BVD 6 PART 1

‘Unutmak gibi korkunç bir hisle seni yazdım kalbimin köşesine. Sevmek kadar delicesine bir işmiş. Şimdi atamıyorum senli hiçbir şeyi o köşeye.’

1986

Yine sabah erkenden kalkıp okula Hozan’la birlikte gitmiştik. Dersler bitene kadar onsuz canım çok sıkılmış, teneffüs zili çalana kadar saate bakmıştım hep. 

Çok şükür öğlene kadar dayanmıştım. Zil çalınca Orhan’la çantalarımızı alıp bahçeye çıkmış, Hozan’ı bulmuştuk hemen. Birlikte Orhan’ların evine geçerken hava sıcak diye meybuz almış, yavaş yavaş yürümüştük. 

Orhan’ın babası dükkanındaymış. Evde olmamasına sevinmiştim.

Orhan ödev yapmak için odasına geçmişti yine. Biz Hozan’la salona geçtik. Serap Hoca’yla çalıştık biraz. Bugünkü ders biraz zor geçmişti. Zorlandığımı gören hoca bana yazdığı ek derste eksiklerimi kapatabileceğimi söyledi. O zaman daha kolay gelecekmiş bana. O yüzden bugün kendimi zorlamak yerine Hozan’ı izlemiştim daha çok. 

Hozan’ın parmakları sihirli gibiydi. Tellerin üzerinden çok hızlı geçebiliyordu. Serap Hoca Hozan’ın enstrümanlara yatkınlığı olduğunu, bu yüzden çok çabuk öğrenebildiğini söyledi. Benim de bir yatkınlığım vardı: Hozan’a. O zaman ben de çok iyi çalmalıydım onunla. 

Dersimiz bitince Orhan ödevlerini bitirmiş, uyuyakalmıştı. Ona veda etmeden çıktık evden. Konağa dönerken Hozan’la yarış yapmıştık. Benim çantam biraz daha ağır olduğu için ikinci olmuştum. Hileydi bu! Sonraki yarışı çantasız yapıp Hozan’ı kesinlikle yenecektim. 

Konağa girdiğimizde Hozan terledi diye Halime Teyze kızmıştı. Bizi odamıza yolladı üstümüzü değiştirelim diye. Aç olduğum için hızlıca giyinip çıktım odadan. Hozan’ı beklemek için basamaklara oturdum.

Devran abi işten erken gelmişti. Avluda kendi kendine oynayan Xezal’ı görünce kollarından tutup kaldırdı. Karnından öpüp güldürdü kardeşini, omzuna oturttu. 

Xezal’ı taşırken bile dik yürüyordu Devran abi. Sanki o herkesten en güçlüydü. 

Keşke Devran abi abimin abisi olsaymış. O zaman biri bizi de severdi böyle. 

Nuşen abisinin geldiğini duyunca çıkmıştı salondan. Omzunda Xezal’la avluya oturdu Devran abi. Nuşen gelip abisinin dibine oturup bir şeyler anlatmaya başladı hızlı hızlı. 

Arada Xezal’ı düşürecek gibi öne arkaya sallayıp güldürürken Nuşen’i dinledi Devran abi. Sonra cebinden para çıkarıp Nuşen’e verdi. Nuşen sevinip sarıldı abisine. 

Xezal kayacak gibi olunca indirdi Devran abi. Boynundan öpüp kucağına oturttu. Ben de dizlerime dayadım dirseklerimi. Avuçlarıma yasladım çenemi. Onlar beni görmeden izledim onları öyle.

Nuşen parasını cebine koyup zıplaya zıplaya mutfağa gitmişti. Hemen sonra mutfaktan Sosin cadı kadın çıktı. “Devran!” diye kızdı. “Niye para veriyorsun buna? Gidip milletin çöpünü alıp eve getirecek!”

Devran abi Xezal’ın bozulmuş saçındaki tokayı çekip çıkardı. “Seviyorsa alsın.” 

Xezal annesi saçını tararken ağlıyordu sabahları. Nuşen yapmazsa hep saçları karışık geziyordu ortalarda. Şimdi Devran abi saçını parmaklarıyla tarar gibi ayırırken hiç ağlamıyordu. Elleri büyük olsa da acıtmıyordu abisi demek ki.

“Şımartıyorsun kızları. Çok şey verme.”

“Çocuk bunlar,” dedi Devran abi. “Şımarsınlar.”  Xezal’ın saçına tokayı geçirip çok sıkmadan topladı. Topladığı saçın ucunu tutup öptü. “Kesme Xezal’ımın saçlarını. Uzasın.”

“Taratmıyor. Bit düşecek,” dedi Sosin kadın. 

“Taratır,” dedi Devran abi. Xezal’ı kaldırıp karnından öpüp güldürdü yine. “Usludur benim ceylanım.” Kendine çevirip sordu. “Saçlarını kesmesin anne. Güzelce tarat. Tamam?”

“Tammam,” dedi Xezal. Abisinin kucağına oturup uyuyacak gibi yayıldı yerine. 

Ben sakız yapıştı diye saçımın iki yanından biraz kestirmiştim. Toplayınca çok belli olmuyordu ama birazcık yamulmuştu. Kalanları kesmesem, uzar mıydı Xezal’ınki gibi? Ben de uzatabilirdim çünkü.

Sosin kadın Devran abinin yanına oturdu. Tatlı bir sesle sordu. “Ayhan’la konuştunuz hiç?”

Ayhan kardeşini yanlışlıkla boncuk mermiyle vurdum diye bana tokat atan abiydi.

“Geldi bugün yanıma,” dedi Devran abi Xezal’ın saçlarını okşarken. 

Saçlarımın ucunu önüme çekip doladım parmağıma öylesine.

Sosin kadın konuştu. “Çok üzülmüş Ayhan. Devran abimle aramız bozulmasın ben gider özür dilerim demiş. Çok saygı duyuyor sana. Kızma çocuğa. Nedir? Bir tanecik vurmuş kıza. Biz büyüklerimizden bir tokat yesek kendimize kızardık ne yanlışımız olmuş diye.”

Devran abi annesine baktı göz ucuyla. “Kız yetim gibi ortada! Vurulur mu ona?!”

Ben ortada mıydım? Köşedeydim işte. Görmüyorlardı beni.

Sosin kadın hemen sesini alçalttı. “Tamam, Devran. Kim vuracak bir daha? Bak Ayhan da demiş oyuncak alayım gönlünü yapayım.”

“Gerekmez onun alacağı! Kapıya geldiğini görürsem kırarım kemiklerini.”

Kemiklerini kırmasına gerek yoktu. Ben zaten oyuncak istemiyordum kimseden. Hozan gibi enstrümanlar alacaktım. En önce de keman!

Sosin kadın Devran abinin koluna dokunup hemen lafa atladı. “Oğlum Ayhan benim amcamın torunudur. Ayıptır. Bak evleri uzakta. Halamın evine misafir gelmişler. Biz daha eve davet etmemişiz. Üstüne gidip küçük kızlarını vurmuşuz. Ayıp bizdedir. Derim ki…”

“Sakın!” dedi Devran abi. “Yol yapıp onları buraya çağırayım deme.”

Hozan çok yavaş giyiniyordu. Onu beklerken durup öyle dinliyordum. Dinlemiyordum. Kulağım duyuyordu kendi kendine.

“Düşman olacaksınız?” diye çığırdı Sosin kadın. “Gençtir. Yapmış bir cahillik. O kızın abisi bile kin tutmamış. Sana ne olmuş Devran?”

“Sen benim işime karışma,” dedi Devran abi uyarır bir sesle. 

Sosin kadın hemen sesini alçalttı. “Devran…” dedi tatlı bir sesle. “Vallah ben çağırmışım yemeğe. Gelecekler.” Devran abi Xezal’ın saçını okşamayı bıraktı. Sosin kadın telaşlandı. “Kızma oğlum. Ben daha siz kavga etmeden evvel çağırmıştım. Şimdi nasıl derim gelmeyin Devran sinirlidir diye?”

“Kendi kafana göre iş yapıyorsun be kadın!” dedi Devran abi. 

Devran abinin kardeşinin saçını okşaması gibi oğlunun kolunu okşadı Sosin kadın. “Allah aşkına geldiklerinde Ayhan’a fevri olma. Bak pişmandır. Özür dilemiş senden. Büyüğüsün sen. Ver elini öpsün, barışın.”

“Çocuk tembihliyorsun?” diye kızdı Devran abi. “Çık git yemeğine bak sen.”

“Yemeği halletmişim. Belki amcanın karnına sancı girsin! Gitmiş yaşlı hayvanın etini getirmiş eve. Halime’nin akrabası gelecek olsa…”

“Bir kere de fitne yapma!” diye bağırdı Devran abi birden. “Amcam kalkıp senin akrabana kurban kesmiş! Derdê dilê te çi ye?*(Yüreğinin derdi nedir?)”

“Bir şey dememişim, temam,” dedi Sosin kadın oğlunun kolunu tutup. “Pişirmişim eti zaten.”

“Kurbanı niye amcam getirmiş? Babam nerede?”

“Bila kûçik bavê te bixwe!*(Babanı köpekler yesin!)” dedi Sosin cadı kadın. 

“Doğru konuş adama,” diye Devran abi. Xezal uyuyacak diye bağırmamıştı. 

“Ne? Canımdan bezdirmiş beni!” dedi Sosin kadın sinirle bağırıp. “Ne kurban kesmesini bilir ne eve büyüklük etmesini. Her şeyi amcana bırakmış hep!” Yüzünü buruşturdu. “Akşam misafiri var, o gitmiş kardeşinin evine çay içmeye.”

“Niye?” diye sordu Devran abi. “Demedi mi bir şey? Bu saatte gittiyse halamın bir derdi vardır.”

Sosin kadın başını yanlara salladı. “Gulazer’in derdinden bize nedir Devran? Bırak babanın tarafını, hep buradadır onlar. Amcamın oğlu çocuklarıyla birkaç günlüğüne misafirliğe gelmiş. Senin dayın sayılır. Onları…”

“Bi’ sus be kadın!” dedi Devran abi Xezal’ı minderlerin üzerine yatırıp. “Halama bakıp geleceğim.”

“Devran ji bo Xwede!*(Devran Allah aşkına!)” dedi Sosin kadın bağırarak. Xezal kalktı sese. Abisinin gideceğini anlayınca ağladı.

Devran abi eğilip aldı kardeşini. “Nekire!*(Bağırma!) Bakıp geleceğim.”

“Birazdan gelecekler Devran,” dedi Sosin kadın oğlunun peşinden. “Baver gitmiş. Memet gitsin üstüne. Sen gitme!”

“Hepsi birden gidiyorsa vardır bir bela,” dedi Devran abi. Xezal’ı kucağından indirmek istedi. Xezal abisine yapışmıştı. Onu bırakıp giderse susmayacaktı. 

Devran abi ceketinin ilk bir kolunu çıkarıp kardeşini diğer koluna aldı, öteki kolunu çıkardı. Ceketi Xezal’ın sırtına atıp kendine yasladı. Ağlamasın diye Xezal’ı yanında götürecekti. 

Kapıya doğru yürüdüğü sıra beni gördü basamaklarda. “Misafir gelince ortalarda dolanma Bülbül. Geç kızların yanlarına. Onlarla otur, onlarla kalk.”

Başımı kaldırıp “Tamam abi,” dedim hemen. 

“Devran boş ver Gulazer’i,” dedi Sosin kadın oğlu kapıdan çıkana kadar. Devran abi susmasını işaret edip kapıyı çekip gitti.

“Gulazer bikeve binê erdê!*(Gulazer yerin altına girsin!)” diye bağırdı Sosin kadın kapıya doğru. O sinirle bana döndü. “Senin bokundur bu çekiyorum!” 

Ben ne yapmıştım? Oturduğum yerde oturuyordum.

Biri ardımdan uzanıp elimden tuttu. Hozan’dı. “Yengemin tepesinde cinler uçuyor yine. Gel sen. Boş ver onu.” Beni kaldırıp merdivenlerden yukarı çıkarttı. “O ne zaman kendi ailesinden biri misafirliğe gelecek olsa böyle çıldırıyor.” 

Hiç üst kata çıkmamıştım. Burada odalar olduğunu biliyordum sadece. “Hangisi senin?”

Hozan kendi odasını gösterdi bana. Bizim odamızdan büyüktü. Dolabın yanında Serap hocanın salonundakiler kadar olmasa da bir sürü enstrüman vardı. “Senin de mi var?”

“Var tabii. Boşa öğrenmiyoruz,” dedi yatağına atlar gibi otururken. 

“Elleyeyim mi?” diye sordum yatağın demirini yaslanırken. 

“Zelal’le Xezal’a elletmiyorum. Telleri çekiştiriyorlar. Sen öyle bir şey yapmazsın herhalde.”

Ayağımın tekini sallayıp yatağın altına sokup çıkarırken güldüm. “Beni kızdırmazsam yapmam.”

Yatağa sırt üstü uzandı Hozan. “Sana karışmıyorum Nalin.”

Ayağımı sallamayı bırakıp kutuların üstünden baktım önce. “Bu hangisi?”

“Bağlama.”

Hiçbir şeye ellememiştim ki daha. “Bağlamadım valla.”

Başını hafifçe kaldırıp baktı bana. Sonra kahkaha atarak başını geri yatırdı. “Adı bağlama. Kemandan önce çalmıştım ya.”

Doğru. Serap Hoca’nın evinde de vardı bundan. “Biliyordum. Şaka yapmıştım.”

“Kesin kesin,” dedi başını aşağı yukarı oynatırken. 

“Valla biliyordum,” dedim yanına gidip yatağının döşeğine dizimi vurarak. “Unuttum sadece.”

“Yalan söylerken valla deme.”

Elimi gülerken sallanan karnına vurdum. “Salak mısın Hozan?!”

Karnını tutarak doğruldu. Biraz gülüyordu ama biraz da kızgın bakıyordu bana. “Bilmiyorsun, bilmiyorsun. Ne diye vuruyorsun?”

Dalga geçiyordu çünkü. “Biliyorum çünkü!”

“Tamam, biliyorsun,” dedi karnını ovalayıp. 

Acıtmıştım galiba. Yatağa oturdum. “Çok mu acıdı?” Cevap vermedi bana. “Hozan,” dedim yüzümü eğip gözüne bakmaya çalışıp. “Özür dileyeyim mi?”

Gülecek gibi oldu. “Sormadan dilesene.”

“Barışmayacaksak dilemem,” dedim şakasına. 

“Dile. Barışacağım.”

“Özür dilerim,” dedim. Elini karnından çekti. Barış olmuştuk böylece. 

Kalkıp müzik aletlerine baktım. Bazılarını görmüştüm ama hiç ellememiştim. Hozan’a söyleyince yataktan kayıp yanıma geldi. Kutusundan çıkarıp nasıl çaldığını gösterdi. 

Ben bu kadarını çalamazdım. Bunların hepsini öğrenmek istesem beş yüz altmış yaşına gelirdim herhalde. Demek ki Serap Hoca haklıydı. Hozan’ın enstrüman çalmaya yatkınlığı vardı. 

“Hozan benim ne biçim yatkınlığım var sence?”

“Neye mi yatkınlığın var?” diye sordu. Başımı salladım. “Şarkıları çok çabuk ezberliyorsun. Hafızan çok kuvvetli belli ki.”

“Değil mi?” dedim bağdaş kurup ona yaklaşırken. “Ama sen de ezberliyorsun.”

“Benim birkaç günümü alıyor. Notalara odaklanıyorum ya. Sözler sona kalıyor. Ama sen hemen orada o dakikada ezberlemeye başlıyorsun.” Yere yayıldı. “Bir de ezberlediğimi tekrar etmeyince hemen unutuyorum ben.” İşaret parmağını alnının köşesine vurdu. “Hafızam sürekli tekrar istiyor.”

“Benimki yetenek o zaman değil mi?” diye sordum hevesle. Hozan yetenek derse yetenek olacaktı. 

“Yetenek tabii.” Doğrulup kutuların ağzını kapamaya başladı tek tek. “Serap Hoca senin ardından taklit yeteneği de iyi dedi ama o sen büyükçe sesinin değişimiyle değişecek bir şey. Sen kendi sesine odaklan. Taklit işini unut. Kendi sesini geliştir.”

Onu da yapardım. Ne yeteneğim varsa onları yapardım Hozan gibi. Hozan’la yapardım her şeyi. 

Müzik aletlerinin hepsini kaldırdığımızda aşağı kattan sesler duymuştuk. Önce misafir geldi sandık ama Devran abinin bağırdığını duyunca hemen yerimizden kalkmıştık. Hozan benden önce koşup indi aşağı. Ben merdivenlerin başına geldiğimde aşağıdaki kalabalığa şaşırmış, inememiştim. 

“Orospu çocukları!” diye bağırıyordu Devran abi. 

Çok ayıp bir küfürdü. Ağzım açık kaldı.

Devran abiyi evin içine kolundan bacağından tutup dört kişi sokmaya çalışıyordu. Biri benim abimdi, kolundan tutmuştu. Diğeri Memet abiydi, öbür kolundan tutmuştu. Baver abi tek bacağına sarılmış, ağırlık yapmaya çalışırken tanımadığım bir abi de göğsünden itiyordu içeri. 

“Devran!” diye bağırdı Yekta amca. “Sus artık!”

“Bırakın lan!” diye bağırdı Devran abi. Ayağını ileri salladığında Baver abiyi ileriye fırlatmıştı. 

Hozan’ı çağırıp tekrar aynı bacağa atıldı Baver abi. Hozan da Devran abinin diğer bacağına sarılmıştı. “Hala!” diye bağırdı Devran abi. “İçeri gir! Hala!”

Kapıda sadece Yekta amca var sanıyordum. Dış kısmını görmüyordum. Eğilip bakmaya çalıştım. 

“Hala!” diye bağırdı Devran abi yine. “İçeri gir yoksa gider yakarım o evi!”

“Ev çi bela ye ez ketime hundur?*(Bu ne beladır ben içine düşmüşüm?)” diyerek bir kadın girdi içeri. Kucağında Xezal vardı. Ağlıyordu. Kadının elini tuttuğu Xezal kadarcık bir oğlan çocuğu vardı. O da ağlıyordu. 

Devran abi iki kolunu çekip abimle Memet abiyi itti önce. Belinden sarılan abiye dirseğini vurmuş, Hozan’la Baver abiyi yakalarından tutup kendinden ayırmıştı. “Bir daha o eve gitmeyeceksin!” diye bağırdı halasına. Kadına doğru gidecekken onu tutan beşli atılmıştı önüne. Onların üstünden bağırdı Devran abi. “Halamı o eve götürenin kemiklerini kırarım!”

Xezal’ı yere indirip elini salladı hala olan kadın. “Temam, temam. Huş!” 

Yekta amcanın açık tuttuğu kapıdan Koçer amca girdi. Elinde bir havlu vardı. Kan doluydu. Burnuna tutuyordu. Hızlıca banyoya soktular onu. 

Devran abi babasını gördükten sonra önündekileri itip devirdi. “Lan! Öldüreceğim o şerefsizleri!”

“Devran!” diyerek oğlunun yamacına koştu Sosin kadın. “Tu diçî şerê kê? Bisekine kure min!*(Sen kimin savaşına gidiyorsun? Dur oğlum!)”

“Anne!” diye bağırdı Devran abi. Sosin kadın geriye giderken ben açık kalan ağzımı kapamıştım. “Karışma lan bana!”

Yekta amca dış kapıları kapattırıp içeri girdi. “Devran sus!” diye bağırdı yine. 

“Susmuyorum lan! Susmuyorum! Öldüreceğim hepsini!”

Yekta amca elini kaldırdığında Devran abiye indireceğini beklememiştim. Öyle sert bir tokat vurdu ki Devran abiyi tutanlar kenara çekilmişti. “Were ser hişê xwe!*(Aklını başına al!)” diye bağırdı Yekta amca. 

Devran abi elini kaldırdı. Bir an onun da Yekta amcaya vuracağını sandım. Ama Devran abi elini amcasının omzuna koydu. Başı öne doğru eğildi, sallandı. Yekta amca Devran abinin iki kolunu birden yakalayıp bağırdı. “İlacını getirin!”

Sosin kadın çığlık atıp mutfağa koşarken Devran abi amcasının tutmasına rağmen dizleri üzerine düşmüştü. Abimler omzundan tutup geriye çekip başını havaya kaldırdı. Devran abinin ter içinde parlayan yüzünü kıpkırmızı gördüm. Kendinde değil gibiydi gözleri. Çok korktum.

Sosin kadın elinde bir bardak su ve ilaçla gelmişti. Devran abinin ağzını zorla açtı Memet abi. İlacı sokup suyla içirdiler. 

Hala dedikleri kadın avlunun ortasında yere çökmüştü. Oğluyla Xezal da eteğinin yanına oturmuş ağlıyorlardı. Gulazer Hala ellerini dizlerine vurdu. “Devran! Tu xwe bikuji Devran!*(Kendini öldüreceksin Devran!)”

Devran abiyi bu defa durdurmak için değil ayağa kaldırmak için tutmuşlardı. Salona götürüp yatırmalarını söyledi Yekta amca. Sosin kadın ıslak bir havluyla peşlerinden koştu içeri. 

Ne olduğunu hiç anlamamıştım. Merdivenleri yavaşça indiğimde Halime Teyze Xezal’ı yerden kaldırmış, iki yana sallayarak susturmaya çalışıyordu. “Gulazer geç içeri,” dedi yerdeki kadına. 

Gulazer hala elini dizine vuruyordu sürekli. “Mesut!” dedi nefret dolu bir sesle. “Serê te bigire erdê inşAllah!*(Başın yeri tutsun inşAllah!)” Başını iki yana salladı. “Berzan kaldı Halime! Bila kûçik bavê wan bixwe!*(Bunların babalarını köpekler yesin!) Berzan gelmedi!”

Halime teyze ağlayan oğlanın da elini tutup yerden kaldırdı. Beni gördü. “Nalinim. Gel al bunları.”

Koşturarak gittiğimde iki çocuğun ellerinden tutturmuş, oturma odasına göndermişti bizi. Zelal içeride pencerenin önündeki oyuğa oturmuş, oradan izliyordu dışarıyı. Xezal elimi bırakıp onun yanına koşup orada ağlamaya devam etti. Adının Sercan olduğunu öğrendiğim oğlanı da mindere oturttum. “Burada ağla tamam mı?” dedim ona. Sonra düzelttim. “Ay ağlama. Sadece otur tamam mı?”

Abimi bulmak için odadan çıkacağımda Nuşen koştur koştur konağa girmişti. “Bülbül!” diyerek yanıma geldi. “Zühre’ye gitmiştim. N’olmuş burada?”

Tek gördüğüm Devran abinin tokat yediğiydi. Onu söyledim. 

Nuşen odaya girip önce Xezal’ı susturdu. Benden birkaç bardak su istedi. Sercan’la Xezal’a içirdi. O sıra salondan Baver abi çıkmıştı. Durdurup olayı anlattırdı Nuşen. 

“Ya Mesut enişte çıldırmış yine. Halama ne demiş ne yapmışsa Şiyar abi araya girmiş. Eniştem kalkıp Şiyar abiyi dövmüş. Kolunu mu ne kırmış. Artık Berzan nereden görmüş duymuşsa olayı eve dalıp babasına vurmaya kalkmış. Biz gittiğimizde ev birbirine girmişti. Devran abiyi de kim haberdar ettiyse peşimizden geldi. Tam Mesut enişteyle amcam kavga ediyordu o sıra. Amcam ne dedi duymadım ama Mesut enişte kabul etmiyorum anlamında elini sertçe savurdu, amcamın burnuna geçirdi.” Nuşen’in eli ağzına kapanmıştı. “Mesut enişte de şaşırdı. Havlu getirin demesine kalmadan bir baktık Devran abi uçtu üstümüzden. Eniştenin kafasını duvara vurdu. Alt kattakiler de amcalarının kafasının kırıldığını sanıp bize çullanmasınlar mı?” Elini yüzünde gezdirdi Baver abi. Ter içindeydi zaten. “Devran abinin şekeri var zaten. Biliyorsun.”

Şeker mi yemişti kavganın ortasında? Boğazına kaçardı. Tehlikeliydi. 

“Gözü döndü tabii. Gelişine eline aldığını dövdü. Bir ara abi dur diyecektim. Bana da çaktı. Nevrim şaştı.” Kulağının altını gösterdi Baver abi. Kıpkırmızıydı. “Dedik bunun şekerden gözü görmüyor. Kan değil can çıkacak evden. Oradakileri ayırmayı bırakıp Devran abiyi arabaya soktuk. Ama kafaya koymuş halamı götüreceğim diye. Halam gelmezse eniştemi öldürürüm deyince kadın arabaya kendi atladı, geldi.” 

“İki dakika arkadaşıma gittim ya!” dedi Nuşen sitemle. “İlacını verdiniz mi abime?”

“Verdik, verdik. Başı dönüyordu zaten. Babam anladı zaten kendine gelmeyeceğini. Tokatladı, şartellerini oynattı şöyle bir.”

Sosin kadın elindeki havluyla salondan çıkmıştı. Sanki dövülen taraf oymuş gibi sinirliydi. Gulazer halaya bağırdı. “Ne evine huzur verdin ne gittiğin eve! Şimdi üstüne benim oğlumu öldürteceksin?!”

Baver abi yengesine doğru koştu. “Yenge bi’ dur Allah’ını seversen. Seninle uğraşacağız bir de?”

“Herkes Gulazer’in koruması olmuş!”

Baver abi diklendi. “Sen halamın evinde görecektin bizi. Asıl koruma neymiş görürdün. Hadi, hadi! Kadına rahat ver.”

Halime Teyze Sosin kadını mutfağa gönderdi misafir için yemekleri ısıtsın diye. Sonra Gulazer halayı kaldırdı yerden. “Berzan gelmedi!” dedi Gulazer hala. “Birbirlerini öldürürler orada!”

“Bulurum ben onu,” dedi Baver abi. Halasını odaya sokup Berzan abiyi aramaya gitti. 

Gulazer hala kadın da çok bağırıyordu. Halime Teyzeye olayı anlatırken sesiyle kulaklarımı acıtmıştı neredeyse. Mesut enişte dedikleri onun kocasıymış. Ona küfürler ediyordu ara ara. 

Hozan’ın salondan çıktığını görünce ben de çıktım oturma odasından. Yanına koştum hemen. “Ne oldu?”

“Odasına çıkartacaklar. Sabaha kadar uyursa gelir kendine.”

Hozan’la merdivenlere doğru yürüdüm. “Şeker mi yemiş? Boğazında kaldı diye mi sinirlenmiş?”

Hozan gülecek oldu. “Ya Nalin…” Başını iki yana salladı. “Nasıl bir kafan var, anlamıyorum ki.” 

Basamakların önünde durup oturdu. “Şeker hastası Devran abi. Şekeri fırladı mı gözünün önünü görmüyor. Deliriyor böyle.”

“Anladım,” dedim anlamış görünmek için. Şekerli hastalığı bilmiyordum. “Şimdi ne olacak?”

“Ne bileyim? Ara ara girerler birbirlerine böyle.”

“Onu demiyorum.” Hozan’ın yanına oturdum. “Halan boşanacak mı?”

Böyle kavga ettilerse kesin boşanacaklardı. Berzan abiyi getirememişti hala. O da abimle ben gibi kalmıştı. Hep böyle oluyordu demek ki.

“Ne boşanması?” dedi Hozan şaşkınca. “Keşke boşansa. Boşanma yok ki bu tarafta.”

O zaman ne olacaktı? “Ya istiyorsa?”

“İstemez,” dedi Hozan ayaklarını ileri uzatıp. “Çünkü isterse abilerinin evine, yani bizim eve döndürürler. Halam çocuklarını bırakmaz asla.” Benim annem bırakmıştı bizi. “Çocuklarını almak için babamlar girer devreye. Eniştemler de vermemek için silah çekerler.” İçini çekti Hozan. “İki taraftan kim kalır kim ölür belli olmaz. Ama çok kan dökülür. Halam biliyor bunu. Ne boşanmak ister ne de boşan demelerini kabul eder.”

Silahla boşanmak korkunçtu. Hakimle boşansalardı keşke. “Ne yapacaklar o zaman?”

“Önce olayı öğrenecekler. Eğer normal bir aile tartışması büyümüşse aracı olurlar, düzeltirler. Ama halamı dövmüşse eniştem… O zaman gidip eniştemi döverler. Halama bağlı yani.”

“Halan ne yapar peki?”

Güler gibi oldu Hozan. “Abileri kavgaya girmesin diye olanı küçültür, anlatır. Ortalık durulunca da eve dönüp enişteme küfreder, kızar, küser. Sonra bir şekilde eskiye dönerler.”

Halaya üzülmüştüm. Hep böyle mi olacaktı?

“Anlayacağın Nalin…” dedi Hozan bana bakarak. “Bazı ailelerin boşanması acıyken bazılarının boşanamaması daha acıdır.”

Konağın kapısı açıldığında Baver abiyle Berzan abi omuz omuza girmişlerdi içeri. Şiyar abi kolu sargılı şekilde peşlerinden gelmişti. “Ne diye giriyorsun olaya? Ben hallediyordum,” dedi Şiyar abi. 

“Bok hallediyordun!” dedi Berzan abi. Baver abi omzuna kolunu sarmış olmasa arkaya dönecekti. “Beni başta çağıracaktınız! Ben varken yükselecekti öyle! O zaman bıçağı nasıl takıyorum görürdü.”

“Saçmalama la!” dedi Baver abi. “İnsan babasını bıçaklar mı? Bana de. İnsan eniştesini bıçaklar sanki.”

“Çakal sen yapma bari,” dedi Şiyar abi.

“Şaka şaka. İnsan insanı bıçaklar mı?” dedi Baver abi. “Herkesin sinirleri çok gergin. Gelin bi’ peynir ekmek yiyelim, kendimize gelelim.” 

Onlar mutfağa geçtiklerinde Devran abi eliyle gözünün önünü kapayarak Memet abinin desteğiyle üst kata çıkmıştı. 

Biraz sonra geldi misafirler. Abimle ben odamıza geçtik. Sosin kadın büyük bir sofra kurdurmuştu. Abim beni içeri yollamadı. Biz kendi odamızda gönderilen tepsidekileri yedik birlikte. 

“Yarın Devran Bey’e araba kullanabildiğimi kanıtlayamazsam eve dönmek zorunda kalırız,” dedi abim. Bana baktı uzun uzun. “Eve hâlâ gitmek istemiyorsun değil mi?”

Başımı iki yana salladım. “Hep Hozan’larda kalalım.” 

“Arabayı düzgün süremezsem burada tutmazlar ama bizi.”

Abime yanaştım. “Güzel sürersin. Öğrenmedin mi hiç?”

Kendine pek güvenmiyor gibiydi. “Öğrendim de…”

“O zaman sürersin sen,” dedim koluna yüzümü dayayıp. “Bence en güzel sen sürersin.”

Göz ucuyla baktı bana. “Ha? İnanıyor musun bana o kadar?”

“İnanıyorum. Annemden babamdan çok. En çok sana inanıyorum.”

Dudakları büzüldü gibi oldu. Kaşları çatıldı. Sonra gözlerinin içi dopdolu oldu. Annem dedim diye üzülmüş müydü? O da özlemiş miydi?

Elini sırtıma koyup bir iki okşadı. “Hadi,” dedi sonra elini çekip. Gözünün önünü sildi hemen. “Nuşen Hanım’lara bak ne yapıyorlar. Hadi,” diye ittirdi yataktan.

Kapıya giderken abime bakıyordum. Neye üzüldü bilmiyordum. Üzülsün istemiyordum. “Ben en çok seni seviyorum abi.”

“Nalin!” dedi kızacak gibi elini savurarak. Yataktan kalkıp oturduğumuz yerin kırışıklığını düzeltmek için ardına döndü. 

Odadan çıktım ama kapıyı tam örtmedim. Girip bir daha en en en çok sevdiğimin o olduğunu söylesem mi diye kararsızdım. Kapının aralığından baktım. Yere oturmuştu abim. Bir elinin parmaklarını gözlerinin üstüne bastırmış, duruyordu. Devran abi az evvel odasına böyle çıktığında başı ağrıyordu. Abimin de mi başı ağrıyordu?

Kapıyı tam açıp içeri gireceğimde burnunu çektiğini duydum. Gözünün önünden elini çekip gözyaşlarını üstüne silip kuruladı. 

Abim ağlıyordu. 

Abimin ağlamasına benim de ağlamam geliyordu. 

Ne yapacağımı bilemedim. Hozan’a mı gidip deseydim? Ben ağlayınca yanıma geliyordu Hozan. Ağlamam geçiyordu. Abiminkini de geçirmez miydi?

Ben daha yerimden kıpırdamadan abim yerinden kalktı. Yatağa oturup yastığı eline aldı. Sonra ayaklarına bakıp parmak uçlarını havaya kaldırdı. Bacağının yanındaki bir şeyi ittirir gibi yapıp ayaklarından birini yere basarken yastığı çevirdi. 

Araba sürüyordu.

Bizim arabamız olmadığı için yastıkla sürüyordu. Burada kalalım diye uğraşıyordu. Kirpiğimin ucuna gelen ağlamam yere damladı. Abim de içeriden yastığı tek eliyle tutarken gözünü siliyordu. Yolundan şaşırmayayım, çalışsın diye içeri girmedim. 

Avluya döndüm. Tanımadığım birilerinin çocukları bizim çocuklarla oynuyordu. Hozan aralarında yoktu. Odasına çıkmışsa diye merdivenleri çıktım. İlk kattaydı odası. Burada da yoktu Hozan. İkinci kata hiç çıkmamıştım. Belki oradadır diye bir kat daha çıkacakken Halime Teyzeyi gördüm en sondaki kapının önünde. Tek değildi. Yekta amca da oradaydı. 

Yekta amca Halime Teyzenin bluzunun ucunu çekmeye çalışıyordu sanki. Halime Teyze eline vurup ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. Beni görmesinler diye eğildim. Allah’tan akşam karanlığındaydık. 

“Koç kestireyim sana?” diyordu Yekta amca. 

Halime Teyze hem gülüyor hem ondan uzaklaşıyordu. “Êdî şerme!*(Artık ayıptır!)”

Yekta amca karısını kolundan yakalayıp durdurdu. Odasının önüne doğru çekti. 

Halime teyze kocasının omzuna vurdu. “Mêvan hene Yekta!*(Misafir var Yekta!)” Ama odanın önüne de gitti. “Ka çi aqile ez hatim cem te ji got?*(Hani ne akıldır yanına gelip de söyledim ben?)”

Yekta amca tesbihini bileğine itip parmağının ucuyla bıyığını iki yana götürdü. “Kesin midir?”

“Gulazer, dedi. Göze bakınca hemen anlıyor o.”

Yekta amca gülümsedi. Bıyığı da onunla gülmüştü. “Ben sana Zelal’in peşine hemen getir demiştim. Kaç senedir boşa beklemişsin.”

“Bana da günah Yekta. İki senede bir çocuk getirmişim sana. Yeterdi bu kadar.”

Yekta amca çok keyifliydi. “Yetmez. Bunu doğur. İki üç tane daha getir. Sonra…” dedi Halime Teyzeyi kolunun altına alırken. 

Halime Teyze hamile miydi?

“Çocukların görecek Yekta!” diyerek kocasından ayrılmaya çalıştı Halime Teyze. Ama gülüyordu da. Yekta amca yazmasının üstünden öpünce hemen kaçtı buraya. 

Beni görmesin diye biraz geriye gitmiştim. Ama aşağı kata inince görmüştü beni yine de. “Nalinim,” dedi başımı okşayarak. “Hozan’ı arıyorsun?”

Başımı sallarken karnına kaydı gözüm. Bebeği hemen doğar mıydı? Yine mavi gözlü mü olurdu?

“Hozan dama çıkmış,” dedi Halime Teyze. Yukarıyı gösterdi. “Dikkatlice git. Tepeden aşağı bakmayın ha!”

“Tamam!” dedim merdivenleri koşarak çıkarken. 

Yekta amcaya denk geldim. Az önceki gibi değil daha normal gülümsüyordu. “Yavaş kızım. Düşeceksin,” dedi başımı okşayıp. Ona da tamam dediğimde dama çıkan tahta merdiveni görmüştüm. 

Tahtaya tutunup bir iki basamak çıktığımda Hozan’ın sesini duymuştum. Birkaç tane daha çıktığımda artık Hozan’ı görüyordum. Bir dilim karpuzu ağzına dayamış yiyordu. 

Hozan yalnız değildi. Memet abi, Şiyar abi, Baver abi, Berzan abi, Sercan ve adını bilmediğim bir abiyle Nuşen abla vardı. 

“Bülbül!” dedi Nuşen beni görünce. “Gel yanımıza! Misafirden kaçtık biz de.”

“Ben de sizin için geldim zaten,” dedim son basamaktan sonrasına çıkarken. 

“Civan kay,” dedi Memet abi. Adını bilmediğim abi Nuşen’e doğru kaydı. “Bana doğru kay. Kız oraya geçsin.”

Civan abi öbür yana kayınca Nuşen’in yanına ben geçtim. Ortaya bir tepsi koymuşlar, koca karpuzu dilim dilim kesmiş yiyorlardı. 

Baver abi hemen bir dilimi bana uzattı. Herkes yiyor diye aldım tabii. Üstüme damlamasın diye tepsiye yaklaşıp küçücük ısırdım. Baver abi hart diye koca bir ısırık alıp üstüne suyun hepsini hüpleterek çekti. 

Hozan ona gülerken Memet abi ayağının ucuyla dürttü. “Ha heywan! Boğulacaksın!”

Baver abi dilimini Berzan abinin kulağının dibine götürüp orada ısırdı bu sefer. Berzan abi gülerek dirseğiyle itti. “Uzak dur la!”

“Akşam benimle yatıyorsun bebo,” dedi Baver abi ıslak ağzını koluna sürerken. “Ne kadar uzak olabiliriz ki?”

“Bi’ düzgün konuşun,” dedi Memet abi ama Berzan abi çok gülmüştü. 

Nuşen de güldü. “Halam da benimle uyuyacakmış.” Kendi dediğine güldü. “Sabah ezanıyla kalkıp kime sinirlenmişse söylene söylene abdest alıp beni kaldıracak demektir.”

“Yav onu evde de yapıyor,” dedi Civan abi. “Benim oda banyonun yanı. Çorabını çıkarırken kapıya dayanmak için kolunu bacağını vurup sayıp sövüyor.”

“Belki kadın sizi imana davet ediyor,” dedi Baver abi. “Mümin kardeşlerim. Kalkın siz de abdest alın. Bakın halam nasıl şaşırıp susuyor.”

“Bir defa denedim onu,” dedi Berzan abi. “Kalkmış babama küfrederek abdest alıyor. Dedim o öyle kabul olur mu? Çekil!”

“He valla abdestli yârim,” dedi Baver abi öpücük atıp. “Namaz da kıldın mı?”

“Yok. Uykum vardı. Döşeği görünce yatmışım geri.”

“Cennetin kapıları aralanıp kapanmış abi,” dedi Hozan. Güldüler. Ben karpuzun suyu üstümü kirletmesin diye küçük küçük ısırmaktan tam gülemiyordum. 

“Yine şeytan kazandı kardeşim,” dedi Berzan abi. 

“Sabah ezanına seni kaldırırım ben. Alt ederiz o şeytanı,” dedi Baver abi. Ben gerçekten kalkıp namaz kılacaklar diye düşünürken birden güldü. “Hozo!” dedi, ayağının ucuyla Hozan’a vurup geriye devirdi. “Aklıma ne geldi?”

“Ne bileyim abi!” dedi Hozan geriye düşmemek için tutunup doğrulurken. “Ayağını vurmasan duymuyor muyum?”

Baver abi karpuzu yere koydu. Tam hevesle ağzını açacaktı ki Memet abiye bakıp elini savurdu. “Yok. Şimdi demeyeceğim.”

Memet abi anlamıştı galiba. “Kızacağım bir şey demek ki.”

“Senin kızmadığın ne var bavo?”

“Benamus,” dedi Berzan abi. “Ne yapacaksan vallahi de ben varım!” Omzunu Baver abiye vurdu. 

O sıra aşağıdan Koçer amca bağırdı. Sofra toplanacağı için Memet abiyle Şiyar abi kalkarken diğerleri hemen geleceğini söyledi. Onlar gidince “Hadi, söyle,” dedi Berzan abi.

Baver abi ortaya eğildi. “Diyorum ki ezandan bir beş dakika kadar önce kalkalım. Hozan dama çıksın. O güzel sesiyle bizim müezzinden evvel ezan okusun.”

“Niye?” diye sordu Nuşen. 

“Yav halamı şaşırtmak için. Sabah söylenmesi bitince esas ezan okunur.”

“İyi de niye?” diye bu sefer Civan abi sordu. 

“Lan eğlencesine!” dedi Baver abi. Hozan’ın omzuna koydu elini. “En önemli adam sensin. Uyuyakalma sakın.”

Memet abi peşinden gelmedikleri için kardeşlerine seslendiğinde herkes kalkmıştı. Nuşen’le karpuz kabuğu dolu tepsiyi birlikte kaldırdık. “Bunlar yine kendilerini abime dövdürecek ama hadi hayırlısı.”

Tepsiyle mutfağa gittiğimizde bir ablayla Sosin kadın vardı içeride. “Verin kızlar. Tepsiyi de yıkayayım,” diyerek elimizden aldı abla. 

“Canan otur!” dedi Sosin kadın yapmacık bir samimiyetle. “Tu keti qiza min.*(Yorgunluktan düştün kızım.)”

“Olur mu Sosin hala? Şuncacık bulaşıktan ne olacak?”

Sosin kadın Nuşen ablaya baktı gözlerini korkunç korkunç açıp. “Bizim kızlar gitmiş sefaya. Canan sözde benim amcamın torunudur. İlk defa misafir gelmiş buraya. Daha oturup bir bardak çay içmemiş doğru dürüst.”

“Çağırsaydın anne,” dedi Nuşen. “Sen otur Canan abla. Gerisini ben hallederim.”

Canan abla sudan geçirdiği tepsiyi duvara yasladı. “Bitti. Bitti. Hiç elini suya sokma. Gelin artık oturalım.”

Canan abla mutfaktan çıkınca Sosin kadın birden Nuşen’in kolunu tuttu. Kapıya doğru geriledim benim de kolumu sıkar sanıp. “Geç içeri Canan’la otur! Güzel güzel konuş!”

Nuşen abla kolunu zor bela aldı annesinden. “Hangi misafirle kötü konuşmuşuz?”

Sosin kadın öyle sinirli bakıyordu ki az evvel misafirle konuşan gülümsemesi neden yapmacık geldi anlamıştım. “Gulazer’in oğullarıyla kuytu köşe ne kayboluyorsun?” İşaret parmağını kaldırdı havaya. “Misafir gitsin göstereceğim size! Sizin aklınız çok uçmuş.”

“Karpuz yedik ya!” diye bağırdı Nuşen. “İçin pis senin! Abimler yanımdaydı.”

“Devran yanında mıydı?”

Nuşen sinirden ağlayacak gibiydi. “Başı ağrıyor! Yatıyor!”

Sosin kadın elinin tersini kaldırınca vuracak sandım. “Nekire!*(Çığırma!)” dedi kısık sesle. “Devran daha yemek yememiş. Bir tepsi çıkart odasına. Söyle inip misafire de bixer hatin*(hoş geldiniz) desin.” Elini vurmadan indirdi. “De kadın odasına da gelsin. Kapıdan görünsün.”

“Kadın odasında işi ne abimin? Hayatta gelmez.”

Tekrar kaldırdı elini Sosin kadın. “Sana dedim git söyle!” 

“Üf tamam!” diye bağırdı Nuşen. Dolaptan bir tabak çıkartmaya geçti. 

Sosin kadın dönüp bana baktı. Sanki pis kokuyormuşum gibi yüzünü buruşturdu. Yanımdan geçip gitti. 

“Allah canımı alsın da kurtulayım senden!” diye söylendi Nuşen. 

Tabağa ocaktaki tencereden yemek doldurdu. Başka tabağa geçti. “Ben sanki niyetini bilmiyorum? Kızı beğenmiş, mutfağa sokmuş, iyi kaynana gibi salınıyor tepesinde.” Tencerenin kapağı sertçe kapattı. “Sen iyi olsan kızına olurdun!” Tabakları tepsiye koyunca beni gördü. “Ay!” Sinirden gözü dolunca beni unutmuştu galiba. “Bülbül ödümü koparttın. Geçsene içeri.”

“Annen babamın karısına benziyor,” diyiverdim bir anda. O kadın da bana böyle kızıyordu. 

Güldü Nuşen. İyi bir şey sandım. “Düşün ki benim bundan kaçma şansım yok.” Tepsiyle çıkıp gitti. 

Nuşen’in annesi üvey anne kadar sertti. Hiç sevgi göstermiyor ama hizmet bekliyordu. Üstüne itip kakıyor, dövüp sövüyordu. Ben sadece üvey anneler öyle sanıyordum. Öz anneler de böyle olabiliyormuş demek. 

Benim annem bana nasıl davranıyordu?

Düşündüm. Annemi düşündüm. Aklıma getiremeyecek gibi olunca çok korktum. Mutfaktan çıkıp abimin yanına koştum. Odaya girdiğim gibi üstüne atladığımda onu da korkutmuştum. “Annemi unuttum!”

“Ne?”

“Annemi unuttum!” dedim dehşetimi anlasın diye. “Abi! Annemi unuttum!”

Sırtımı çok yavaş okşadı. “Korkma. Korkma hatırlatırım ben sana.”

Başımı geriye alıp abimin yüzüne baktım. “Sen unutmadın mı?”

“Unutmadım.”

Ben niye unutmuştum az önce? “Hiç mi?”

“Hiç. Hiç de unutmam.”

“Şimdi biraz hatırladım,” dedim yüzümü abimin omzuna yaslarken. Orada ağlamam çok geldi. “Annemi çok özledim artık.”

Sarıldı bana. “Az kaldı. Biraz daha dayan.”

“Ben annemi çok seviyorum,” dedim içimden öylesini demek geldi diye. “Sen?”

“Ben de.” İnanmak istedim. Yüzümü kaldırdım yine. 

“Benim sevdiğim kadar mı?”

“Belki senden çok.”

O zaman abim daha çok özlemişti. “Niye demiyorsun?”

“İnsan bazen…” dedi. Sustu. Söylemeyecek sandım. Söyledi. “İnsan bazen çok sevdiğine daha çok küskün oluyor.”

“Barışır mısın peki?” Barışsın istiyordum. “Anneme gitsek bir gün. Barışmaz mısın?”

“Barışırım,” dediğince ağlamam şimdi azalmıştı. “Ama sen bunu kimseye söyleme. Tamam?”

“Tamam.” Elimi yüzüme sürüp temizledim. “Bu sabah… Ay yarın sabah… Yani gece sabah karanlığı olunca… Hozan ezan okuyacakmış.”

“Hozan Bey mi? Niye?”

Herkes niyesini soruyordu işte. Baver abi eğleneceğiz diyordu. “Bilmem. Ezan okunmadan önce beni kaldırsana. Ben de duyayım.”

“Tamam,” dedi abim. Yatağa doğru yatırdı beni. “Hadi uyu.” Kapının önünde misafir çocuklarının sesi çoktu. “Kapa gözlerini. Uyu,” dedi abim üzerimi örtüp. 

Lambayı kapattı. Kendi yerine uzandı. Hiç ses yokmuş gibi benden tarafa döndü. “Sarkıt bakayım elini.” 

Bu kez o istemişti. Hemen elimi uzattım. Tuttu. Şimdi biraz uykum gelmişti. 

Annemi düşündüm. Onunla ilgili her şeyi getirdim hatrıma. Birini unutmak çok korkutucuymuş. Ben bir daha kimseyi unutmayacaktım!

🎻🎻🎻

“Nalin. Hadi abim. Ezana beş dakika var. Uyanacağım diyordun.”

“Birazdan,” dedim gözlerim açılmadığı için. Ben uyanacaktım ama gözlerim uyanmıyordu ki. 

“Çok uykun varsa kalkma. Hozan Bey ezan okuyacak dedin diye…”

“Hozan!” diyerek açtım gözlerimi. Sanki ben uyuyunca biri kirpiklerimi birbirine yapıştırmıştı. Hemen açınca acımıştı. Elimi sürttüm acısı azalsın diye. 

“Yavaş!” dedi abim gülerek. “Sizin ezanla ne işiniz olur sanki?”

“Hemen dinleyip geleceğim,” dedim yataktan atlayıp inince. Çantamın ipine ayağım takıldı. Kapıya yapıştım. 

“Nalin yavaş!”

“Çok yavaşım,” dedim çarptığım kapıyı açıp. Konak o kadar sessizdi ki herkes gitmiş sandım önce. Sonra uyudukları için karanlıksa diye ilk merdivenin yarısına kadar çıktım. Baver abiyi gördüm katta. Hızlanıp gittim yanlarına. 

Beni görünce şaşırmışlardı. “Kız sen niye uyanıksın?”

“Uykum bitti,” dedim gözlerimi kırpıştırırken.

Hozan elimden tutup yanına çekti. “Ben çağırdım onu.” Hozan’a baktım gülümseyerek. “Dama çıkalım?”

Berzan abiyle aynı anda başımı salladım. Onlar önden gitti biz Hozan’la peşlerinden geldik. “Çok eğleneceğiz Bülbül,” diye fısıldadı Hozan. Sesi çok komiğime gitti. Güldüm biraz. Önden dönüp “Hişş!” diye uyardılar, hemen sustum. 

Dama çıktığımızda karanlık konak çok korkutucu geliyordu gözüme. Hozan’a yakın durdum. Baver abiyle Berzan abi damın ucunda yüzüstü yere yatmışlardı. Hozan tek elini kulağına götürdü. Derin bir nefes çekti içine. Sonra ezanı okumaya başladı. 

Soğuk bir rüzgar beni dolanmış gibi tüylerim nokta nokta oldu. Hozan’ın sesinin güzel olduğunu zaten duymuştum. Ama ezan okurken duyduğum tüm ezanlar kadar güzelini okumasını beklemiyordum. 

“Çıktı!” dedi Berzan abi. Annesinden bahsediyordu. 

Aşağıya doğru baktım. Gulazer hala elindeki çoraplarını sallayarak biriyle konuşur gibi tek başına merdivenleri iniyordu. Alt kata kadar indiğinde Hozan ezanı bitirmişti. 

Gulazer hala daha salona doğru avluda yürürken birden gerçek sabah ezanı okundu. Hala durdu. Etrafına baktı. Çoraplı eli kalbine gitti. Baver abiyle Berzan abi gizli gizli gülüyordu. Gulazer hala olduğu yerde sanki ezanı görebilecekmiş gibi sağına soluna bakıp dolandı. Sonra başını iki yana sallayıp salonun kapısını açıp girdi. Ezan orada bitmişti ki Hozan tekrar elini kulağına götürüp ezana başladı. Gulazer hala salondan koşarak çıktığında çorapları yere düşmüştü. 

“Allah!” diye bağırdı avlunun ortasında. Ellerini dizlerine vurdu. “Ez mirim?*(Ben öldüm?) Ya Rabbi! Ka kes tune!*(Hani kimse yok!) Wey! Ez mirim!*(Ben öldüm!)”

Altımızdaki katın kapıları açıldı. Koçer amcayla Yekta amca koşarak indiler aşağı. “Gulazer! Çi buye?*(Ne olmuş?)”

Gulazer hala delirmiş gibi ellerini dizlerine vuruyordu. “Ji bo xatirê Xwedê zû werin!*(Allah hatrı için çabuk gelin!)”

Berzan abi gülerek sırt üstü dönmüştü. “Hep anam mı bizi delirtecekti?”

“Lan!” diye bağırdı biri. Devran abiydi. “Hozan!” Tahta merdiveni çıkıyordu. 

“Abo…” dedi Baver abi yerden kalkıp. Devran abi dama çıktığı gibi damın ucuna kadar gitti. “Allah’ım sana emanetim!” diyerek aşağı kata atladı. Yerde yuvarlanıp merdivenlere doğru sürünerek gitti. 

Devran abi onun peşinden atlayacak Berzan abiyi tişörtünden yakaladı. Çekip kafasının arkasına, omzuna, sırtına peş peşe vurdu. Berzan abi yere düşünce bir de poposuna tekme vurdu. “Şerefsizler! Bir ezan mı kaldı oyununuza alet edeceğiniz?”

Berzan abi dayak yerken Hozan dayak yememek için ezan okuya okuya merdivenlere doğru koştu. Tam merdivene ayağını koymuştu ki ezan bitmişti. Devran abi gidip bir tane de Hozan’ın sırtına vurduğunda Hozan basamakları inemeden aşağı düşmüştü. 

Baver abi aldı onu aşağıdan. “Hozo rabe!*(Hozo kalk!) Ew cinu me bikuje!*(Bu deli bizi öldürecek!)” 

İkisi kaçtığında Berzan abi merdivenleri iniyor, “Kemiğimi kırdın! Vurma!” diyerek kaçmaya çalışıyordu. 

Devran abi o sinirle bana döndüğünde damda sadece ikimiz kalmıştık. 

“Bülbül!” dediğinde bana da vuracak sandım. Ellerimi kaldırıp kollarımın etrafını kapattım. Başımı omzularımın arasına alıp gözlerimi kapadım. Göremedim Devran abiyi. 

“Ya sabır!” dediğini duydum. “Ne duruyorsun? İn kız aşağı!” Gözümün tekini açtım. “Uyma şu şerefsizlere.”

“Yok abi,” dedim iki gözümü kısıkça açıp. “Ben hiç uymadım zaten.” 

“Ondan her belanın içindesin?” Elini yüzüne atıp aşağı çekti. “De hadi! İn aşağı.” Hızlıca merdivenlere gittim. “Yavaş!”

Yavaş iner gibi hızlıca indim. Peşimden iniyordu. Hemen aşağı kata inen basamakları indim. Onu da indi peşimden. “Yavaş!” diye bağırdı. Koşarak avluya inen merdivenlere gittim. 

Birden pembe tişörtümün ense kısmından yakalayıp durdurdu beni. “Kime diyorum? Düşeceksin!”

“Yoo tamam,” dedim hemen kızmasın diye. Avluya inene dek bırakmadı tişörtümü. 

Yekta amca yukarıdan kaçan herkesi avluda yakalayıp sıraya dizmişti. Devran abi beni Hozan’ın yanına koydu. “Amca ben şimdi bunlara ne yapayım? Sen söyle.”

Gulazer halaya Nuşen su götürüyordu. Yandan yandan bize bakıp gülüyordu. Sıradan çıkıp yanına gitmemem gerek diye kıpırdayamadım. Herkes ayakucuna bakıyor diye ben de Hozan’ın ayağının ucuna baktım. 

“Belli ki sabah namazına heves etmişler,” dedi Yekta amca. “Hepsi abdest alıp salona geçsin hele. Bir de namazda görelim heveslerini.”

“Bavo valla şakasına…” diyecek oldu Hozan. 

“Höst!” diye bağırdı Yekta amca birden. “Abdest alın gelin!”

“Emredersin!” diye bağırdı Baver abi. “Asker! Sağa dön!” diyerek dönüp kocaman yavaş adımlarla banyoya doğru gitti. Berzan abiyle Hozan gidince ben de gittim peşlerinden. 

“Başımıza hep sen iş açıyorsun,” dedi Berzan abi elini omzunda gezdirirken. “Babamın vurduğu yere vurdu bir de!”

“Ağlama prenses,” dedi Baver abi. Çeşmeyi açıp abdest almaya başladı. Sonra çeşmenin önünü Berzan abiye bırakıp “Bülbül bana değme,” diyerek yanımda geçip gitti. 

Berzan abi de abdest aldı. “Az kenara geç bacım,” deyip yanımdan geçip gitti. 

“Ben pis miyim?” diye sordum Hozan’a. Yıkanan bana değmiyordu. 

“Abdestliyiz ya,” dedi ağzına su doldurmadan evvel. Suyu tükürürken bana baktı. “Kızım biz şafiiyiz ya.”

“Of!” dedim. “Biz ne çok şeyiz Hozan. Hem aşiretiz. Hem Rojxani’yiz. Hem Türk hem Kürt’üz. Şimdi abdestli olunca da Şafii oluyoruz. Hepsini nasıl aklımda tutayım?”

Hozan güldü. Burnunu silerken güldüğü için genzine su kaçtı. Elindeki suyu bana attı. “Bir sus ya!” 

Hozan’ın da abdest almasını bekledim. En son ayaklarını yıkayınca o da Şafii olmuştu. Artık elini tutamayacaktım. Ben hangi sırayla abdest alınıyor bilmediğim için Hozan kapının önünde durup bana söyledi. Ben de artık abdestli Şafii olunca çıktım banyodan. Avludaki herkes salona geçmişti. Hozan’la salona girdik. 

Herkes bana baktı. Salondaki tek kız bendim. Kadınlar oturma odasına gitmişti. Yekta amca oraya geçmemi söyleyince Hozan’a baktım. Belki benimle oraya gelirdi. Kaşlarını aşağı yukarı oynatınca salondan çıkıp kadınların yanına gittim. 

Gulazer hala peş peşe ezan okununca kendini ölüyor sandığını Halime Teyzeye anlatıyordu. Nuşen’in yanına gittim ben. Bana uzun bir şal verdi. Onu kafama taktım. Kadınlar namaza başlarken şalım saçlarımın üzerinden kayıp omzuma düştü. Saçımı bileğimdeki tokayla bağlayıp bir daha örtene kadar kadınlar yere inmişti bile. Onlara nasıl yetişeceğimi bilemedim. Duvara sırtımı yaslayıp yan yana çıktım odadan. Salona gittiğimde herkes karşıki duvara bakıyordu. En arkada, kapı tarafında Hozan vardı.  Yanında durdum. 

En önde Yekta amca vardı. Ardında Koçer amca ve Devran abi durmuştu. Onların ardında Baver abiyle Berzan abi yan yanaydı. Hozan’ın yanına da ben geçmiştim. 

“Sakın bana değme,” diye fısıldadı Hozan babasından tarafa bakarak. 

“Tamam ama ne okuyacağız? Ben Kevser’i okumasını biliyorum sadece.” Onu da bazen karıştırıyordum.

Hozan gülecek gibi oldu. Yekta amca Allahu Ekber deyince ellerini kulaklarının oraya kaldırdı. Ben de yaptığını yapacağımda kaşlarını kaldırıp indirdi. Anlamadım. Herkes elini karnın üstünde birleştirdi. Onu yapacağımda Hozan derin nefes alıp vermişti. Ellerini göğsüne doğru götürüp indirdiğinde kadınların içeride öyle yaptığını hatırladım. Ben öyle yaptım. 

Kevser’i biliyorum diye onu okudum. Ama hemen bitti. Bir daha okudum. Sonra birkaç defa besmele çektim. Nihayet eğildiklerinde onlar gibi eğilip kalktım. Ta ki eğildikten sonraya geldiğimizde yine ne okuyacağımı bilemedim. “Allah’ım Hozan ne okuyorsa onun sevabını ikimize birlikte yaz n’olursun,” diye geçirdim içimden. Namaz bitene kadar Hozan’ın okuduklarına ortak olup kıldım. 

Namaz bittince Devran abi seccadesini kaldırmak için yan dönmüş, görmüştü beni. Gözlerini kısarak baktığında utandığımdan gülmüş, hemen salondan kaçmıştım. 

Abimin yanına koştum hemen. Yere atlayarak oturdum.

İrkilerek açtı gözünü. “Nalin? Dinledin mi ezanı?”

“Namaz bile kıldım.”

İnandı mı bilmiyorum. Gülümsedi. “Aferin sana. Hadi yatağa.”

Yatağa uzandım. Elimi sarkıtmadan sordum. “Sana değince abdestim bozuluyor muydu abi?”

“I-ıı…”

Elimi aşağı sarkıttım. Abim elimi tuttuğunda sabah Hozan’la neler yaparız diye düşünürken gözüme hiç uyku girmeyecek gibiydi.

“Allah’ım sen Hozan’ın uykusunun birazını da benim gözüme sür,” diye geçirdim içimden.

Hozan’ın her şeyine böyle böyle ortak olacaktım işte. 

🎻🎻🎻

Devran’ın hikayesinin bir kısmını BVD ile okuyacağımızı söylemiştim. Başladık 😌

Görüşmek üzere Bülbül 🐦

0 0 Oylar
Article Rating
Abone
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Gurur
Gurur
1 saat önce

Devran ve gönül

Mirza ve zelal merakla bekliycem

Scroll to Top
1
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın.x