BVD 5 PART 1

Bölümdeki şarkı:

*Duydum Ki Unutmuşsun – Emel Sayın

🎻🎻🎻

‘Seninle sevdiğim her şey hatırımda. Mecbur muyum seni de hatırlamaya? Seninle sevdiğim her şeyde yeni baştan seni sevmek de farzmış bana. Mecbur muyum adını doğru harflerle anmaya?’

1986

Hozan’ın okulunu benim de okulum yapmışlardı artık. Hozan gibi sabahçıydım ben de. Ama aynı sınıfta değildik işte. Boş yer yokmuş orada. Bu yüzden Orhan’la aynı sınıfa koymuştu müdür beni. 

Orhan çantasını askıya asmış, bana ve çantama yer açmıştı. Yanına oturdum. Ders başlamadan konuştuk biraz. Sonra öğretmen geldi ve Orhan sustu birden. Ders boyunca öğretmeni dinledi. Ben öğretmenin her dediğine yetişemiyorum diye bazı şeyleri yazamıyordum. Bu yüzden Orhan benden önce diğer sayfalara geçiyordu. Hep parmağını kaldırıyor, her soruya önce o doğru cevap veriyordu. Benimle hiç ilgilenmiyordu.

Ders çok uzun gelmişti bana. Sıkılmıştım. Yorulmuştum hem. Yazı yazarken kalem parmağımın köşesini acıttı diye bırakmış, sıraya yaslamıştım yüzümü. Orhan masaya eğilip öğretmene ayıp olur diye uyardı hemen. Biz hep ders mi dinleyecektik böyle? Hiç dinlenmeyecek miydik? Orhan’ın sınıfında dersler çok uzundu. 

Keşke Hozan’la aynı sınıfta olsaymışım. Kesin Hozan’ın sınıfında ders daha eğlenceliydi. Daha kısa geliyor olmalıydı herkese. Acaba sınıftan da kaçsam diğer sınıfa alırlar mıydı beni?

Parmağını defterime yazdığım işlemin altına koydu Orhan. “Yanlış yapmışsın bunu.” 

Tahtaya baktım. İşlemin sonucunu farklı bulmuştu hoca. Düzeltmek için kalemliğimin içinde silgimi aradım. Bulamayınca Orhan’ınkini alıp tüm işlemi sildim hızlıca.

“Yavaş biraz,” dedi Orhan. Durup ona baktım. “Kâğıdın yırtılacak, ondan.”

“N’olacak ya?” dedim kırışan sayfayı düzeltip. Kırışık da olsa sayfa sayfaydı. Doğru cevabı yazardım üstüne. 

Hoca yandaki işlemin de çözümünü yapmıştı. Onu da farklı bulmuştu benden. “Of,” diyerek silgiyi almak için elimi uzattım. 

Orhan benden önce aldı silgiyi. Kendi sayfasını azıcık sildi. Bitirsin de alayım diye bekledim. Silgiyi bırakmadı. Parmaklarının arasında çevirdi. 

“Ben de yanlış yapmışım,” dedim defterimi gösterip. 

“Ben sileyim,” dedi. Defteri önüne çekip sekiz rakamının içindeki tek çizgiyi sildi. “Sıfır oldu böyle.”

Çirkin olmuştu böyle. Silgiyi bıraksa böyle olmaz demek için alıp tümden silecektim. Kalemliğine attı silgiyi. Fermuarı çekti. 

Silinmiş sekizin üstünden kalemi bastırarak geçtim. Koca bir sıfır ettim. Öğretmen iki de bir soru yazıp durdu tahtaya. Yanlış yaparsam silgim yok diye silemezdim. Bu yüzden önce tahtada çözmesini bekleyip doğru cevabı geçirdim sadece. Cevap yazılana kadar sıraya yaslanıp camdan dışarı baktım. 

“Dinlemezsen hocaya ayıp olur,” diyerek kolunu koluma hafifçe vurdu Orhan. 

Kolum acırdı hep. Bazen çok bazen az. Şimdi az acımıştı. Ama yine de kendime çektim hemen. “Bana da ayıp oluyor Orhan! Kimsenin umrunda mı?” dedim sinirle.

“Nalin Erdem!” diye seslendi öğretmen. Başımı kaldırdım. “Şu sınıfta en uslu olan Orhan’ı gelir gelmez konuşturmayı nasıl becerdin?”

Orhan ayağa kalktı. “Öğretmenim özür dilerim. Ben size ayıp oluyor diye uyarmak için konuştum.” Geri oturdu. 

Hozan’ın dediği bir şey vardı. Muaylebi çocuğu muydu? Ondandı Orhan. Anlamı küfürse de küfürdü Orhan. Küsmüştüm. 

“Gel tahtaya Nalin! Şu işlemi yap.”

Öğretmen çağırdı diye yerimden zıplayarak kalktım. Tahtaya çıkarken kilotlu çorabımın ayak bileğimde biriken kısımları çektim yukarıya. Tebeşiri aldım elime. Tahtaya baktım. 

Öğretmen çözene kadar beklediğimden daha çözmemiştim bunu. Parmaklarımı arkamda sayarken bu sayılarla ne yapacağımı bulmaya çalıştım. Sanki bir şey biliyordum ama… “Komşuya gidip onluk alıyoruz?” dedim emin olmak için. 

“Sence bu bir çıkarma işlemi mi?”

Sınıftakiler güldü. Dönüp onlara baktım. “Komşudan almadan geri gelirim o zaman,” dedim gülmesinler diye. Daha çok güldüler. 

“Tahtaya bak!” diyerek elindeki silgiyi tahtaya vurdu öğretmen. Sesi çok sertti. Hemen döndüm tahtaya. 

Elimdeki tebeşiri bastırarak tuttum. Sayılara baktım. “Çarpıyor muyuz?”

Parmağının ucunu işleme doğru vurdu bu kez. “Bu işlem çarpma işlemi olduğuna göre?”

Sınıftakiler yine güldü. Bu defa dönüp bakmadım onlara. Sayıları kafamın içinden çarptım. Öğretmene baktım. Çok sert bakıyordu. Yanlış söylersem çok kızacak gibiydi. “Şey… Ben çarpamıyorum.”

Tebeşiri hızlıca aldı elimden. “Otur yerine! Otur yoksa ben çarpacağım sana!” Parmağımın ucunda kalan beyaz kalıntılarla yerime geçip oturdum. “Okuldan kaçmayı bilirsiniz ama işlem yapmaya geldi mi küçük çocuğa dönersiniz!” Hoca bana gülenlere kızıp işlemi yapması için başkasını seçerken benim karnım ağrımaya başlamıştı. 

Orhan silgisini defterimin yanına koydu. “Deftere de çıkarma yapmışsın. Al silgiyi düzelt.”

Gözüm dolmuştu öğretmen yüzünden. Başımı hızlıca camdan dışarı çevirdim. Orhan’ın uzattığı silgiye hiç bakmadım. 

Az önce verse tüm işlemleri öğretmenden önce yapıp yanlış yazdığımı önceden fark edecektim ben. Şimdi karnım ağrıyınca mı veriyordu silgiyi? “İstemiyorum,” dedim kalemimi alıp eksinin üstüne bastıra bastıra çarpı işareti çizdim. 

Orhan’la zil çalana kadar konuşmadım. Teneffüs olunca yerimden kalkıp Hozan’ın sınıfına koştum hemen. Orhan da peşimden gelmişti. “Nasıldı bizim okulda ders?” diye sordu Hozan. Sıradan kalkıp masaya oturmuştu. Onun yerine oturup omzumu kaldırıp indirdim. “Hayret. Niye konuşmuyor Bülbül?”

“Karnım ağrıyor,” dedim önüme bakıp. 

“Hoca kızdı ona,” dedi Orhan hemen. Derste olanları anlattı. Benden silgisini gizlediğini demedi ama. 

Hozan masadan atlayıp kolunu omzuma sardı. “Sen o çatlağı niye takıyorsun kızım? Manyak lan o. Teneffüste denk gelirsek bana bile kızıyor.” Omzumu kaldırıp indirdim yine. “Yemek getirdin mi yanında?”

Bizim konakta bir odamız vardı. Mutfağımız yoktu. Nereden getirecektim? “Aç değilim daha.”

“Karnın niye ağrıyor o zaman? Açsın belli ki.” Kolumdan tutacak oldu. Sonra değmeden elime indi hemen. “Gel zil çalmadan kantine koşalım.”

Abim biraz para vermişti. Yerimden kalkıp Hozan’la koştum dışarı. Orhan da peşimizden koşmuştu. Hozan sıranın önüne atlayıp simit ayran istedi. Parayı verdi. Orhan’ın annesi evden bir şeyler hazırlamış, o sadece ayran almıştı. Ben de hırkamın cebindeki paraya baktım. Simit alsam ayrana yetmezdi. Suluğumu da bizim evden getirmemişti abim. Simit yerine su mu alsam iyiydi?

“Hadi Bülbül!” dedi Hozan sıradan çıkıp yerini bana bırakınca. 

O sıra biri tost istemişti. Daha ucuzsa diye sordum. “Tost ne kadar?” 

Kantinci abi Hozan’la bize baktı. “Baver’in kardeşi misiniz?”

“Yok ama biraz,” dedim tam kardeşi olmadığımdan. Aynı evdeydik, Hozan da kuzenim demişti herkese ama kardeş değildik. 

Kantinci abi eğilip başını çıkardı içeriden. “Söyleyin o çakala benim paramı getirsin! Müdür tost istiyor diye diye kaç aydır kendine götürüyormuş bol malzemeli tostları.”

“Yok abi biz o kadar yakından tanımıyoruz onu,” dedi Hozan gülmemek için dudaklarını düz tutarken. “Sen kıza da simit ayran ver.”

Elimdeki parayı açıp gösterdim Hozan’a yetmeyeceğini anlasın diye. Parmaklarımı kapadı paramın üstüne. Kendi cebinden verdi. Simitle ayranı alıp çıktık sıradan. Biz okul binasına koşana kadar zil çalmıştı. 

Hozan kendi sınıfına girmeden Orhan’a beni gösterdi. “Bir daha hocalar Bülbül’e kızarsa sana kızarım Orhan. Kolla kızı içeride!”

Orhan’a baktım. Muaylebi çocuğu mu beni koruyacaktı? Ona küstüm. Saçımı savurup girdim sınıfa. Simidimle ayranı beslenme saatinde yemek üzere sıramın altına koydum. Öğretmen geri geldi. Ona zaten çok küstüm. Ders boyu başımı hiç kaldırmadım, sesimi çıkarmadım. Ama öğretmenim ona küs olduğumu anlamadı galiba. 

Masamın yarısını hesap ettim, Orhan’la arama çizgi çektim. Eşyalarımı hep kendi tarafımda tuttum. Onun eşyalarına dokunmadım.

Beslenme saati gelince Orhan beslenme çantasından önce küçük sofra bezi çıkarıp serdi sıraya. Sonra bir kapta patates kızartması, peynir ve zeytin çıkardı. Ekmeği susamlıydı. Suluğuna bile meyve suyu koymuş annesi. 

Aç olduğum için simidimi hemen bitirmiştim ben. Sırama dökülen susamları tükürüğümle ıslattığım parmağımı basa basa toplayıp ağzıma attım. 

“Doymadın mı?” diye sordu Orhan. Onun tabağına bakarken dalmıştı gözüm. Başımı camdan dışarı çevirdim hemen. “Hadi ama Bülbül. Bana niye küstün ki?”

Neden kimse onlara ne için küstüğümü anlamıyordu? 

“Benden silgini gizledin,” dedim dudaklarımı çok oynatmadan. Küslüğüm bozulsun istemiyordum.

“Kırılmıştı ortası. Sen çok sert sürtüyordun. Bir daha kırılmasın diyeydi.”

Eşyaları kırılınca insanlar nasıl da dikkat ediyorlardı. Benim kalbim kırılınca niye öyle yapmıyorlardı? Silgiden bile mi değersizdi kalp?

“Deseydin o zaman!” dedim yüzümü dönmeden. “Az yavaş kullanırdım ben.”

“Özür dilerim.” Çizgiden öteye kızartma kabını ittirdi. “Annem Bülbül’le birlikte yersin demişti.” 

Kokusu bile kızartma gibiydi zaten. “Annen mi dedi?” diye azıcık döndüm sadece. 

“Evet. Diğerleri benimle arkadaş olmuyor. Sen geleceksin diye çok koydu.”

“Niye?” diyerek tam döndüm ona. Kaptan bir tane alıp hemen ağzıma atsam çok aç gözlü gibi olurdum. Birazcık daha bekleyecektim. 

“İnekmişim.”

“Yo değilsin,” dedim Orhan’a bakıp. “İnekler süt içip mö der.”

“O anlamda değil. En öne oturuyorum diyeydi. Arkaya geçtim ondan. Şimdi bile kimse benimle oturmuyor.” Üzgün görünüyordu. “Sen geleceksin diye sevinmiştim ben.”

“Gerçek mi sevindin?” diye sordum. Başını sallayınca bir tane kızartma aldım. “O zaman barış olalım bu sefer.”

Hemen diğer tabaklarını da ittirdi bana doğru. “İyi ki Hozan’ın sınıfına gitmemişsin.”

Keşke gitseydim ama. Onunla simidimizi aynı anda yerdik. Burada Orhan’la kızartma yemek de güzeldi. Kızartma patatesi seviyordum çünkü. Ama Hozan’la simit yesem daha iyiydi bence.

Derslerimiz bitince çantalarımızı alıp bahçeye indik. Bir sürü anne baba vardı. Onların okula gelmesini hiç sevmiyordum. Bir çocuk için hem anne hem baba gelmesi çok saçmaydı. Sadece babası gelenlerin annesi boşanmış mıydı, bilmiyordum. Daha tanımıyordum onları.

Anne babaların arasında ben Hozan’ı arıyordum. 

Baver abinin yanındaydı yine. Orhan koluma girmişti kalabalıkta beni kaybetmemek için. Birlikte oraya koştuk. “Hozan!”

Baver abiyle birlikte döndüler sesime. Bende kalmadı gözleri. Orhan’a baktılar ikisi de. “O eli bi’ çek aslan parçası,” dedi Baver abi. Orhan’a demişti.

Orhan kolumdan çıktı hemen. “Biz Orhan’la aynı sınıftayız ya,” dedim heyecanla. 

“Allah beni korumuş,” dedi Hozan. Ayağımı ayağına vurdum. Güldü. Kolunu omzuma atıp yanına doğru çekti beni. Ben de güldüm.

Baver abi yine tek defterle gelmişti. Onu da arka cebine sıkıştırmıştı. Uçlu kalemi de beyaz gömleğinin cebindeydi. “Kantinci size bir şeyler demiş?” diye sordu. 

“Kardeşi misin diye sordu bana.”

“Evet de soran herkese.” Elini saçıma sürdü. “Sana karışan herkese Baver benim abim de. Hallederiz.”

Olurdu. “Sen niye herifi dolandırdın ki şimdi?” diye sordu Hozan. “Parasını istiyor.”

“Sıkıyorsa gelip benden istesin. Öğrenciye tarihi geçmiş mallardan tostu kakalıyor, müdüre gelince bol malzemeden ekmeği yırtılıyor şerefsizin. Almayın oğlum bundan bir şey. Alacaksanız da şu hoca gönderdi bu hoca sipariş verdi deyin. Temam?”

“Temam,” dedim onun gibi. Güldü bana. Sıraların oradaki bir kıza seslendi. “Kız Eda! Ucun var mı güzelim?”

“Bir defa da eşyalarını tam getir Çakal!” diyerek çantasını açtı bir abla. “Bir tane uç ya!”

“İki tane uçsam?” deyip kendine güldü Baver abi. “Ben size güveniyorum kızım,” diyerek yanımızdan ayrıldı. Arkadaşından bir tane uç alıp kalemine sokarken yanımıza döndü. “Kız Bülbül.” Cebinden biraz para çıkardı. Hozan’a verdi. “Bak bunu senin adına veriyorum. Artık çalgı çengi neyse alacak Hozan sana.” Parayı Hozan’ın cebine sokuşturdu. “Üzerine yatarsan şerefsizsin Hozo. Kasadan çıkarana kadar götümden ter aktı.”

“Aşk olsun abi. Ben sen miyim?” dedi Hozan parayı cebine iyice sokuştururken. 

Baver abi ensesine çaktı. “Lan ben Devran abi görmeden kasaya girip söz verdiği parayı almışım. İtin dediğine bak.” Bana baktı. “Seni kursa kaydetmezse gel bana de.”

Önce başımı salladım. Sonra çok sevinçten atlayıp sarıldım Baver abiye. Defteri düştü yere. “Ulan Bülbül,” dedi eğilip alırken. 

Müdür geldi yanımıza. “712! Kravatın nerede?”

Defteri elinde büküp diğer cebinden kravatını çıkardı Baver abi. “Bende kral sakin ol.”

“Merhas!” diye bağırdı Müdür. “Tak onu! Geç sıraya! 504 Özdağ yine mi geç kaldı?”

“Çoktan geldi hocam. Affedersin motorunu bozmuş. Tuvalete koştu.” 

Müdür bir şeyler daha söyleyip yanımızdan uzaklaştığında Baver abi taktığı kravatı gevşetmişti hemen. “Bu da Berzan’la benim numaraları ezberlemiş. Takık herif!” Bileğindeki saate baktı. “Berzo iti yine geç kalıyor. Halamdan fırça yemiyorsa ben de Çakal değilim.”

Müdür anons geçince biz sabahçılar çıktık okuldan. Demir kapı kapatılınca gelmişti Berzan abi. Demirin üstünden atlayıp girdi içeri. “Ben de böyle kaçmıştım okuldan,” dedim Hozan’a. 

“Marifettir anlat öyle,” dedi iki eli cebinde. Orhan’a baktı. “Annene sordun mu? Ne öğretecek Bülbül’e?”

“Keman!” dedim hemen. Hozan keman öğreniyordu çünkü. Onunla öğrenmek istiyordum ben de. 

“Keman olur,” dedi Orhan. “Zaten telli öğretecekti.”

“O zaman keman alıyoruz.” Enstrümanları Orhan’ın babası satıyormuş. Dükkânı kapalıydı. Evdedir diye direkt oraya gidecektik. 

Yolda Hozan yine durdurdu bizi. Apartmanların arasına girdi. “Dönün arkanızı. Yolu kollayın. Su döküp geleceğim.”

Niye su dökecekti ki? İçmeyecekse bana versindi. Ben susamıştım. Söylemek için peşinden girince Orhan ardımdan seslenmiş, Hozan fermuarını açmış duvara işemişti.

“Iyy!” diyerek ardımı döndüm ona. “Su dökeceğim demiştin!”

“Sudur! Ya nedir?” Bir sürü işiyordu. Hem de ayakta! “Dönme sakın buraya! Namüsaitim.”

“Ayıp yere bakmam zaten! Namümkün bakmam Hozan!” dedim arkam dönük şekilde. 

“Salak ya,” dedi gülerken. Sonra fermuarını çekti. Bir kadın görmüştü bizi. Bağırdı üst balkonlardan. “Aha! Kaçış!” Arkam ona dönükken gelip tuttu elimden. “Koş Bülbül!” 

Orhan bizden önce koşmuştu. Biz Hozan’la peşinden gülerek koşmuş, yetişmiştik. Galiba kaçabiliyor olmamıza gülmüştük. Bence birlikte hep gülecektik.

Orhan’ların evinin önüne geldiğimizde nefes nefeseydik. Serap Hoca’ya okuldan sonra koştuk demişti Hozan. Bizi içeri alıp su verdi önce. Hozan parayı verdi. Hem keman hem eğitim için olacaktı. Serap hoca defterine adımı yazıp bana bir program hazırladı. Sabahçı olduğum için Hozan’la aynı zamanlarda ortak ders yapabileceğimizi söyledi. Sadece ben notaları bilmediğim için fazladan belirlediği günde gelecek, böylece Hozan’a yetişecektim. 

Bizi enstrüman dolu odaya aldı. Orhan’ı ödev yapması için odasına yollayıp Hozan’la bana aynı kemanı sırayla tutturdu. Ben Hozan’dan iyi tutuyordum bence. Çubuğuyla sürtünce de ses çıkıyordu. Hozan kâğıttan bakıp sesleri çıkartıyordu yavaş yavaş. Ben onu okumayı daha öğrenmediğimden Hozan’ı taklit ediyordum. Do dediğine do diyordum. Ne kadar hızlı olursa o kadar hızlı oluyordum. Ama Hozan’ın çalışında müzik sesi çıkacak gibi olurken benimkinde sadece tıngır sesleri çıkıyordu. 

Benim Hozan’ı daha iyi taklit etmeyi öğrenmem gerekti. 

Serap hoca çalışacağımız ilk parçamızı açtı müzik çalarından. Şarkıyı değil kemanı dinleyin demişti. Hozan gözlerini kapattı. Ben biraz şarkıcı kadının sesine dalmıştım. Şarkı çok güzeldi çünkü. Ezberlemek istiyordum. Serap hoca başa sardığında sözleri hızlıca defterime yazmaya çalıştım. 

Hozan hâlâ gözleri kapalı dinliyordu. Şarkı bir daha çaldığında, *”Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini,” diyerek açtı gözlerini.

Unutmamıştım. Unutmazdım ki. Bileğimdeki boncuğun aynısı maviydiler.

Ama zaten Hozan bana demiyormuş. Şarkıyı söylüyormuş. Düz söyleyince ben yanlış anlamıştım. Serap Hoca’ya baktı. “Arkada kanun da çalıyor değil mi?”

“Fark ettin mi?” dedi Serap Hoca beğeniyle. “Kemandan sonra belki ona geçeriz diyordum. İlgini çeker miydi?”

“Çeker hocam,” dedi Hozan. Benim de ilgimi çekerdi o zaman. Zaten şarkı çok güzeldi. 

“Şarkıyı ezberleyeyim ben de?” dedim yazdığım sözleri gösterip. Başını salladı Serap Hoca. Çok tatlı bakıyordu bana. 

Hoca Hozan’la bir şeyler çalışacakmış, müzik çaları bana bıraktı. Açıp aynı şekilde ezberlemeye çalışacaktım. Ben şarkıyı başlatınca duraksayıp bana bakmışlardı. “Mutfağa geçebilirsin canım,” dedi Serap Hoca. 

Eşyalarımı alıp oraya geçtim. Şarkıyı açıp rahatça iki yana sallanıp ezberlemeye çalıştım. Bazen durdurup aynı sesi çıkarana kadar denedim bir kısmını.

Şarkıcıyla aynı anda söylerken bir alkış sesi duydum. Müziği durdurdum hemen. “Adın Emel olabilir mi?” diye sordu bir adam. Orhan’ın babasıydı.

Şaşırmıştım. “Hayır. Nalin.”

“Emel Sayın da gelse seni Emel sanırmış Nalin.” Gelip yemek masasından bir sandalye çekip oturdu. “Peki kimsin sen?”

“Hozan’ın kuzeniyim. Baver de abim,” dedim hemen. “Yani öz abim değil. Aynı evde yaşıyoruz çünkü ondan abim.”

“Nasıl?” diye sordu adam anlamayınca. 

“Annemle babam boşandı ya benim. Biz artık Hozan’larla kalıyoruz.” Ellerimi arka cebime sokuşturdum. 

Adam yine anlamadı. “Annenle mi Hozan’lara geçtiniz yani?”

“Yok benim annem daha gelmedi. O Manisa’ya kaçmıştı.” Buradaki kimse de tanımıyordu bizi. Orhan’ın babasına tüm durumu anlattım en baştan. 

“Şimdi anladım Nalin,” dedi başını sallayıp. Ellerimin olduğu yere baktı. “Ceplerini böyle çekiştirirsen genişletirsin.” Bileğimden tutup elimi ceplerimden çıkarınca şaşırmıştım. Arkama çevirip ceplerimi bastırdı popoma. “Böyle yaparsak genişlemezler.”

Biraz geri çekildim. “Genişlesin ki. Elimi sokacağım ben.” 

Gülümsedi adam. “Ama eteğinin arkası sarkar öyle. Hoş gözükmez. İstersen belinden katlayıp biraz yukarı çıkartalım. Cepler katın içinde kalır. Daha güzel olursun. Ne dersin Nalin?”

“Yok,” dedim sadece. 

Eteğimin lastikli belini tuttu. “Şöyle biraz…”

“Yok. İstemiyorum öyle,” deyip iyice geriye çekilince elini indirmişti. 

“Genç kızlar böyle yapmaz mı?” diye sordu sakin bir sesle. 

Eteğime niye takmıştı ki? Ellemesini istemiyordum. “Ben Hozan’ların yanına gideceğim,” dedim daha da gerilerken.

“Keman siparişi senin için miydi?” diye sorunca durdum. Başımı salladım. “Üzerinde ölçüm yapalım o zaman. Keman tam otursun omzuna.” Elini uzattı. “Yaklaş bana biraz.”

Yaklaşmak istemedim. Orhan’ın annesi olsa giderdim. Babası beni biraz üşüyecekmişim gibi hissettirmişti. Ona gitmek istemedim.

Ben yaklaşmayınca yerinden kalkıp o geldi. “Kemanın tam olarak buraya oturması gerek,” diyerek omzuma koydu elini önce. Çekecek sanırken boynuma doğru sürterek götürdü elini. 

Kollarıma küçük iğneler batar gibi oldu, hemen geri çekildim. 

“Seni ürküttüm mü yoksa?”

“Yok,” dedim açık kapıya doğru gerilerken. Bu adamla kalmak istemiyordum. “Hozan’a gideceğim ben.” Beni durdurmasın diye konuşmasını beklemeden arkamı döndüğümde, Orhan odasının açık kapısının önünde bu tarafa doğru bakıyordu. Bir şey demedi bana. Ben de demedim ona. Salona hızlıca girdim. 

Keman çalan Hozan’la Serap Hoca durup bana baktılar. “Bülbül yine hızlıca ezberlemiş belli ki.” Gülümsedi her zamanki gibi. “Gel hadi. Seni dinleyelim.”

Serap Hoca’ya gülümsemek istedim. Ama yüzüm donmuştu sanki. Gülemedim. Yanlarına yaklaştım yavaşça. Ellerimi tuttu. Şaşırdı. “Nasıl da üşümüşsün canım.” Elini alnıma koydu. “Ateşin yok ama terliyorsun nedense.”

Hozan kemanı bıraktı koltuğa. “N’oldu Bülbül?”

“Karnım ağrıyor,” dedim gerçekten de ağrıdığı için. 

“Üşüttün mü ki?” dedi Serap Hoca. “İsterseniz dersimizi bugün burada sonlandıralım. Git dinlen.” Yerinden kalktı. “Hatta eşime söyleyeyim evdeyse sizi arabayla bıraksın. Yürümeyin bu halde.”

“Yok!” dedim telaşla. “Hozan’la giderim ben.” Hozan’a yanaştım. “Beni sen götür.”

“Tamam,” dedi. Hocaya veda edip elimden tutup evden çıkardı. Biraz uzaklaşınca sordu. “Gerçekten hasta mısın?”

Karnım ağrıyordu. Ağlayasım geldi. “Evimi özledim.” Dışımdan söyleyince ağlamamı tutamadım bir daha.

“Tamam, tamam. Ağlama,” dedi Hozan hemen. “Götürürüm ben seni.”

Elimin tersiyle sildim yanaklarımı. Bizim eve gidişi buradan bilmiyordum. Eski okulumdan biliyordum. Önce oraya gittik. Oradan eve yürüdük beraber. Bahçemize yaklaştığımızda içim sevinecek oldu önce. Ben her okuldan geldiğimde bu yoldan gelirdim. Kapıyı annem açardı. 

İçim üşüdü sonra. Kapının önünde şimdi ikizler oynuyordu. Benim annem değil, onların anneleri camdan dışarı su uzatıyordu. 

Eve gidemedim. Hozan’a döndüm. “Annemi özledim.” Belki beni ona da götürürdü. 

“Ona çarem yok Bülbül.” Elimi tutuşu sıkılaştı. “Benim annemin yanına gidelim mi?”

Başımı salladım sadece. Anneme artık çok küsmüştüm. Öncekinden çok bu sefer. Babama küstüm, öğretmene küstüm, Orhan’a biraz küstüm, Orhan’ın babasına çok küstüm. İçimde kocaman bir küslük vardı.

Bir tek Hozan’a küsmemiştim. Onunla yürüdüm sessizce. Konağa gelince birlikte girdik içeri. “Ana!” diye seslendi. “Biz açız ana!”

Halime teyze mutfaktan eli hamurlu çıktı. Biraz beklememizi söyleyip girdi içerdi. Hozan üstünü değiştirmeye odasına çıktı. Ben de kaldığımız odaya geçtim. Üzerimi değiştirdim. 

Oda çok boştu. Abim yoktu. Hozan yoktu. Başka da kimsem yoktu. 

Hâlâ küstüm anneme ama hâlâ annemi özlemem vardı içimde. Beni durmadan ağlatacaktı. Hozan’ın annesi benimle ilgilenince biraz geçerdi belki. 

Geçen aldığımız sakızlardan birini açıp çiğnedim hızlı hızlı. Saçımın kesilmeyen tarafına yapıştırdım sonra. Belki saçımı kesmek için yine yıkardı beni. İlgilenirdi benimle.

Yatağa uzandım biraz. Bekledim. Yemek hazır olunca seslendiler Hozan’a. 

Ben de çıktım odadan. Bir şey demeden sofraya oturdum. Halime Teyzeye doğru baktım saçımı geriye sallayıp. Fark etmedi önce. Saçlarımı salladım birkaç kez daha. Sonra bana dönüp baktı. Sakızı tuttu. “Aha disa*(aha yine)!” dedi. 

Hozan güldü. İki dakika uzanıp sakızı ağzımda unutacak kadar salak olup olmadığımı sordu. Bir şey demedim. Halime Teyze yemekten sonra keseceğini söyledi. O zaman yedim bir şeyler. 

Halime teyze yemekten sonra beni odaya götürdü yine. Sakızla uzanırsam boğulacağımı söyledi. Bir daha yapma, dedi. Yıkadı beni bir daha. Bu kez saçlarımı da tarayıp ördü hatta. Annem de yıkadıktan sonra örerdi saçlarımı. Yine ağlayasım geldi. 

“Manisa şimdi uzak mı teyze?”

“Manisa’yı ne yapacaksın?”

Ağlamamı tutamadım. “Annem gelmiyor. Ben ona gideceğim.”

Lastiği saçıma takarken sordu. “Gitmek istiyorsun?”

Başımı salladım. Yekta amcaya söyleyeceğini dedi. Beni giydirip çıkarttı odadan. Kendi odamıza gittim. Abim gelmişti. Sevinçliydi. “Bugün arabayı buraya kadar ben getirdim Nalin,” dedi beni görür görmez. “Memet Bey pek insaflı. Bence biz burada kalacağız.” Yere uzandı. 

Yatağa geçip örtüyü örttüm üstüme. “Önce anneme gitsem ben?”

Başını kaldırdı yerden. “Nereden çıktı şimdi?”

“Sen özlemiyor musun annemi?”

Başını koydu yere. Örtüyü üzerine çekip arkasını döndü. “Geç oldu. Yatalım şimdi.” 

Işık söndü. Karanlıkta daha çok özledim annemi. “Abi… Elimi uzatsam tutar mısın yine?”

“Uzat,” dedi bu tarafa dönüp. Elimi aşağı sarkıtınca tuttu hemen. Gözlerimi kapayıp uyudum. 

Sabah olunca okul yoktu Allah’tan. Kahvaltı hazırlıyordu kadınlar mutfakta. Erkekler de salondaydı. Kadınlarla çocuklar oturma odasında yiyecek diye ben de oraya geçmiştim Nuşen’in peşinden. Hozan erkek sofrasından kaçıp bizim yanımıza gelmişti. Çok komik şeyler yapıyor, bizi güldürüyordu. Hozan güldürünce annemi özlediğimi unutuyordum. 

Nuşen gülerken boğulacak oluyordu bazen. O zaman daha çok gülüyorduk hep beraber. Biz gülünce de Sosin kadının başı ağrıyordu hep. Onu duymazdan geliyorduk. 

Sofradan kalkınca oyun oynamaya gidecektik. Saçımın gevşeyen örgüsünden kesildiği için kısa kalan saçlar çıkıyordu. Yüzüme gelmesinler diye çantamdan toka almak için odama geçtim. Abim yerde oturmuş, bir tepsi önünde kahvaltısını tek başına yapıyordu. 

Onu hep içeride erkeklerle yiyor sanıyordum. Şaşırdım. Yere oturdum. “Neden tek başına yiyorsun ki?”

Bardağındaki son yudumu içip tepsiye koydu. “Ben şoförüm Nalin.” Gülümsedi. “Gidip evin Beyleri ile yemek yiyecek değilim ya.”

“Ama ben içeride yedim.”

“Sen çocuksun,” dedi, tepsiyi alıp kalktı. “Hem misafir sayılırsın.” Tepsiyi mutfağa bırakmaya gitti. İçeride kadınlar var diye girmeyip, kapının önünde bekledi. Çıkmayacaklarını anlayınca tepsiyi yere koyup içeri doğru itti. Sonra yanıma geldi. “Hadi gel. Bugün tatil. Birlikte…” diye bir şey diyecekti ki Koçer amca seslendi ona. Salonun önüne koştu abim. Ellerini önünde birleştirip dinledi. Koçer amca para vermişti. Biraz sonra geri geldi abim yanıma. “Hadi sen git oyun oyna. Benim işim çıktı.” Kapıdan çıkıp gitti. Demek ki abimin tatili olmayacaktı. 

Zaten oyun oynamaya gidecektim ben. Kısa saçlarımı telli tokayla kafama yapıştırdım. Geç kalınca Nuşen gelmeyeceğim sanmış, beni beklemeden gitmişti. Xezal ablası onu götürmedi diye ağlamıştı ardından. Zelal ona oyuncaklarını verecekti sussun diye. Ben tek başıma çıktım konaktan. Biraz ötede Hozan’la Baver abiyi gördüm. Bakkala gidiyorlardı. Peşlerine takıldım. Bakkalın önüne geldiklerinde buzdolabının arkasına saklandım geri göndermesinler diye. 

Bakkalın bir tarafında oyuncaklar vardı. Orada silah satılıyormuş. Boncuklu mermileri bile vardı. Ondan aldılar bir sürü. 

Bakkaldan çıkıp biraz ilerlediğimizde Berzan abiyle yanında birileri daha eklenmişti. Ne konuştuklarını duyamıyordum. Bazen Baver abi bağırıyordu. “Onlar bi’ bizi görsünler de,” diyordu.

Berzan abi sinirleniyordu bazen. “Rojxani, Zoranbeg’den büyüktür!” 

Peşlerinden gide gide artık gizlenecek yerim kalmayacak bir mahalleye çıkmıştık. Biraz uzaklarında kaldım o yüzden. Baver abi poşetinden silahları çıkardı. Mermileri aralarında paylaştılar. Biraz da Berzan abi getirmişti. Bu kadar mermiyi ne yapacaklardı?

Herkes silahını doldurunca birden bir yere kaçışmaya başladılar. Hozan’ın kaçtığı yere doğru koştum ben. Bir duvarın arkasına aynı anda geçtiğimizde beni görmüştü. “La Nalin!” dedi önce. Sonra elimden tutup yanına çekti. “Sakın sesini çıkarma. Yanımdan ayrılma!”

Başımı salladım. Ama sordum. “Siz ne yapacaksınız burada?” 

Eliyle ağzımı kapattı Hozan. Silah tutan eliyle yükselip dışarıya baktı. Sonra eğildi. “Birilerine pusu kurduk. Ses etme.”

“Kime?” diye sordum ağzımdaki eli indirip.

“Zoranbeg’in çocuklarına.” Anlamadım. “Düşman aşiret.”

Hozan benim aşiretimse bana da mı düşmandı bu aşiret? “Niye düşmanız onlara?”

“Düşmanız işte.” Başını kaldırıp yola bakıp eğildi yine. “Şerefsizler Berzan’ın amcaoğlunu bu yolda tek yakalamışlar. Boncuk mermiyle tarayıp dalga geçmişler. Karşılık vereceğiz biz de.”

Baver abi bağırdı ileriden. “Şiyar! Abi sen çıkışı tut ne olur ne olmaz. Başkası girmesin buraya.” Berzan’ın abisiydi Şiyar abi. “İshak! Abi kafan görünüyor. Düzgün saklanın la! Vurulacaksınız!” İshak abiyi tanımıyordum. Akraba değildi galiba.

Hozan’a baktım. “Bizim aşiretten gençlerle toplandık. Erdem’lerden yeterince adam vardı. Bir de aşiretimizin kızı olarak sen gelmişsin temsili,” dedi gülerek. “Silahlar susana kadar yerinden kalkma. Ben kaçarsam da kaçarsın. Tamam?”

“Tamam,” dememle başka birilerinin güldüğünü duymamız bir oldu. Hozan ağzımı kapadı ses çıkarmamam için. 

“Miraz dayıyı şimdi çağırsak gelir mi abi?” demişti bizim yaşlarımızdaki bir çocuk. 

“Kim siker Miraz’ı?” demişti biraz daha büyük olanı. “Ben sana yeterim Dilaver.”

“Ateş!” diye bağırdı Baver abi birden. 

Bir anda tepemden rengarenk boncuk mermiler uçuşmaya başladı. Elimle başımı kapayıp iyice eğildim. 

“N’oldu lan piç Serdal?” diye bağırıyordu Berzan abi. “Rojxani affetmez lan!”

Adı Serdal olan en önde koşuyordu. Dilaver olan peşinden daha çok vurularak düşe düşe abisine yetişmeye çalışıyordu. Onlar tamamen uzaklaşınca susmuştu mermi sesleri. Başımı kaldırdım. 

Hozan da başını kaldırmıştı çünkü. Silahı elinde benimle çökmüştü yere. Silahının şarjörünü çıkarıp içindeki mavi boncukları çıkarıp yere boşalttı. Hiçbirini sıkmamış mıydı?

Boş şarjörü takıp doğruldu. “Tamam mıyız abi?”

“Tamamız!” diye bağırdı Baver abi. Kahkaha atmıştı. “İntikam! Çok güzel lan!” Berzan abiyle birbirlerine koşup gövdeleri çarpıştılar havada. 

Sonra beni fark ettiler. Baver abi kızdı biraz. Mermiler bana gelse gözüme girse ne olacağını sordu? Ya vurdukları çocukların gözüne girseydi? Ya yanlışlıkla birbirlerine denk getirselerdi? Silahları sevmemiştim. Hozan da sevmiyordu bence. O hiç kimseye sıkmamıştı işte.

Onlar kendi aralarında konuşurlarken yerden mavi boncukları topladım. Belki bunlara delik açabilirsem bileklik yapardım. Avucuma doldurdum bir sürü. Baver abi halasının evine gidecekti. Orada toplanacakmış erkekler. Beni de Hozan eve götürecekti. 

“Hep bana kalıyorsun Bülbül,” dedi Hozan tüm kuzenleri gidince. “Ne diye kızların yanına gitmediysen?”

“Onlar nereye gitti bilmiyorum ki,” dedim yalandan. 

“Gel götüreyim,” dedi evin olduğu yerin ötesine geçerken. “Onlar Bağboz’ların bahçesine gitmişlerdir.”

“Bağboz’lar kim?”

“Onlar da Rojxani,” dedi yürürken. Bazen anlamıyordum ne dediğini. Sordum. Anlattı. “Rojxani bizim aşiret. Mahallemiz gibi düşün. Aşiretin içindeki her soyu da mahalledeki yan yana apartmanlar gibi düşün.”

“Komşu gibi mi?”

“Aynen. Ama uzaktan akraba gibi.”

Ne çok şey biliyordu Hozan. Hep erkeklere öğretiyorlardı böyle şeyleri. “Bizim mahallede kimler var?”

“Bizim aşirette biz varız öncelikle. Merxas olanlar. Sadece bizim ev değil. Dedemin kardeşlerinden de devam eden Merxas soyları var. Ama sen bizi bilsen yeter.” Hozan’ı bilsem yeterdi. “Erdem’ler var.”

Bizdik Erdem’ler. “Benim akrabam Asmin varmış. O da Erdem.”

“He işte,” dedi bir şeyi yakalamış gibi. “Her apartmanda küçük küçük daireler var ya. Onlar gibi düşün bunu da. Siz varsınız. Asmin’gil var. Emine teyzemin kocası falan var. Hepiniz Erdem’siniz işte.” Biraz biraz anlamıştım böyle. “İşte mahalledeki apartmanlar bu kadar değil. Daha Uçar’lar var. Özdağ’lar var. Gulazer Halam Özdağ’ların gelini mesela. Berzan’lar falan hep Özdağ. Sonra Bağboz’lar…”

“Ben bunların hepsini nasıl aklımda tutayım Hozan?” diye sordum şaşkınca.

“Şarkı sözü oldu mu hemen ezberliyorsun ama?” dedi o da. 

Güldüm. Şarkılar eğlenceliydi çünkü. Kafamın içinde de söylüyordum. Kalıyorlardı benimle.

“Bunları ezberlersin bir yerden sonra. Bağboz’lar Sosin yengemin tarafı işte. Çoğunluğu burada değil zaten. Nuşen ablanın diğer taraftan kuzenleri oluyorlar yani. Onlarda davet var. Kesin oraya gitmişlerdir.”

“Kesin,” dedim her ne kadar tanımasam da. Büyük bahçeli bir konağın önüne geldiğimizde içeriden kadın sesleri geliyordu. Nuşen orada bir kızla kol kola girmiş bahçenin bir tarafındaki ağaca asılı salıncakta sallanırken gülüşüyorlardı. 

Kadınlar evin içerisindeydi ama sesleri dışarı taşıyordu. Kalabalıklardı demek ki. Bahçede kız çocukları vardı. İçeri girersem Hozan’ın beni bırakıp gideceğini biliyordum. Ona döndüm. “Boncukları vereyim mi sana?”

Silahın şarjörünü açtı Hozan. “Ne diye topladıysan. Tak şuraya.” 

Hemen gitmesin diye boncukları yavaş yavaş takıyordum. “Sen nereye gideceksin peki?”

Parmağıyla gözünü aşağı çekiştirdi. “Pışık! Söyleyeyim de peşime takıl değil mi?”

Şarjörü silahın içine taktım. “Of! Canım sıkılıyor benim. Tanımıyorum kimseyi burada.”

“Nuşen ablamın yanına git,” dedi silahı alıp. 

Gitmesin diye silaha asıldım. “Bir tane sıkayım mı?”

“Saçmalama.”

Erkekler bunu sıkıp eğleniyorsa ben de sıkardım. O zaman Hozan halasının evine götürürdü belki. “Hadi. Bir tane. Öğret de sıkayım Hozan. Hadi…” dedim yalvarır gibi ama şirin.

“Bir tane havaya sık. Gideyim.”

Silahı nasıl tutacağımı gösterdi. Dediği gibi bir tane sıksam gidecekti. Yanlış yere sıksam belki düzeltmek için benimle kalıp daha çok öğretecekti. Silahı biraz aşağı indirip “Böyle mi?” derken sıkmıştım bile. 

Boncuğun patlamasından sonra içeriden bir kızın çığlığını duydum. Silahı fazla düz tutmuştum. Bağboz’ların bahçesinde bir kızı sırtından vurmuştum. Kız yere çöküp ağlarken ablası evden çıkmış, başlarına toplanan kızlarla ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. 

“Koş Bülbül!” dedi Hozan. Koşmaya başladı. 

Peşinden gidecektim. Gülseydik hemen koşardım. Ama kız çok ağlıyordu. O ağlarken koşup kaçamamıştım. Olduğum yerden kıpırdayamadım. Bir abi evden çıkıp ne olduğunu sordu. “Gönül’ü vurdular!” dedi biri. 

O abi başını çevirdiğinde kapının önünde elinde silahla bir tek ben vardım. Bana doğru geldiğinde yanlışlıkla olduğunu söylemek için ağzımı açmıştım ki yanağıma çarpan tokatla yüzüm yana dönmüştü. 

Şok oldum. Yanağım yandı. Yüzümün her yeri yandı. Tek kelime edemedim o yanmayla. Hozan “Nalin!” diye bağırıp yanıma gelene kadar başımı bile çeviremedim. Nuşen çıktı içeriden. Bir şeyler söylediler. Herkes bir şeyler söyledi. Çok bağırdı herkes. Yüzümün acısından hiçbirini anlamadım. Sadece bir an Nuşen beni götürmek için kolumdan çekince bağırmıştım. O zaman ağlamıştım işte. Hozan kolumu Nuşen’den aldı. İki elimden tutup kendiyle götürdü. Konağa varana dek ağladım. 

Nuşen yanımda yürürken nasıl olduğunu soruyor, Hozan neyi bilmiyorum halledeceğini söylüyordu. Kim kime ne diyor anlamıyordum. Utandığımdan da ağlıyordum biraz. 

Konağın önüne kadar geldik. Devran abi girişte görmüştü bizi. “Bu ne hâl?” diye sordu.

Zaten canım acıyordu. Bir de Devran abi kızacak sandım. Daha çok ağladım o zaman. Nuşen olanı anlattı. Devran abi Hozan’ı yakasından tuttu. “Yürü!” Konağın dışına itti. 

“Abi! Dur! Sen karışma Allah aşkına!” diye peşinden Nuşen de koştu. 

Ne olduğunu anlayamadım. Ben de gittim peşlerinden yavaş yavaş. Yine o Bağboz’ların bahçesine gelmiştik. Devran abi dönüp beni görünce kızmasın diye Nuşen’in arkasına saklandım. Kızmadı. Eliyle yanına çağırdı. Evin bahçesinden içeri doğru seslendi. Hozan bana vuranın adını söylemişti. “Ayhan!” diye bağırarak çağırdı Devran abi. 

Bana vuran abi çıktı. Devran abiye yaklaştım bu kez. Bana baktı Devran abi. “Bu muydu?”

Başımı salladım. Birden “Eve!” diye kızdı Nuşen’le bana. Sonra kapıdaki Ayhan abiye döndü. 

“Devran…” dedi Ayhan abi. Bir şey diyecekti. Ama Devran abi elini suratına öyle bir çaktı öyle bir çaktı ki yere yapıştırdı. Evin içinden kadınlar çığlık çığlığa bağırdı. Devran abi eğilip bana vuran abiyi yakasından tutup kaldırdı. Bir daha vurup yere yapıştırdı. Sonra kaldırdı yine, bir daha vurdu. 

Bana vurulduğu zamanki gibi şok oldum yine. Ayhan abinin burnundan akan kanlar yerlere dökülüyordu. İçeriden çıkan kadınlar ayırmak için Devran abinin kollarına sarıldılar. O zaman ancak durdu Devran abi. “Bir daha…” dedi elinin üstündeki kanı silkeleyip yere atarken. “…benim evimdeki kıza vuran eli kırmazsam…” geriye çekildi. “…bana da Devran demesinler!”

Bize doğru döndüğünde hem korkmuş hem de şaşırmıştım. “Bülbül yürü!” dedi bana. 

Bülbül bendim. Hemen yürüdüm. Koşarak yürüdüm. Nuşen de hızlı hızlı yetişti bana. Koşar adım en önden gidip eve kaçtık. Sosin kadın olanları duyup peşimizden gelmişti. Çıldırdı. O evdekiler onun akrabasıymış. Sokaktan gelen biri için kendi tarafına vurulmazmış. 

Devran abi çok sinirden kıpkırmızıydı. “Bugün evimdeki kızı korumayacaksam, yarın bizim kızlarımızı kim koruyacak?” demiş, annesini susturmuştu. Sosin kadın bir tek Devran abiye karşı gelemiyordu galiba. 

Kimse kızmasın diye odama saklanmıştım ben. Abim gelince olanları ona anlattım. Erkeklerin peşinden gittim diye kızdı önce. Bana vurulduğunu duyunca zoruna gitmişti. Üzüldü, sustu. Devran abinin nasıl intikam aldığını anlattım üzülmesin diye. Orada sevinir sandım. Yine sustu. Uyuyacağını söyleyip lambayı kapattı. Yere yattı. 

Ben yatmadım yatağa. “Abi? Kızdın mı bana?”

Dönmedi bana. “Beni istemezdin değil mi Nalin?” dedi sessizce.

“He?”

“Abin olarak. Beni istemezdin değil mi?”

“Hayır!” dedim. Yere atladım. “İsterdim.”

Bana dönmedi. “Ama Devran Bey gibi birini daha çok isterdin?”

İsterdim. Memet abiyi de biraz isterdim. Baver abiyi de. Ama abimi bırakmak için değil. 

Abimin sırtına sarıldım. “Ben seni seviyorum.”

“Ama istemiyorsun,” dedi. Üzgündü. “Sen de istemezsen sana küsmem Nalin.”

Ağlayasım geldi. “İstiyorum,” dedim hemen. “Sadece Devran abinin senin abin olmasını isterim.” Daha çok sarıldım abime. “Sen benim abim ol. Devran abi de senin abin olsun. O zaman kimse karışamaz bize. Öylesini isterdim sadece.”

Dönüp bakmadı ki hiç yüzüme. “Yerde üşüyeceksin.”

“Bana ne?” dedim. “Sesinle yatacağım ben.” Yanına uzandım. 

“Kızlar tek yatar demedim?”

“Yatakta dedin. Yerdeyiz biz.”

Gülümsediğini gördüm yandan. “Zeki seni. Uykun gelince kalk yatağa geç.”

“Tamam,” dedim. “Şimdi biraz uykum gelmedi.” Abime sarılmaya devam ettim. Bana küsmesin diye çok sarılmak istiyordum. Ne zaman uyuyakalmıştım bilmiyorum. Abim beni yatağa çıkartmıştı.  

Elimi aşağı sarkıttım. “Elimi tut,” diye mırıldandım. Abim uyumamıştı. Elimi tuttu.

🎻🎻🎻

Görüşmek üzere Bülbül🐦

0 0 Oylar
Article Rating
Abone
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll to Top
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın.x