyu içmem için Zelal vasıtasıyla ağzıma tutuşturuyordu. Mori hala zemzemin ıslattığı ağzıma bilmem kaçıncı hurmayı tıkıştırmaya çalışıyordu. 

Artık hurmadan da seslerin uğultusundan da miden bulanıyordu. Hiç beklemediğim bir anda “Memet!” diye bağırdım merdivenlerin korkuluğunu tutup. Kocamın adını söylemiş olmama ben de şaşırmıştım sesleri kesilen kadınlar gibi. “Allah aşkına gel!”

Memet aşağı koridorda ona seslenmemi bekliyor gibi yukarı çıkmıştı hemen. “N’oldu?”

Büyüklerin önünde doğrudan kocamla konuşuyor olmak istemiyordum ama canım burnuma kadar çıkmıştı. Yamacında fısıldadım. “N’olur çıkar beni buradan.”

Sırtımdaki hırkayı omuzlarıma iyice örterken kadınlara aşağı inip bir çay içmelerini, sonra geri yukarı çıkmalarını söyledi. Hepsi dediklerini yapmamı tembihleyip aşağı indiğinde, Memet beni terasa çıkan merdivenlere oturttu. “Gidelim mi hastaneye?”

“Daha değil,” dedim içim dışım çalkalanırken. Sürekli git gel yapmaya da nefesim yetmeyecek diye korkuyordum. “Terasa çıkart beni. Hava alacağım.”

Kollarımdan tutup kaldırdı beni. Basamakları tane tane çıkarttı dikkatle. Nihayet temiz havaya kavuştuğumda bulantımın verdiği rahatsızlık azalmıştı. “Biraz yürüyelim.” 

Önüme geçti ona yaslanmam için. Ellerini ardına uzattı tutayım diye. “Zorlanınca söyle.”

Yüzümü sırtına yasladım. Ellerine tutundum beni çekip yürütsün diye. Teras boyunca birkaç tur gidip geldim. Yürüdükçe açılmam oluyor muydu bilmiyorum, uyku basıyordu beni. Baharın ılıklığında sıcak basıyor, terleyecek oluyordum. 

“Ağrın var mı?”

“Var,” dedim direkt. Üç gündür başka cevabım yoktu bu sorusuna. “Beni banyoya götür,” dedim yürümekle kalan son takatimi yitirdiğimde. 

Aynı halde merdivenlere kadar taşıdı beni. Sırtına yaslı halde indim aşağı. Odama geçtiğimde üstümdeki hırkayı attım tere dayanamayıp. “Kadınlar gelmeden yıkayabilir misin beni?”

Ne desem itiraz etmediği gibi bunu da kabul etti. Beni banyoya götürdü. Kapıyı kitleyip üstümdekileri çıkardı birer birer. Ayakta duramayacağımı bildiğinden çocukları yıkarken oturduğum tabureyi çekti altıma. “Ilık mı olsun su?”

“Sıcak,” dedim çıplak kalınca üşüyen bedenimi kollarımla sarmalarken. Sıcak suyu açtı Memet. Karnıma getirdiğinde ağrım bir an azalacak sandım. Kasıklarıma doğru çekip orada tuttum suyu bir süre. Ağrım sıcakla azalırken iyice uyku bastırdı beni. Memet’e bıraktım kendimi. Köpürtüp yıkadı bedenimi hızlıca. 

Suyu kapadığında ona tutunup kalktım ayağa. Bacaklarımın arasından bebeğin suyu sızıyordu yine. Üç gün önce doğum nişanı gelmişti. Suyum da sabahtan beridir kaçırdığım idrar sanacağım kadar küçük damlalarla akıyordu. Şimdi bir avucu dolduracak kadar akmıştı. Sonlanmasını bekledim kocama tutunup. 

Sonra havluya sardı beni Memet üşümeyeyim diye. İçeri götürdü. Islanan pantolonunu hemen değişip, bana kıyafet seçmeye geçti. Sadece bol penye bir elbise giydirmesini istedim. Ne giysem batacaktı. 

Elbiseyi başımdan geçirdiği gibi yorganın altına girmek istedim hemen. Havluyu alıp arkama oturdu. “Uyuyayım,” dedim yastığa kavuşmaktan başka bir istemezken. 

“Saçın ıslak,” dedi havluyu boynuma sererken. 

“N’olur uyuyayım. Kurur kendi kendine.”

“Yaslan bana,” diyerek göğsüne dayadı sırtımı. “Sen uyu,” dedi saçlarımı göğsüne doğru açtığı havluyla sıkarken. 

Sancım tekrar tezahür etmeden uyumak istiyordum hemen. Üç gündür aralıksız uyuduğum iki saatim bile olmamıştı. Yine olmadı. Tam uykuya dalacağım dediğimde sancı aldı beni. 

Memet’in bacaklarının arasına sığınmış, göğsüne dayanmıştım. Her sancıda kendimi ona itip sığınırsam bir şekilde acım dinecek sanıyordum. 

Saçım yavaş yavaş kururken sancımın aralıkları da kapanmaya başlamıştı. Uykuyla uyanıklık arasındaydım o ara. Kendimi kasmaktan beni uyandırmasını söylemiyordum. Her kasılmamda Memet’in elleri karnımdan sırtıma dek geziniyordu masaj yapar gibi.

Acıdan artık uyuyamaz hale geldiğimde canım yanıyor diye ağlamamak için direnecek gücüm kalmamıştı. Memet’in göğsünde ağlamaya başladım.

“Ne yapayım? Söyle,” dedi hâlâ sırtımı sıvazlarken çaresizce. “İstersen başka hastaneye gidelim? Baver’in doktor arkadaşı vardı. Yatıralım seni oraya. Ağrı kesici versinler.”

Ağrı kesici veremezlerdi. Başka hastaneye de ben gitmek istemiyordum. İnsan doğuma tanımadığı insanlarla girmeye cesaret edemiyordu çünkü. Bildiği, güvendiği, her halini bilen doktoru istiyordu. Kendi doktoruma gitmek istiyordum. Belki bunca sancıdan sonra yeteri kadar açıklığım olmuştu. Bu kez beni yatırmadan doğruca doğuma alacaklarına emindim. “Gidelim,” dedim sığındığım yerde kıvranırken.

“Gidelim,” dedi hemen örtüyü üstümden atıp. Benim olduğum yere akan su altımda birikmiş, göle çevirmişti yatağımı. İlk kendini sıyırdı Memet. Sonra ellerimi tuttu. “Ver yükünü bana.”

Kendimi kaldırmak için belimden güç alacağımda aralık bacaklarımın arasına ağırlık çökmüştü sıkışma hissiyle. “Mem,” dedim kapıldığım dehşette.

“N’oldu?”

Elimi altıma attım. Hissettiğim ıslaklık sadece akan suyum değildi. Kanamam da başlamıştı. Korkuyla aldığım nefesin sebebi bundan da fazlasıydı. Elime değen şey eğer bebeğimin başıysa ben buradan asla kalkamazdım. “Halamı çağır,” dedim olduğum halde milim kıpırdayamazken. 

“Halamlarla olmaz. Kalk doktora gidelim,” dedi beni kaldırmak için.

“Kalkamam!” dedim hissettiğim acıdan mı korkudan bilmem bağırarak. “Kadınları çağır! Doğuruyorum!”

Memet vaziyeti anlayınca ellerini benden çekmiş, birkaç adımda kapıya çıkmıştı. Merdivenlerin başından bağırdı hiç düşünmeden. “Anne!” Bir nefes duraksadı. Annesine seslenmeyi o da beklemiyordu sanki. “Hala! Teyze!” diye seslendi peşine. 

Kalkacak pozisyonda kalakalmıştım. Bacaklarımın kasları gerilmekten yırtılacak sanıyordum. Çığlık atacak hale getiriyordu o ağrı beni. Ama bacaklarımı kapatırsam bebeğimi boğarım sandığımdan kıpırdamaya korkuyordum.

Katın merdivenlerini hızlı bir kalabalık çıkmıştı. En önde kızlar gelmiş, kadınlar tutuna tutuna çıkmışlardı basamakları. 

“Bebek geldi!” dedim biri bir çare bulsun diye bana.  

Gulazer hala çayın yanına ağzına attığı lokumu daha tam bitirememiş, hızlı hızlı çiğnerken gelip beni birden yatağa devirdi. İçine düştüğüm dehşetten bağıramadım bile. Elbisemin eteğini kaldırıp altıma baktı. “Wey lo!” dedi kadınlara dönüp. “Bila lingên diya te bişkênin!*(Annenin ayaklarını kırsınlar!) Ben demedim çıkıp bakın bebek şimdiye inmiştir?!”

Emin Teyzeyle Halime Hanım koşturdu yatağın ucuna hale bakmak için. Gulazer hala eteğimi havada tutmuş onlara da göstereceğinde utançtan elimle elbisemi dizimin altına ittirmek istedim. Elime vurup eteğimi tam açtı beni şoka atıp. Mori halayla annem de geldi, hepsi birden en mahrem yerime baktı. “Hala!” diye bağırdım tüm kan yüzüme atacağında.

“Gunehe*(Günahtır),” dedi Mori hala. Esme’nin dolaptan çıkardığı örtüyü alıp attı bacaklarımın üstüne. Ardındaki kızlara da uzaklaşıp bakmamalarını söyledi. 

Asmin gebeliğinin ortasında olmasına rağmen henüz yeni yeni belirginleşen karnını tutmuş, yetişmişti kalabalığa. Gulazer hala onu gördüğü gibi kızıp çıkarttı dışarı. Doğumu görüp korksun istemiyordu. 

Emine Teyze, Esme’den aldığı çarşaflardan birini iki eliyle çekiştirip parçalara bölmeye başlamıştı. Mori hala da Zelal’e çay suyunu getirmesini söyledi. 

Beni doğurtmak için hazırlandıklarını görünce başımı kapının önündeki Memet’e çevirdim. Yalvarmak üzere bir halde baktım yanıma gelmesi için. Memet içeri girecek olduğunda annemle Halime Hanım karşı çıkarmıştı hemen. 

İçeri girmektense doktor getirmesinin daha doğru olduğunu anlayan Memet “Hemen geleceğim,” dedi benim kadar telaş içinde. 

Gitsin istemiyordum ama doktorumu getirsin istiyordum. Başımı salladım. “Hemen gel!”

Zelal bir leğenle çaydanlığı kucaklamış peşinde Dicle’yle gelmişti. “Yenge!” dedi Dicle kucağında Yaman’la. 

“Çocuklar!” dedim içeri girmek yerine onların yanlarına gitsin diye. Çığlıklarımı duyup korksunlar istemiyordum. Dicle Asmin’le birlikte onlara bakacağını söyleyip çekti kapıyı. 

Odada Xezal’la Zelal kalmıştı kızlardan. Esme kadınların diğer istediklerini getirmeye gitmişti. Emine teyze banyodan aldığı makasın ne kadar keskin olduğunu sordu. Mori hala da üstüme attığı örtüyü kaldırıp bebeğin gelişini kontrol ediyordu. 

Xezal bir açılıp kapanan makasa bir de örtüden göründüğü kadarıyla benim bacak arama baktı önce. Zelal’e tutunacak oldu. Gözlerinin rengi yerini aka bırakırken geriye doğru yalpaladı. 

Kızın bayılacağını anlayan Zelal onu bebek odasına sürükleyip üstüne kapıyı kapatıp geri döndü yanıma. “Ben ne yapayım?” diye sordu Mori halanın yanında soluğu alıp. 

“Bana bakma!” dedim odadaki herkesin bakmasından ne kadar utandığımı anlasınlar diye. Diğerleri büyükler diye bir şey diyemiyordum ama zaten sancı içerisindeydim. Her an birine kırılacağı bir laf edeceğim endişeydim.

Zelal hiç alınmamıştı. “Emin ol abim bu kadar görmemiştir,” dedi yatağa oturup yanıma yanaşırken. Elimi tuttu. “Korkma. Bebek görünüyor. Sıksan çıkacak.”

Asıl korktuğum da o kadar uca kadar gelmesi ve benim bir oda dolusu kadınla olmamdı. Birinin elinde makas, öteki örtünün altına başını sokmuş bir şeyler söylüyordu. Hayatım boyunda bu kadar utanırken bu denli korktuğum başka an olmamıştı. 

Annem başımda durmuş elini alnımdan saçıma kadar götürüyor, sanki onu doğurtacaklarmış gibi içi yana yana ağlıyordu. Zelal yanımda elimi tutmuş korkmayayım diye dinleyip gülemeyeceğim son derece edepsiz şakalar yapmaya çalışıyordu. 

Emine teyze sonunda makasın yeterince keskin olmadığına kanaat etmiş Memet’in jiletiyle ucunu sivriltmeye başlamıştı. Yaptığı şey hem hijyenik gelmiyor hem de çok korkutucu görünüyordu. 

Mori hala örtümün altından eline bulaşmış kanla çıktığında akşam namazını kılıp gelmediğine pişman olduğunu söylüyordu. 

Gulazer hala yatağın alt köşesine oturmuş elini kasıklarıma bastırıp oraların acıyıp acımadığını soruyor, çığlık atmamdan acıdığına emin olduğu yerlerime sıcak suya sokup çıkardığı bezleri seriyordu. 

Halime Hanım ise bana dokunmaya çekindiğinden yatağın etrafında gidip geliyor arada durup elini açıp Allah’a beni de bebeği de bir avazda kurtarması için yalvarıyordu. 

Etrafımda dönen bu teranenin içinde ben sancılar içerisinde ter atıyordum. Nihayet biraz sonra Mori hala da Emine teyze de vaktin geldiğinde ortak bir karar almışlardı. Tüm gücümle ıkınmamı istediler. Doktorun doğuma yetişemeyeceğini kabullenmiştim artık. Kadınlar ne dese yapacaktım.

Zelal’le annemin elini sıkıp tüm gücümle kendimi sıktım. 

Olmadı. Tekrar tekrar ıkınmamı söylediler. Bağıra çağır ıkındım peş peşe. Hiçbiri yeterli gelmedi. Bu kez Mori hala Gulazer halaya bebeği yukarıdan ittirmesini söyledi. 

Gulazer hala kalkıp ellerini karnımın iki yanına koydu. Bana ıkın dedi. Tam ıkınacağımda birden karnımın üstüne dirseğini koyup tüm gücüyle aşağı bastırdı. Yatağın döşeğiyle hala arasında sıkışırken ıkınamayacak kadar acıya düşmüş, can havliyle bağırmıştım. “Memet!”

“Kurreder Memet!” dedi Gulazer hala tepemde. “Memet wisa kir! (Zaten Memet böyle yapmış!)”

Kadınlar daha kuvvetli ıkınmam için hep bir ağızdan bir şeyler diyorlardı. Derin derin soluklanıyordum onları dinlerken. Tekrar başa aldılar. Hala karnıma yukarıdan bastırırken bağırsağıma kadar her şeyimin altımdan atacağını hissettiğim o sancıda ben de ıkınmaya çalıştım gözyaşları içinde. Terden bir havuzun içinde sancıdan kendimden geçeceğim sandığım anda kadınların hayret dolu nidaları eşliğinde bir rahatlama aldı beni nihayet.

Mori hala iki eliyle tutup havaya kaldırdığı kanlar içerisindeki bebeğimi gösterdiğinde bir an kendimi rüyadayım sandım. Emine hala elindeki bezlerle bebeğimin yüzünü gözünü silerken, Gulazer hala şaplağı oğlumun poposuna sertçe indirmişti keyifle. 

Kulağımın hayali perdesini yırttı bebeğimin çığlık çığlığa ağlaması. Tuttuğum elleri bırakıp uzandım hemen almak için. Kan revan içinde demeden çekip yatırdım koynuma daha kordonu kesilmeden. 

Hızlı hızlı nefes alıp vermesinden inip kalkan çıplak göğsünü öpüp, ağlamaktan titreyen çenesine sürdüm yüzümü. 

“Ay bu ne?” dedi Zelal ne kadar zamandır bana ağlıyor bilemeyeceğim kadar kırmızı gözlerle. “Bu kadar çirkin olacağını bilmiyordum.”

İki elimle yavrumun çıplak vücudunu sarıp kendime yasladım üşümesin diye. Doğar doğmaz çirkin dediği için şimdi değilse de sonra kızacaktım halasına. Şu an sadece doğurduğuma inanmak istiyordum. 

Annem çığlıklarımı dinlemeye zor dayanmış, bebeğimi kucağıma aldığımı görünce kendini yere bırakmış ağlamaya Esme’nin kollarında devam etmişti. 

Halime Hanım çocukların odasından getirdiği temiz bebek battaniyesiyle yatağa çıkmış, ağlamaklı bir gülme halinde şükrederken bebeğimin üstünü örtmüştü. 

Mori hala dua eder pozisyonda tuttuğu kanlı elliyle kıyafetlerinin abdest tutmayacağını, annemden kıyafet alacağını söylemişti. 

Gulazer hala ablasına dönüp normal abdest mi yoksa gusül mü almaları gerektiğini soruyordu. 

Onları dinleyen Emine Teyze elinden düşürmediği makasla bebeğin eşini çıkartmak için benim oğlumu bırakmamı bekliyordu. 

Hiç bırakasım yoktu. Ne kanamam ne ağrım ne bitirmem gereken doğum umurumdaydı şu saatten sonra. Bebeğim ağlarken onu sarıp sarmalamak, kanı tam silinmemiş yüzünü öpüp koklamak istiyordum. 

Ben bebeğimi sarmalamaktayken benim doktorum olmayan önlüklü biri girmişti içeri. Erkek olduğu için ilk tedirgin olacaktım ki onu düşük yaptığım zaman gördüğümü hatırladım. Baver’in özel hastanede çalışan arkadaşıydı. En yakında diye onu getirmiş olmalılardı. Şükür ki doğumun bitişini Emine teyzeden alıp o yardım etti bana. 

Hastaneye götürülmemiz için kalkmam gerekti. Kalkınca yıkılmayayım diye koluma bir paket serum taktı doktor genç. Zelal üzerimi değiştirip başımı kapatmama yardım etti. Kadınlar ortalığı toplarken Memet’le Baver odaya girip iki koluma girip kaldırdılar beni yataktan. 

“Olaysız, dramsız bir tane işin olsun be Zühre,” dedi Baver bıkkınlıkla. 

Zelal bebeği almış, Esme evvelden hazır ettiğim çantaları koluna takmıştı. Bizimle hastaneye geldiler. O geceyi hastanede geçirdik bebeğimle. Çok şükür sorun çıkmamış, ertesi gün öğleden sonra çıkartmışlardı beni. 

Beni doğurtan kadınların hepsi yokluk döneminde doğumlarını evde yapmışlardı. Bu yüzden bebek kaybeden de olmuştu, aramızda olmasa da canını kaybeden de. Şanslı olanlar benim doğumuma girmiş, benim de kendileri kadar şanslı olan tarafta kalmamı sağlamışlardı. Tüm yardımlarına minnettar olmakla birlikte bir daha evde doğum yapmayacağıma yemin etmiştim. 

Hastaneden çıkmadan benim doktorum gelmişti bebeğimi görmeye. Evde doğurarak kara listesinin en başına adımı altın harflerle yazmıştım artık. Beni bir ömür unutmayacağı kesindi.

Memet’in sürdüğü arabada ön koltuğu geriye yatırıp oturmuştum. Kucağımda battaniyelere sardığım bebeğim uyuyordu. Zelal, Esme ve Baver evdekilere tatlı dağıtmak için önden gidecekti. Biz arabada yalnızdık bu yüzden.

Kırmızı ışıkta durduğumuzda Memet yanaşıp başımı kaldırmadan sürekli izlediğim oğlumuza baktı. “Sana benziyor.”

“Sırf saçları koyu renk diye diyorsun,” dedim gülümsememin aksine kızacak gibi kaşlarımı çatarken. “Gözlerini gördün mü hiç?”

“Açmıyor ki kurê kere*(eşeğin oğlu),” dedi oğlumuzun doğduğundan beri sıkı sıkıya sıktığı gözlerini işaret ederek. 

Ben de görmemiştim daha. Hayatımın en uzun uykusuna yatmak istemiştim hastanede. Esme’nin dürttüğü anlarda onun kontrolünde yarım yamalamak uyanıp emzirmek dışında başımı kaldıramamıştım yorgunluktan. Bu sabahtan beridir de gözünü açmamıştı bizim oğlan. 

Elimi burnun ucuna vurdum hafifçe. “Beyefendi doğduğunuzdan haberiniz var mıdır acaba? Açar mısınız babanızdan aldığınız gözleri?”

Burnunun ucuna dokunuyorum diye rahatsız olduğunu incecik ellerini hareket ettirerek belli etmesine karşın gözlerini açmıyordu. 

“Gözlerini benden alsaydı açardı,” dedi Memet ışık değişti diye gaza basarken. “Belli ki annesi gibi uykucu.”

“Ne uykuculuğumu gördün?” dedim dikkatimi dağıtmasın diye ona bakmazken. “Üç dört gündür şu uyuduğum birkaç saat kadar uyumuş muyumdur?”

“Sen ne kadar uyuduysan o kadar uyuttun Zühre,” dedi Memet yorgun gözlerini bana çevirince.

Onun da benle yatıp kalktığını, işe gidip geri yanıma koştuğunu biliyordum. Yine de Gulazer halanın üzerine çıkıp organlarına bastırdığı bir doğumu ömrü boyunca yaşamayacağı için ona gram acımayacaktım. 

Oğlumun çenesini açıp kapadım parmağımla hafif bastırarak. “Beyefendi. Adınız Mehmet mi, Rojhat mı? Görelim mi artık?”

Sonunda onu rahatsız etmeyi başarmıştım. Gözlerini açıp kapadı. “Aha!” demişsem de renginden emin olamamıştım. “Bakayım annem,” dedim tekrar rahatsız ederken. 

Sonunda uykusu bozulmuş. Ağlamak üzere açmıştı gözünü. “Aşk olsun Memet!” dedim ilk defa bir çift kahve göze teessüf etmek için.

Güldü dediğime. Evin önünde durduğu gibi döndü bebeğimize. “Ben sana demedim?”

“Dedin!” dedim hevesim kursağımda. “Dedin ama böyle bir cimrilik edeceğini de beklemedim.” Rojhat’ı hafif hafif salladım ağlaması dursun diye. “Bir çift mavi gözdür Mem! Benden sakındığına değdi mi?”

Gülerken elini boynuma atıp kendine çekti. Şakaklarımdan öptü gülmesini durduramadığı aralıkta. “Ben bunu nasıl belirleyebilirim Zühre? Haksızlık etme.”

“İstemediğinden,” dedim her türlü kabahat ondadır diye. 

“Biz göz renginde iddialaşırken sen zaten hamile değil miydin?”

“Ne fark eder?” dedim hakikaten de öyleydi diye alttan alacağım yokken. “İçinden gelecek olsa öncesinde de gelirdi.”

Alnımdan öptü bir kez de. “Böylesi daha güzel,” dedi Rojhat’ın üzerini örterken. “Sana benziyor biri de.”

Üzülmeyeyim diye böyle dediğini düşünüyordum. Çocuğumun gözünün rengini şu saatten sonra değiştiremeyeceğim için Mehmet ismini attım heybeme. Mutlaka bir bebeğime koyacaktım bu ismini. Mümkün değildi unutmam.

Ben Rojhat’la inerken Memet çantaları almıştı arkadan. Birlikte girdik evimize. Evin içi insan kaynıyordu yine. Haberi alan gelmişti bizi sevdiklerinden. Ben doğrudan yukarı çıktım hiçbirine görünmeden. Bebeğimi yatağın yanına çekilen beşiğe koyup üzerimi değiştirdim hemen. Xezal’ı beşiğin başına dikip aşağı indim topallayacakmışım adımlarımla dikkatle. 

Beni görür görmez sevinçten ayaklanmıştı kadınlar. Hepsini selamlayıp bana ayrılan yere oturdum. Emine teyze şu son aylarda tanıdığım kadarıyla biraz dedikoduyu seven güleç bir kadındı. Her gelene doğumu nasıl yaptırdıklarını yeni baştan anlatıyor, Mori halayı abarttıkları yerler haricinde her kelimesine şahit tutuyordu. 

Gulazer hala gördüğü en zor doğum olduğunu, bebeğimin en çirkin bebek olduğunu, benim de onlar olmasa ölüp kalacağım kadar güçsüz olduğumu söylüyordu her ona sorulduğunda. Arada bana bakıp alınmayayım diye kaş göz yapıyor, Emine teyzenin anlattıkları yüzünden nazar olmayayım diye çabaladığını anlamamı bekliyordu. Annemle Halime Hanım mutfakla ilgilenirken kızlar sağa sola servis yapıyordu. 

Çocuklarımı arka bahçeye çıkartmışlardı oynasınlar diye. Onları görmek istediğimden mutfağa geçtim önce. Orada bana ihtiyaç olmadığını, kadınların hallettiğini görünce arka bahçeye açılan kapının önünden perdeyi çektim. 

“Kim gelmiş?!” dedim çocuklarım beni fark etsin diye.

Anında Dicle’yle oynadıkları oyunu bırakıp döndüler bana. “Anne!” dedi Kerem topu yere atıp bana koşarken. 

“Inne!” dedi Mir de yalpalaya yalpaya bana gelirken. 

Ağrıdan yavaş yavaş çömeldim onlar bana varana kadar. Birlikte atladılar üstüme. Geriye düşmeyeyim diye kapıya dayadım sırtımı. İkisini peş peşe öptüm birkaç kez. “Oh! Anneniz sizi nasıl da özlemiş!” Boynumun iki yanına aldım başlarını. “Siz de beni özlediniz mi?”

Kerem benden ayrılıp ispiyonladı hemen kardeşini. “Anne! Mi alaa…”

“Mir sen ağlamış mısın?” dedim Mir’i koynumdan çekip. Başını salladı suçlu gibi. “Niye annem?”

“Inne. Bava. Dit,” dedi elini öteye savurup. 

“Anneyle baba gitmedi,” dedim biz gittik diye ağladığını anlayınca. “Biz doktora gittik. Şimdi geldik.”

“Men alama,” dedi Kerem başını sağa sola sallayıp. Kendisinin ağlamadığını söylüyordu. 

Dicle Yaman’ı beline oturmuş, arkalarından kaşlarını yukarı oynatmıştı. Belli ki ikisi de ağlamıştı ardımdan. Ellerinden tuttum. “Size sürprizi göstereyim mi?”

“Çoko!” dedi Mir sevinçle çikolata geleceğini tahmin edince.

“Dondo!” dedi Kerem de dondurmadan yana hakkını kullanıp.

“Öyle yenilir bir şey değil,” dedim güç bela doğrulurken. “Odaya gelin benle.”

Çocuklarımı alıp çıktım mutfaktan. Memet çaydanlıklarla salona erkeklerin yanına gidecekti. Çocuklar onu görünce elimi bırakıp babalarının bacaklarına yapıştılar. Memet çaydanlığı uzaklarında tutup Baver’e teslim ederek salonun kapısını kapattı.

Trabzanlarını tutup bir basamak çıktım. “Getir babaları oğullarını. Sürprizimizi gösterelim.”

Memet ikisinin ellerini tutup dikkatle çıkardı merdivenlerden. Her basamakta birbirleriyle yarışmak için zıpladıklarından benim yavaşlığımla bir gelmişti odaya. Kapıyı araladım. Xezal beşiği sallıyordu. Onu aşağı gönderdim yeterince yoruldu dinlensin diye. 

Geçip yatağa oturdum. “Gelin bakayım kucağıma.” Koşturarak çıktılar yatağa. Karnım doğum yapmamışım gibi şişti daha. Ona alışkınlardı. İki yanımdan üzerime atıldılar. 

Mir tepemin üstünden beşikte kıpırdananı fark etti ilk. “Inne. Ne?”

Kerem beşiğin tıkırtısıyla oraya uzandı hemen. “Yama,” dedi Yaman olabileceğini sandığından. 

Kerem, Yaman’ı sanıyorum onlara benzediği için çabuk kabullenmişti. Bir de Dicle’nin odasında kalıyor, onunla uyuyor diye çok kıskanmamış, Mir’de olduğu gibi hemen alışmıştı varlığına.

“Yaman değil. Rojhat,” dedim kardeşleriyle tanışsınlar diye. “Mem getirsene.”

Memet beşiğin içindeki örtülerle kaldırdı miniği. Getirip kollarıma bıraktı. Kendi de yamacımıza oturdu. “Anlat bakalım,” dedi tanıştırma işinden kendini sıyırıp.

Rojhat’ın üstündeki örtüyü sıyırıp iyice görmelerini sağladım. “Kardeş.”

“I-ıı,” dedi Kerem işaret parmağını sallayıp. Kendi gösterdi önce. “Me.” Mir’i işaret etti. “Mi.” 

Parmağını alıp kardeşinin üstüne getirdim. “Rojhat.”

“I-ı,” dedi sinirli bir inatla. 

Şaşırdım tavrına. “Oğlum niye?” dedim telaşla. Elimi göğsüne koydum. “Kerem benim oğlum.” Mir’e geçtim aynı şekilde. “Mir benim oğlum.” En son Rojhat’ı gösterdim. “Rojhat benim oğlum.”

Baskınca “I-ıı,” derken ağlayacak oldu. Bize sırtını dönüp kendini Memet’in üstüne attı.

Şok oldum reddine. Mir’e baktım. “Annecim kardeş?”

“Dit,” dedi eliyle Rojhat’ı itip. Kerem’in kabullenmediği bir şeyi imkân yok Mir onaylasındı. Memet’e sarıldı o da.

Böyle yapmalarını beklemiyordum. Beni reddetmişler gibi ağlamak istedim. Memet’e baktım. O gülüyordu. “Gülmesene,” dedim gözüm dolarken. “İstemiyorlar çocuğumuzu.”

“İsteyecekler,” dedi kendinden emin şekilde. “Reddetmekle olsaydı o işler, ben Baver’den kurtulmuştum şimdiye.”

Memet tüm kardeşlerini kendi çocuğu gibi seviyordu. Sanmıyordum birini reddettiği herhangi bir yaşı olsun. Benim çocuklarım kardeşlerinin yüzüne ilk günden bakmamıştı. Hiç mi sevmeyeceklerdi birbirlerini?

Memet ağlayacağımı anlayınca gülmeyi kesti. “En çok onu sevecekler Zühre. Alışsınlar, bi bekle.”

Benim kadar alınmış mıydı bilmiyorum Rojhat da ağlamaya başlamıştı. Onun ağlamasıyla irkildi çocuklarım. Memet’in arkasına geçtiler hemen. Böyle yapmalarına daha çok alındım. “Canavar gibi davranıyorlar,” dedim Memet’e şikayetle. 

“Yok öyle bir şey,” dedi Memet çocukları ardından çıkarıp bacaklarının iki yanına oturturken. “Oğlum kardeş bu. Bebek,” dedi Rojhat’ın örtüsünü okşayıp. 

Rojhat’ın susası yoktu. Aç olduğunu tahmin edip göğsümü aralayıp ağzını tutuşturdum. Mir hızlı bir soluk almıştı gördüğüyle. “Inne! Kıh!” dedi hemen bıraktırayım diye. 

Sütten kesmek için son çare memenin kıh olduğunu söylemiştim. Dicle’nin sütü gelene kadar da Yaman’ı gizliden emzirmiştim. İlk defa kendinden başka bebeği emzirdiği görmüştü Mir. 

“Ona kıh değil annecim,” dedim iki yana dertli dertli sallanırken. “Bebek aç.”

“Bebi. Kıh,” dedi Mir inatla. Örtüsünden tutup memeden çekmek istedi. 

Memet yataktan kaldırdı onları. “Bir süre görecekleri yerde emzirme,” dedi çocukları götürürken. Onların odasına girip kapıyı kapadı üstlerine.

Rojhat’ın yüzünü sevdim abilerini onu sevmedi diye üzülerek. İki yana salladım kendimle. Biraz da ağladım kendimce. Emzirirken arada yabancı gözle bakayım dedim acaba çirkin midir diye. Belki kendi yavrumdur diye beğeniyordum ben yine. 

Zelal araladı kapıyı. Müsaitsem bebeği görmeye gelecekler vardı. Göğsümü kapayıp beşiğe koydum oğlumu. Halamlar gelip üzerine okuyup çok bakmadan çıktılar nazar olur diye. Artık evlerine gideceklerdi, veda ettiler. Asmin gelip biraz yanımda oturdu. Doğumla ilgili sorular sordu. Korkutmamak için aşağıda anlatılanların törpülenmiş halini sonra anlatacaktım ona. 

Memet’in teyzelerini getirdi Halime Hanım sonra. Rojhat’ın üzerine yazmalarımdan biri attı onlardan sonra gelenler hiç görmesin, nazar etmesinler diye. Sanki kendi doğurmuş gibi gururluydu Halime Hanım. Rojhat’ın elini ayağını bile Memet’in küçüklüğüne benzetip sevmişti. Bir tek gözlerini bana benzetmişti. Gerisi Memet’ti ona göre. Mir’in kahve gözlü hali olduğuna emindi.

Zelal kulağıma fısıldadı. “Şu ana dek her yerini görmüş biri olarak söylüyorum. Evet sadece gözleri sana benziyor.”

Geçmişe dönme şansım olsa Zelal’i doğum yaptığım odanın önünden geçirtmezdim. Rezil rüsva etmişti beni. “Sen sanki dağ başında mı doğuracaksın Zelal? Seni de birileri görecek.”

“Çocuk yapacak kadar delirmişsem gelen baksın, gören ellesin valla. Rojhat sağ olsun doğuma tövbe ettim.”

Hiç de öyle olacağını sanmıyordum. Âşık olduğu zaman kocasına on tane de doğuracak göz vardı Zelal’de. “Sen değil de Xezal tövbe etmiştir. Garibimi niye aldınız odaya?”

“Ay ne bileyim ne zaman girdi peşimden?” dedi Zelal dalga geçecek gibi gülerken. “Bayılınca bunu çocukların odasına koydum ya. Bu orada bir uyumuş. Sabaha kadar!”

Başta güleceğim gelse de biz olmayınca kimsenin onu aramaya çıkmamasına ben bile kırılmıştım. Bir iş olduğunda Xezal daima orada oluyordu. İş bitince köşesine çekilse kimse akıl edip yanına çağırmıyordu. Uyumsuz bir huyu olduğundan değildi. Sosin Hanım lanet gibi çökmüştü kızın üstüne. Koçer amca bize geldiğinde Memet özellikle yanında getirmesi için ısrar etmese Xezal’ın evden çıkmasına müsaade etmiyordu annesi. Gönül’ü bir odaya kapatan kadın, Nuşen’den sonra Xezal’ı da eve kapatmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Bana göre Xezal’ı kurtaracak tek şey annesinden onu bastıramayacağı kadar uzakta olmasıydı. Ürdün gözüme pek cazip geliyordu.

Zelal kadınları alıp odadan çıkarttığında Memet çocuklarla birlikte geri gelmişti. “Bava. Bebi?” dedi Kerem sorar gibi. 

“Evet işte. Bu bebi,” dedi Memet Kerem’i yatağa bırakıp. “Öp hadi gösterdiğim gibi.” Kerem yaklaşıp kardeşinin örtüsünün üstünden yarım yamalak öpmüştü. “Anneyi de öp.”

Kerem bana kuvvetli bir öpücük vermişti elleriyle başımı sarıp. Tutup ben de onu öptüm. 

Mir’i yatağa bıraktı Memet bu defa sıra onda diye. Mir babasının gömleğine asılıp ayaklarını bile yatağa koymadı. “I-ıı,” dedi inatla. “Bebi. Dit!”

“Memet,” dedim şikayetle. “Git, diyor.”

“Ya sabır,” dedi Memet Mir’i kucaklayıp. “Bırak Rojhat’ı.” 

“Üzülecek yavrum,” dedim abileri istemezken ben de bırakırsam içerler diye. 

“Ben alacağım Zühre. Bırak sen.”

Memet’e güvenip bıraktım yatağa. Kerem hemen boş kalan kucağıma yerleşti. Memet Mir’i de bıraktı yanına. Rojhat’ı aldı. 

Mir kucağımdan kalkıp karşı çıkacak oldu. “Bava,” dedi ağlayarak.

Memet yatağa girip yanımıza oturdu. “Şşş,” dedi Rojhat’ı göğsüne yatırıp bir eliyle tüm gövdesini kaplarken. “Gel yanıma.” Mir’i göğsündeki boşluğa yatırdı. “Yok git demek.” 

Kerem de onlara katılmak için Memet’in bacaklarının üzerine oturmuştu. “Bebi. Cici,” dedi ellemiş olmak için sırtına avucunu sürterken. 

Yaman’ı çizmesinler diye cici diyerek sevdirmiştim. Kerem Mir’den alışkındı kardeşe. Yaman’la da bebek görmüştü. Rojhat’ı reddetmesi uzun sürmedi. 

Mir içinse annesinin sütünü paylaştığı ilk kardeşi olacaktı. Kerem ondan büyük diye takipçisi gibi her hareketini kopyalayarak öğrenmeye alışkındı. Rojhat’a alışması biraz zaman aldı. O alışma süresinde bebeği tam beşiğe yatırdığımda bana yardım etmek için beşiği deli gibi sallayıp kardeşini ağlatınca kaçacağını henüz bilmiyordum. Her sabah Kerem’le oyunlar oynarken Rojhat’ı da oyuna dahil etmek için oyuncağı kafasına fırlatacağını bilmediğim gibi.

Memet’e yanaşıp başımı omzuna yasladım. Mir’in sırtını, Kerem’in elini öptüm. Rojhat’ın kokusunu içime çekip kapadım gözlerimi. Memet’in omzuna sürdüm yüzümü. “Sizi seviyorum.”

Ben evimi de ailemi de kurmuştum nihayet. Benim mutlu sonum mutlu bir ömrün ardından gelmemişti maalesef. Göz yaşlarımla defalarca yıkanmış yüzüme sevdiklerimin sinesinde değen gülümseme kıymetli tam da bu yüzden. 

Kerem’i kimlikte Merxas hanesine yazıp bir ömür buranın evladısın diyecek insanların içine katmak mutlu sondu benim için. 

Mir’e kimseye yapamadığı nazı bana yapmaya çekinmeyeceği kadar kendimi sevdirmek mutlu sondu benim için.

Onlara oyun arkadaşı olacak, iş arkadaşı olacak, hayat arkadaşı olacak kardeşler vermek mutlu sondu benim için. 

Memet’in sıcağında biten gece, koynunda başlayan gün mutlu sondu benim için.

Benim mutlu sonum tam da sevdiğim gibi kalabalıktı. Memet’ten altı çocuğum doğdu. Kerem’le Mir ailemizin başını çekti, sekiz çocuklu bir kadın ettiler beni. 

Benim yasım kırkı çıkınca bitmişti. Ayaklarım Memet’in kapısına gitmişti. Mir’in kırkı çıkınca kader bizi yine bir etmişti. 

Ben o kaderin yüzüme gülmesi için bir kırk gecemi güne çekmiş, Akşam Güneşim’e öyle kavuşmuştum işte.

☀️☀️☀️

39 Bölüm 40 edince bitti. Akşam Güneşim de…

Hikayeyi Memet’le Zühre’den okuyacağımız kısım aslında 39 Part 5’te bitmişti. O günden sonrasını Hozan ve Nalin ile Bülbül ve Dans’ta göreceğiz. 40 bizim Memet’le Zühre’ye ait geleceği görebilmemiz için gerekti. 

Final Part 2 tüm çocukların büyüklüklerini görelim diye daha uzak bir geleceği içerecek sadece. 

Görüşmek üzere Akşam Güneşi ☀️

5 3 Oylar
Article Rating
Abone
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Şerife
Şerife
1 ay önce

Araca geçip Zühre’nin eve girdiğinden emin olana dek bekledim. Kapı kapanınca direkt şirkete sürdüm

Ista tam bu dobem bvd ıcın cokca onemlı olayların oldugı donem herhaldr

Scroll to Top
1
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın.x