BVD 4 PART 1

Bölümdeki şarkı:

*Bülbül Havalanmış Yüksekten Uçar – Grup Abdal

🎻🎻🎻

‘Sana dair her şeyi sakladım sinemde. Anılarla besledim, büyüttüm kendimle. Çünkü bilirsin, sır tutmak ciddi bir mesele bende.’

1986

Hozan’lar başka okula gidiyormuş. Ben onlardan evvel çıkıp abimle eski evin olduğu mahalledeki okuluma gitmek zorunda kalmıştım. Sınıftaki çocuklar okulun bahçesinde oynarlarken ben onlarla oynamak istemedim. Hozan’la duvara tırmandığımız gece geldi aklıma. Okulun duvarına da tırmanabilir miyim, merak ettim. Biraz denedim. Burası fazla düzdü, çok çıkamıyordum. 

Üst sınıflardan birkaç kişi tırmanırken görmüştü beni. Yanıma gelip okuldan kaçmaya çalışıp çalışmadığımı sordular. Okuldan kaçmak gibi bir amacım olmadığı için ben de onlara salak olup olmadıklarını sordum. Üçü de sinirlenmişti. Benden büyük olmalarına güvendiler. Beni duvara itti biri. Diğer ikisi gelip iki yanımdan kollarımı tutmuşlardı. 

Kollarım hep acıyordu benim. Bağırdım. Bağırdım diye sus diyerek ayağını ayağıma vurdu beni iten. 

Sınıf öğretmenim bağırma sesime geldiğinde çocuklar beni hemen bırakmış, okuldan kaçmaya çalıştığım için tutarak bana engel olduklarını söylemiştiler. Öğretmen onlara inandı. Çıkışta anneme şikâyet edeceğini söyledi. Anneme şikâyet edemeyeceğini söyledim. Biz annemle boşanalı çok zaman olmuştu. 

Öğretmen beni korkutmak için okuldan atılmak istemiyorsam kurallara uymam gerektiğini söyledi. Aklıma bir fikir geldi o anda. Eğer bu okuldan atılırsam belki Hozan’ların okuluna gidebilirdim. Emindim ki orası daha eğlenceliydi. Hozan’ın sınıfı daha büyük, Hozan’ın bahçesi daha geniş olmalıydı. 

Planımı yapmış, sonraki teneffüsü beklemiştim. Zil çalıp öğretmen sınıftan çıkınca çantamı camdan atıp, aşağı koştum. Herkes ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bana baktığından çantamı hemen alıp sırtıma taktım. 

Duvar düzdü. Tırmanılmıyordu. Bu yüzden giriş kapısının kapalı demirine koşup tırmandım. Nöbetçi öğretmen beni gördüğü gibi bağırarak kapıya koşarken ben öbür tarafa geçmiştim bile. Yol boş olduğu için zıplayarak karşıya geçtim hemen.

Ardımdan demir kapının açılma sesi gelmişti. Öğretmen peşimden gelecekti demek ki. Yakalanırsam beni geri okula sokardı. Ben Hozan’ın okuluna gidecektim. Bu yüzden hiç beklemeden koşmaya başladım. Sakalı beyaz olan göbekli öğretmenden çok daha hızlıydım. Ardımdan dur diye bağırmaları azaldığında koşacak enerjisi de bitmişti sonunda.

Okuldan uzaklaştığım için ardımda kalan öğretmene gülerek baktım. El salladım. Kendi kendimi okuldan atmıştım işte! 

Yavaşlayıp Hozan’ların okulunu bulmaya çalıştım. Yolda kime sorsam beni öğlenci öğrencilerden sanıyordu. Sabahçıların dersleri bitiyordu demek ki. Çabuk olup yetişmeliydim. Çünkü Hozan sabahçıydı. 

Okulu sora sora bulmuştum. İçeri girdiğimde ders bitiş zili çalıyordu. Bahçesi çok kabalıktı. Sabahçı çocuğunu okuldan almaya gelenler, öğlenci çocuğunu okula getirenler vardı. Hepsi çok yabancıydı. Herkes annesiyle gelmişti. 

Tanıdık birilerini görebilmek için Atatürk Büstünün etrafındaki demirlere tırmanıp etrafa baktım. Az ileride Baver abiyi gördüm. Hozan’ın omzuna dirseğini yaslamıştı. Arka cebine bir defteri büküp sokmuş, karşısındaki birine bir şey anlatıyordu. 

Baver abinin cebindeki defter sıkıştığı yerden düştü. Eğilip alırken en tepede onlara bakan beni görmüştü. Defteri kaldırıp salladı bana doğru. “Kız! Senin orada ne işin var?”

Demirden aşağı inip insanların arasından sıvışarak yanlarına gittim. “Ben de artık bu okula geleceğim.”

“Nakil mi aldırdın?” diye sordu. 

Hiçbir şey aldırmamıştım. Yanımda sadece çantam vardı. “Okuldan kendi kendimi attırdım, geldim.”

Hozan dehşetle gülmüştü dediğime. “N’aptın, n’aptın?”

Yanlarındaki oğlanlar da gülmüştü bana. “Hişt!” dedi Baver abi onları susturup. “Sen okuldan mı kaçtın yoksa?”

“Heee…” dedim iki yana hafifçe sallanırken. “Demirlerin üstünden atladım.” Bu defa hepsi birden gülmüştü bana. Sırtımdaki çantayı çekiştirerek iki yana salladım. “Valla atladım ya.”

“Tamam da niye?” diye sordu Baver abi. 

Hozan için desem daha çok gülecek gibilerdi. O yüzden bugün okulda başıma gelenleri söyledim. Gülmesi durdu hepsinin. Beni itenlerin kim olduğunu sordu Baver abi. İsimlerini bilmiyordum. Zaten onları konuşmak istemiyordum. “Ben hep bu okula gelsem olmaz mı?”

“Nakil aldırmak gerek,” dedi defteri büküp arka cebine sıkıştırırken. 

“Hiçbir şey aldıramam. Param yok.” Güldüler dediğime. Hep alay ediyorlardı sanki benimle. “Aslında çok param vardı. Evde kaldı şimdi. Bizim evimizde vardı hepsi.”

Baver abi elini kafama koydu. “Abim paran değil baban gerek.” Onu bulmak sanırım para bulmaktan zor olurdu. “Hele babamlar konuşsun da aldırırız seni buraya. Müdür tanıdıktır bize.”

Kafamı tutuyor olmasa zıplayacaktım neredeyse. Hozan’a baktım o da sevinmiş mi diye. Elleri cebinde bana bakıyordu sadece. Bence birlikte okula gelsek çok sevinecekti. 

Öğlenciler sıraya geçmeye başlamıştı. “Berzo!” diye bağırdı Baver abi. “La Berz!” Sıraların oradan Baver abi gibi bir abi dönüp baktı. “Geç geldin bahçemin gülü!” 

“Sen niye erken geldin dewar*(davar)?”

“Çıkışta kavga var dewarın gülü,” derken elini çantama atıp sırtımdan çıkardı bir anda. Hozan’a uzattı. “Eve kadar götür kızı. Sağa sola kaçmasın. Akşam Berzan’la halamlara geçerim ben.”

“Benim kursum var,” dedi Hozan. Çantamı almadı.

Çantamı Hozan’ın karnına yapıştırdı Baver abi. “Kızı bırak! Kursa git! De hadi!”

Oflayarak aldı Hozan çantamı. Baver abi arkadaşıyla sınıfların olduğu sıralara doğru gitmiş, Berzan abinin sırtına atlamıştı. 

Okul müdürü bahçeyi öğrenciler hariç herkesin boşaltmasını söylüyordu. Nuşen’i de gördüm baştaki sıralardan birinde. Yanında birkaç kız vardı. Kol kola girmiş, saçlarındaki aynı tokaların renklerini birbirlerine gösteriyorlardı. 

“Önüne bak. Vaktim yok,” dedi Hozan. 

Önüme döndüm. Hozan’ın arkadaşı da bizimle geliyordu. Okuldan çıktık. Sokağın başına dek çıktığımızda meraktan sordum. “Ne kursuna gideceksin?”

“Hozan enstrüman çalmayı öğreniyor,” dedi yanındaki çocuk. “Benim annem müzik eğitmeni.” Yürürken elini uzattı bana. “Ben Orhan.”

Aramızda Hozan vardı ama elimi uzattım ben de. “Ben de Nalin’im.”

“Nalinim?” dedi Orhan, Hozan’ın annesi gibi. Güldüm.

“Nalin diyor Nalin!” dedi Hozan benim elimi tutup geri çekerken. “Çeksenize elinizi. Yürüyemiyorum.”

Orhan da elini indirmişti. “Hiç duymamıştım Nalin ismini. Anlamı nedir?”

“İnlemek,” demek için ağzımı açmış, daha i harfini söylemiştim ki Hozan atladı. “Feryat demek Orhan. N’apacaksın?”

“Hani inlemek demekti?” diye sorduğum gibi Hozan kaşlarını kaldırarak dönmüştü bana. “O kelime herkese söylenmez,” diye uyardı kısık sesle.

“Neymiş, duyamadım,” dedi Orhan. 

“Boşver,” dedi Hozan ona. Çantamı bana uzattı. “Eve doğru koş hadi. İçeri girdiğini görünce gideceğiz biz.”

Çantamı koluma takarken gerçekten beni bırakıp gideceklerini anlayınca içim üzülmüştü. İlerideki konağa doğru yavaş yavaş gittim. 

“Nalin koşsana!” diye bağırdı arkamdan. “Vaktimiz yok.”

Biraz hızlandım ama koşmadım. Konağın kapısını açtığımda Hozan’la Orhan arkasını dönmüştü bile. Çantamı yere indirdim. Konağın içine baktım. Kimse yok gibi göründü gözüme. Gidenlerin ardından baktım. 

Çantamı kapının iç köşesine bırakıp yavaş yavaş peşlerinden gittim. Beni görmezlerse geri göndermezlerdi. 

Ne konuştuklarını duyamayacak kadar uzaklarındaydım. Sürekli bir şeyler konuştular. Apartmanların olduğu bir sokağa girdiler. İki binanın arasına girdiler. Koşup binanın köşesine gizlendim. Başımın ucunu çıkarıp baktığımda Hozan pantolonun fermuarını indiriyordu. 

“Bizde yapsaydın ya,” dedi arkasını dönmüş Orhan. 

Başımı hemen geri çektim. “Oğlum annene tuvalete gideceğim demeye utanıyorum,” dedi Hozan.

“Apartman köşelerinde yapmaya utanmıyor musun?” diye sordu Orhan.

“Yok,” dedi Hozan. “Utanmıyorum.” Çişin duvara çarpma sesi geldi. “Varsa sen de yap.”

“Yapmam ben,” dedi Orhan. “Babam duyarsa çok kızar.” Sokağa doğru yaklaşmıştı.

“Muhallebi çocuğu,” dedi Hozan ardından alaycı bir gülmekle.

O sıra Orhan apartmanın bu yanına çıkmış, beni görmüştü. “Nalin? Senin burada ne işin var?”

“Iı…” dedim bir şey uydurmak için. “Geziyordum.”

Hozan alelacele fermuarını çekiyordu. “Nalin!” diye bağırdı. Apartman arasından çıktı. “Bela mısın kızım sen?”

“Yooo… Kendi kendime yürüyordum,” dedim sırtımı duvara yaslarken. Gözlerimi kıstım. “Hani siz kursa gidiyordunuz?”

“Sana ne?” dedi hemen. “Niye peşimizden geliyorsun? Abine diyeyim mi her yerden kaçtığını?”

“De!” dedim başımı iki yana oynatırken. “Ben de apartman köşelerine işediğini derim herkese!”

Orhan gülmüştü. “Sabır,” dedi Hozan. “Düş önüme! Birlikte döneriz eve.”

Gülümsememek için dudaklarımı birbirlerine bastırdım. Orhan’ların evine kadar birlikte gittik. Kapıyı bize boynundan aşağı bir fular asılı olan kadın açtı. Hozan beni kuzeni olarak tanıttı. Bana da hoş geldin dedi kadın. İçeri aldı hepimizi. 

Orhan’ların salonu müzik aletleriyle doluydu. Hozan okuldan sonra buraya gelip enstrüman çalmayı öğreniyormuş. Adı enstrüman olan hangisiydi bilmiyordum.

Orhan’ın annesi iki bardak kakaolu süt getirdi. Yemek masasının üstüne koydu. Bir tabak da bisküvi getirmişti. “Siz yiyin. Biz Hozan’la çalışalım.”

Orhan oturunca yanına oturmuştum. Hozan direkt kocaman bir aletin önüne gitmişti. “Bu hafta da telli çalışmaya devam edeceğiz,” dedi Orhan’ın annesi. 

Hozan çantasından defterini çıkarıp önüne koydu. Gözümü kısıp deftere bakmaya çalıştım. Harfler çok yoktu. Hepsi çizgiydi neredeyse. Do Re Mi olan çizgilerden. “Hocam bağlama işini çözdüm ben. Evdekilere de çalıyorum zaten. Bana piyano gerek.”

“Sırayla Hozan’cım,” dedi kadın. “Kafan karışsın istemiyorum. Bir gün sahneye çıktığında istediğin her şeyi çalabilmek yetenekte olmanı istiyorum.”

Hozan’ın hoşuna gitmişti. İsmi bağlama olan aleti kucağına oturttu. Tellerinde gezindi parmakları. Defterine baktı. Birden çalmaya başladı. 

Sandalyede kambur oturduğumu bağlamanın sesiyle dikleştiğimde anlamıştım. Hozan çalıyordu. Çıkan ses bir şarkıya benziyordu. Orhan’a baktım. O bana bakıyordu. “Yesene,” dedi tabağı önüme ittirerek. 

Bir bisküvi aldım elime ama bir ısırıktan fazlasını alamadım. Hozan’a baktım. Çalarken bir deftere bir tellere bakıyordu. Şarkı çok tanıdık geliyordu. Duymuştum bir yerde. Annem mi söylüyordu? Sözlerini biliyordum. 

*”Bülbül havalanmış yüksekten uçar.”

Hozan durdu. Orhan’ın annesiyle aynı anda bana baktı. Orhan hemen koluma dokundu. “Dikkat dağıtmak yasak Nalin.”

Koluma dokunduğu yeri elimle kapatırken kızmasınlar diye susmuştum. Başımı önüme eğip sanki ses benden çıkmamış gibi ayaklarımı sallamaya başladım. 

Bülbül!” dedi Hozan. Sanki bana seslenmiş gibi hissetmiştim. Başımı kaldırdım. Hakikaten bana seslenmiş gibi bakıyordu. “Biliyorsan söyle.”

“Evet Nalin’cim,” dedi Orhan’ın annesi de. “Getir sandalyeni yanımıza.”

Orhan’a döndüm. Annesinin çok şirin bir sesi vardı. Kızmıyordu. Sandalyemden yere atladım. Sandalyeyi Orhan’la birlikte taşıdık Hozan’ın yanına. Hozan bağlamasına bakıyordu. “Şarkıya hemen başlama Bülbül,” dedi. “Yeri gelince ben sana bakacağım. O zaman söylemeye başlayacaksın.”

Bülbül diye bana söylediğini anlayınca neden bilmiyorum gülümsemiştim. Hoşuma gitmişti. Başımı salladım. Çok hoşuma gitmişti. 

Hozan çalmaya başladı. Bana bakınca sözleri söylemem gerektiğini biliyordum. Ellerim terlemeye başladı. Kulaklarıma doğru bir sıcaklık beni sarıyor, yanaklarımı ısıtıyordu. 

Hozan bana baktı. “Bülbül…” dedim ama sesim çok kısık kalmıştı. Öksürdüm. 

Hozan sırıtarak bağlamasının tellerine döndü. *”Seni seven aşık serinden geçer. Güzeller içinde yârim var deyi,” diye söylemeye devam etti. Hem çalıyor hem söylüyordu. Bunu yaparken kalbi benimki gibi vuruyor muydu içine içine?

Hozan çalmaya devam etti. Şarkıyı söylemeye devam etmedi. Tüm nefesimi biriktirip ben söyledim. *”Ben seni severim sen de sev beni.” Hozan başını kaldırınca utanç aldı beni. Sözlerin devamı ağzıma takılıp kaldı, söyleyemedim. Bana bakarak çalmaya devam etti Hozan. 

Buradan sonrasının sözlerini bilmiyordum. Annem ara ara ancak bu kadarını söylerdi. Aklımda kalmıştı ondan. Fazlası yoktu. 

Hozan çalmayı bitirince Orhan alkışlamıştı bizi. “Çok güzeldi! Güzeldi, değil mi anne?”

“Güzeldi canım,” dedi annesi. Hozan’ın omzuna koydu elini. “Evde de çaldığın için bunu çok daha çabuk öğrenmişsin. Acaba yaylıları mı denesek artık?”

“Şükür be hocam,” dedi Hozan. “Piyanoya geçer miyiz sonra?”

“Pratik Hozan. Her öğrendiğimizle bol bol pratik yapacağız. Tuşlular en son.” Bana döndü. “Sen neden sustun Nalin? Çok hoş bir sesin vardı.”

“Utandım,” dedim ayaklarımı sallarken. Ayaklarıma indirdim bakışlarımı. “Hozan bakmasa daha söylerdim.”

“Atma Bülbül,” dedi Hozan bağlamasını yere koyarken. “Şarkının devamını bilmiyordun besbelli.”

“Bildiğin bir şey söyle o zaman,” dedi Orhan’ın annesi. “Sesini dinleyelim biraz.”

“Evet Nalin,” dedi Orhan da.

Okulda söylediğimiz bir şarkı vardı. Onu çok iyi biliyordum. Söyleyebilirdim. **”Ilgaz Anadolu’nun… Sen yüce bir dağısın.” Devamını da söyleyecektim ki Hozan’ın güldüğünü duydum. Ona döndüm sinirle. “Ne gülüyorsun sen?!”

Orhan’ın annesi elimi tuttu. “Nalin’cim. Sana gülmüyor. Sen bana bak canım.” Tatlı tatlı konuşan bir kadındı. Ona döndüm tabii. “Okulda mı öğrettiler bunu?”

“Evet. Flütle de çalabiliyorum,” dedim yandan yandan Hozan’a bakarak. Hâlâ gülüyordu. “Sen salak mısın?!”

“Aaa…” dedi Orhan’ın annesi. “Öyle denir mi canım?”

“Hocam bu evde de çok küfrediyor,” diye ispiyonladı Hozan hemen. 

“Hayır!” diye bağırdım. Az küfretmiştim. Çok değil!

“Tartışmayın lütfen,” dedi kadın nazik nazik. “Sesin çok hoş Nalin. Eğer annenlerle görüşebilirsem belki sana birkaç şarkı öğretebilirim.”

“Olur,” dedim hemen heyecanlanınca. “Ama annem burada değil. Manisa’ya gitti Türk olduğu için.” Orhan’ın annesinin kaşları çatılmıştı. “Biz boşandık ya ondan. Hâkim dün ve bugün bizi unutmuş olabilir ama yarın mahkemeyi kurarsa annem beni almaya gelecek. Çünkü babam ikizlerin annesini getirdi eve. Annem de…”

“Doğumunu da anlat Nalin,” dedi Hozan gülerek. “Sen Allah’tan onu bilmiyorsun var ya. Selam verene anandan nasıl çıktığını da anlatırdın yoksa.”

Orhan’ın annesi elimi tutmuyor olsa bir tane vuracaktım ağzına. “Sen kendi doğumunu biliyor musun sanki?”

Çirkin bir sıfatla baktı bana. Sonra Orhan’ın annesine konuştu. “Serap Hocam görüşebileceğiniz sadece babası var. Ama onun da kızının şarkı söylemeyi öğrenmesi için buraya gelmesine izin vereceğini sanmam.”

“Peki,” dedi Orhan’ın annesi Serap Teyze. “Hadi Orhan’cım Nalin’le masaya dönün siz.” Yerinden kalkıp bir müzik kutusunu getirdi. “Hazırsan seviye zorlaşacak Hozan.”

“Hazırım hocam,” dedi Hozan. 

Ben yerimden kalkıp sandalyemi masaya çektim yavaşça. Kutunun içinden ne çıktığına bakarken yerime oturdum. 

“Soğumasın,” diyerek kakaolu sütü önüme koydu Orhan. 

Bardağı kavradım ama gözüm Hozan’ın elindekindeydi. “O neymiş?”

“Keman,” dedi Orhan.

“Hiç görmemiştim,” dedim odadaki diğer eşyalara bakarken. “Hepsi sizin mi?”

“Evet. Ama eğitime gelenler kullanabiliyor sadece.”

Orhan’a döndüm. “Sen bilmiyor musun?”

“Biraz denedim ama sevmedim. Sesim de güzel değil hem. İstemedim.” Ağzına kurabiye attı. Çiğnerken eliyle ağzını kapatıyordu. “Ama senin sesin çok güzeldi. Buraya gelenlerinkinden daha güzel hem de.”

Gülümseyip sadece bir ısırık aldığım bisküviyi ağzıma attım. Hozan hocasıyla kemanın nasıl tutulduğunu öğreniyordu. Hoca boynunu nasıl tutması gerektiği gösterirken onunla aynı şekilde eğiliyordum bazen. Hozan kemanın ucunu kaldırdığında az kalsın kolumu kaldıracaktım ben de. Orhan’a çarptım. Güldük. 

“Hocam ama dikkatimi dağıtıyorlar,” dedi Hozan hemen. Sanki ona gülüyorduk. Salak! 

“Yapamıyorum demiyorsun da,” dedim gülmemi bilerek durdurmazken. 

Hozan kolunu indirdi. “Gel sen dene Bülbül.”

Denemek istiyordum. Serap Teyzeye baktım. Başıyla beni çağırınca hemen kalkıp gittim. Kemanı elime bıraktı Hozan. Ağır geldi. İki elimle tuttum. Kaldırıp boynuma oturttum. Kolumu kaldırdım sonra. 

“Bravo!” dedi Orhan’ın annesi. Elimi tellerin üzerine götürdü. Tellere dokundurdu. Seslerin bunlardan çıktığına inanamadım. Bırakırken bile gözümü tellerden alamadım. 

Hozan alıp aynı şekilde boynuna koydu. Hoca tutuşunu düzeltti. Ayakta kalırsam bana git derler diye yere çöküp dirseklerimi dizime koydum, yüzümü ellerimin üzerine oturttum. “Yakından bakayım mı biraz?”

“Bak ama konuşma,” dedi Hozan. 

“Hiç konuşmam.”

Serap Teyze uzun bir çubuk verdi Hozan’a. O çubuğu sürtünce tellerden ses çıkacakmış. Birkaç defa sürttü Hozan. Bana baktı. Sağ gözünü kırptı. Gülmemeye çalıştım.

Hozan kemana alışsın diye ellemedi hocası ona. Yerinden kalkıp bir şey getirdi. “Bak Nalin’cim,” dedi. “Bu müzik çalar benim. İçinde ilgini çekecek birkaç şarkı var.” Tuşlarının ne işe yaradığını anlattı. Kulaklığını kulağıma takıp çalıştırdı. Müzik sesi doldu kulağıma. “Beğendiğini ezberlersen yarın senin sesinden dinlemek isterim.”

O kadar sevinmiştim ki müzik çalara zarar gelmesin diye dikkatlice tutmuştum. Hozan hocasıyla çalışırken masaya dönüp kulaklığın tekini taktım. Ötekini Orhan takmıştı. Şarkıları tek tek açtık. Hepsini ikişer defa dinledik neredeyse. Bir tanesinde durup tekrar tekrar dinledim. 

Orhan’ın annesi kemanı kutuya koyarken kulaklığı çıkardım. “Söyleyeyim mi?”

Şaşırdı. “Hemen ezberledin mi?”

Başımı salladım. Yanına çağırdı. Kulaklığı çıkarıp müzik çalardan şarkıyı açtı, sesini kıstı. Bana bıraktı. Ellerim terlemeye başlamıştı yine. Söyleyeceklerimi karıştırmamak için gözlerimi kapatıp ellerimi kucağımda kavuşturdum. Zaten şarkı kulağımda çalıyordu. Aynısını yapmaya çalıştım. 

Bazı yerlerde şarkıcı kadının sesi yükseliyor, bazı yerlerde uzunca ve kısık sesle söylüyordu. Bağıracak gibi olunca başımı kaldırıyor, kısık sese düşeceğimde çenemi indirip iki yana sallıyordum.

Şarkı bitince gözümü açtım. Orhan’ın annesi çok şirin gülümsüyordu. 

“Aynısı oldu mu?” diye sordum çekinerek. 

“Birebir aynısı oldu, Nalin. Çünkü sanatçıyı taklit ediyordun.” Elini koluma koyup aşağı yukarı ovaladı. Acıtacak sandım. Ama Serap Öğretmen hiç sıkmıyordu kolumu. Acıtmadı. “Bu muazzam bir yetenek Nalin’cim. İnişleri, çıkışları, durakları, uzatmaları… Hepsini bu kadar kısa sürede ezberleyip birebir yapabilmen bir yetenek canım. Ailenden birini ikna edip müzik eğitimi alman gerek.”

Hozan’a baktım heyecanla. “Tamam,” dedi göz kırparak. “Hallederiz.” 

Orhan’ın annesinden utanmasam zıplayacaktım şimdi. Yerimde durmaya çalışırken kadın bir de müzik çaları bana hediye etmişti. Ağlayacağımı sandım. Ama üzülmekten değildi. Sanırım insan zıplamak istemesini içinde tutunca gözlerinden fışkırıyordu. 

Hozan’ların evine gidene kadar kucağımda taşıdım müzik çaları. Odama geçince yatağın üstüne dikkatle koydum. Nuşen’ler de okuldan gelmişti. Oyun oynamaya çıkacaklardı. Beni çağırdı Nuşen. Zühre diye bir arkadaşı vardı. Onunla tanıştıracaktı. Biraz oyun oynadıktan sonra dönüp müzikleri ezberleyecektim. 

Biz oyundan döndükten sonra abim de Memet abiden araba sürmeyi öğrenmek için gitmişti. Ben odada yatağa uzanmış müzik çalardan bir şarkı seçmiş onu ezberliyordum. Kapımdan içeri Nuşen girdi. Bir şey dedi ama onu duyamadım. Kulaklığı indirince tekrar söyledi. “Çay içiyoruz, diyorum. Gelsene.” Yatağın kenarına oturdu sıkkın bir oflamayla. “Keşke Zühre hep bizim evde yaşasa. Akşam olunca evine gidiyor. Canım sıkılıyor.”

Zühre abla bizden biraz büyüktü. Çok iyi biriydi ama. Onu sevmiştim. Tabii Nuşen benden önce tanıdığı için o daha çok sevmişti. Birlikte ip atlarlarken gizli gizli bir şeyler konuşup gülüşüyorlardı mesela. Ben de içimden şarkı söylüyordum, onları çok duymuyordum. 

“Bu ne?” diye sordu Nuşen. Oturup kulaklığın tekini ona takıp şarkıyı başlattım. Önce çok şaşırdı, sonra hoşuna gitti. “Nereden buldun bunu?”

“Hozan’ın öğretmeni verdi. Şarkı ezberleyeceğim. Abimi ikna edersek bana ders verecekmiş.”

“İyi de ders ücretleri çok pahalı,” dedi Nuşen. Kulaklığı çıkartmıştı. “Abin karşılayabilir mi ki?”

Ben de çıkardım kulaklığımı. “Çok mu paradır? Bizim biraz paramız vardı çünkü.”

“Çoktur Nalin,” dediğinde üzülmüştüm. “Hozan’ın ilk dersi alacağı zamanlar bile o kadar para verilir mi tartışması çıkmıştı da Halime yengenin hatrına kimse karışmasın demişti abim.”

Hozan çok güzel çalıyordu oysa. “Niye ki?”

“Ay sen bilmiyorsun,” dedi Nuşen. Bacaklarını kendine çekip yatağa iyice oturdu. “Anlatayım sana. Halime Yengenin bir kardeşi varmış ben bebekken. Çok ünlü bir hozanmış. Herkes çok seviyor diye nazar olmuş ölmüş diyorlar. Onun öldüğü gün Halime Yenge çok ağlamış, sancısı tutmuş. Bebeği erkek olunca kardeşini çok sevdiğinden onun ismini koymak istemiş. İzin vermemişler. O da kardeşi hozandır diye Hozan olsun demiş.”

Hozan’ın dayısı da mı şarkı söylüyormuş? Hem de çok ünlüymüş. Keşke ölmeseymiş. 

“İşte üstüne bizim Hozan’ın da sesi güzel olunca Halime Yenge tutturdu benim oğlum da şarkı söyleyecek diye. Yekta amcam aslında pek sevmiyor şarkı söylemesini de hem yengem istiyor hem Hozan istiyor diye kabul ediyor. Yoksa müzik aletleri de çok pahalı özel hocadan ders alması da zor. Yengem çok üzülüyor diye abim araya girdi. Tamam gitsin, karışmasın kimse, dedi. Ama işte o Serap Hoca çok pahalı diye biliyorum ben.”

“Siz kızlar var ya…” dedi Hozan kapının önünde. Onu görünce şaşırmıştık. “Hayat hikayeleri anlatmaya bayılıyorsunuz ha.” Beni gösterdi. “Bu salak da selam verdiğine annesiyle babasının boşandığını söylüyor.”

Nuşen bana bakınca yanlış bir şey yapmışım hissine kapıldım. “Ne? Yalan değil ki.”

“Doğru diye herkese söylenir mi?” dedi Nuşen. Yanlış bir şey mi yapmıştım yani?

“Niye ki?”

“Çünkü…” dedi Hozan kapıya yaslanıp. “Bazı insanlar kötüdür Bülbül. Ailesi olmayan kızları kandırmaya kalkar. Anladın mı?”

Boşandık diye ailem yok muydu artık? Ama Orhan’ın annesi kötü biri değildi ki. Ondan söylemiştim. 

“Bülbül mü?” diye sordu Nuşen. 

“Heee,” dedi Hozan. “Bir şarkıyla alakalı bir şeydi ondan. Nalin demekten iyidir yani.” Güldü kendi kendine. “Aslında papağan desek daha iyiydi de…”

“Hayır!” dedim öylesi küfür gibi geldiğinden. “Bülbül daha güzel.”

“Tamam Bülbül olsun,” dedi Nuşen. “Çay içecek misin Bülbül?”

Hozan’a baktım. O içecek miydi?

Nuşen cevap alamayınca, “İçmek isteyen gelsin. Ben gidiyorum,” diyerek çıktı. 

Hozan daha gitmemişti. Yalnız kalınca kollarını birbirine geçirip, “Bir daha insan içinde bana küfretmeyeceksin,” dedi.

“Sen de beni sinirlendirme o zaman,” dedim yataktan zıplayarak inince. 

“Abine okuldan kaçtığını mı söyleyeyim istiyorsun?”

Okulu unutmuştum. Abime daha dememiştim. Duyarsa kızardı. “Ben de gider Memet abine Hozan apartmanlara doğru işiyordu derim.”

“Hele bi’ de!” dedi başını sağa sola sallarken. “Serap Hoca’nın dersine bir daha sokmam seni.”

“Hayır!” dedim bu korkutucu gelince. “Ben şarkı ezberledim Hozan. Onu söyleyeceğim.”

“Hani hangisini ezberledin?” diye sordu kapıdan ayrılırken. İçeri girdi. Yatağa oturdum. O da yanıma oturup sırtını duvara yasladı. Kulaklığın tekini uzattım. Alıp yatağa sürdükten sonra taktı kulağına. Şarkıyı başlattığımda bana bakmıştı. “Bunu biliyorum ben.” Diz kapağının üzerindeki parmaklarını kaldırıp indirdi. Sanki şarkıdaki pat patlar onun parmaklarından çıkıyordu. Tuşa basıp sonraki şarkıyı açtı. “Bunu da biliyorum, geç,” deyip ötekine geçti. “Ooo… Bunlar eğitimde kullandığımız parçalar. Hepsini biliyorum ben.” 

Kulaklığı çıkarttığında peşinden çıkartıp sordum. “Hepsini mi biliyorsun?”

“Tabii. Ne sandın?” dedi bir bacağını ötekinin üzerine atıp. “Bunlar çerez bana. Ben daha zorlarını ezberleme peşindeyim.”

Daha zorları beni cezbetti. “Hangileri?”

“Dayımın şarkıları. Onlar bunlardan kat be kat zor.”

“Ölen dayın mı?” diye sordum bir anda. 

“Rahmetli,” diye düzeltti. “Ölene rahmetli denir Nalin.” Başını duvara yasladı. “Evet, onun.”

Elimdeki müzik çalara baktım. “Bunlardan çok çok mu zor yani?”

“Hepsinden zor hem de,” dedi kelimelere bastırarak. “Sadece hozanların söyleyebileceği ezgiler onlar.”

“Nalin’ler söylemez mi?” Haksızlık olurdu. 

Güldü. “Saf mısın, salak mısın, anlamıyorum bazen.”

Bacağına indirdim elimi. “Sensin salak!”

Daha çok güldü. “Safsın o zaman.”

Yataktan itmek için sertçe vurdum bu defa. “Sen de geri zekalısın!” Koluna vurmuştum. Acımış olmalıydı. 

Yere düşecekken duvara tutunup kendi inmişti. “Mal mısın sen? Daha şimdi küfretmeyeceksin demedim mi ben?”

“Sinirlendirme o zaman beni!” diye bağırdım. 

“Bağırma,” dedi sesini alçaltıp. “Bir daha yanına gelmem ha!”

“Gelme!” diye bağırdım sinirden. 

“İyi,” dedi. Aralık kapıyı açıp çıktı. Ardından kapattı. 

Odada tek kalınca sinirim nefesimden sıcak sıcak çıktı ilk. Sonra bitti hepsi. Soğuğa döndü. Hozan gitmişti. Ya hiç gelmeyecekse? 

Yataktan inip halının üstünde gezdim biraz. Hozan hakikaten gelmedi geri. Kapıyı hafifçe aralayıp baktım. Avluda çay içenlerin arasında değildi. Evden mi gitmişti? 

Biz Hozan’la boşanmış mıydık şimdi?

İstemiyordum. Hozan’dan boşanmak hiç istemiyordum. Daha evlenmemiştik bile!

Kapıyı bırakıp duvarın köşesine oturdum. Ağlayasım geldi. Abim yanımda olmayınca ağlayasım geliyordu. Annemi özlüyordum böyle. 

Biraz sonra kapı aralığından biri seslendi. “Ağlıyor musun sen yine?”

Hozan’ın sesini duyunca burnumu çekip başımı kaldırdım. Gitmemiş miydi?

“Sen de hem suçlusun hem ağlak.” Kapının eşiğine oturdu. “Kovulan benim. Sen niye ağlıyorsun?”

“Boşandık sandım.” Önce inanamaz gibi baktı bana. Sonra kahkahayla güldü dediğime. “Gülme!” diye kızdım. 

“Sen valla safsın ha.” Kapıyı biraz daha araladı. “Evliler boşanır.”

“Biliyorum. Ben zaten senle hiç evlenmeyeceğim!” dedim elimin tersiyle yüzümü silerken. Öyle karar vermiştim çünkü. Annemin yanına gidince Türk olacaktım çünkü. 

Boşanmamalıydık biz. Bu yüzden Hozan’la hiç evlenmemeliydim.

“İyi, aferin. Doğru karar,” dedi Hozan. Başını sağa sola salladı önüne bakarken. “Allah’ım sen akıl fikir ver.” Bana baktı sonra. “Ağlaman bittiyse gidiyorum.”

“Bitti,” dedim burnumu tekrar çekerken. “Nereye gidiyorsun?”

“Zor bir parça ezberlemeye.”

Anlamadım. “Nereye?”

“Ya dayımın plaklarından birini ezberlemeye gideceğim işte. Anla da bir şeyleri.”

Dayısı ölmüştü. Yani rahmetliydi. “Mezarlığa mı?”

“Heee. Yeraltı konseri varmış. Azrail çalacak, biz dinleyeceğiz.” Kendi dediğine güldü önce. Sonra tövbe çekti. “Valla insanı günaha sokarsın sen. Dayımın plaklarından birini dinleyeceğim Nalin.”

“Plak mı?”

Yanındaki yuvarlak ince tekerleği gösterdi. “Bu plak. Hocanın sana verdiği müzik çalar gibi. Bunun da kutusu var. İçine koyunca şarkıyı çalıyor.”

Heyecanlanmıştım. “Ben de dinleyeyim mi?”

“Sonra,” dedi plağı yanına koyarken. “Bunu gördüğünü kimseye demeyeceksin bu arada.”

“Söylemem ki.”

“Bok söylemezsin. Bir çişi on defa söyledin.”

Biraz sinirlenmiştim. “Sana söyledim sadece. Başkasına mı söyledim sanki?”

“Tamam. Bunu da benden başka kimseye demiyorsun,” dedi. Elini uzattı. “Anlaştık mı?” Elini tutacağımda birden çekti. “Sümük sürmedin değil mi?”

Güldüm. “Sürmedim tabii ki!”

Elimi tuttu ama hemen bıraktı. “Aey! Niye ıslak o zaman?”

Gözümdeki yaşı silmiştim. “Sümük mü o salak?”

“Ne pis kızsın Nalin!” Elini kollarıma sürdü hızlıca. 

Acıyan yerlerimden acıttı Hozan beni. Eline vurup ittim. “Acıyor!”

“Abartma,” dedi ama ben kolumdaki morlukları açıp bakınca susmuştu. 

“Salak Hozan!” diye bağırdım kolumu örterken. “Sümük değildi o. Göz yaşımdı. Şimdi çıktı gözlerimden. Temizdi.”

“Tamam,” dedi sessizce. “Özür dilerim.” 

Biraz sonra işaret parmağını koluma doğru tuttu. Değdirmedi Allah’tan. “Abin mi yaptı?”

“Abim niye yapsın salak?” dedim yüzümü ekşitip. “Babamın karısı yapmıştı. Hem abim yapsaydı babam beni döveceğinde evden kaçırır mıydı?”

“Şimdi anladım,” dedi önce. Dışarıya doğru baktı. Sonra içeriye tam girdi. Kapıyı kapattı. “Babam babanlara derse okul işini hallederiz. Bir daha bir yerden kaçmana gerek kalmaz.”

Hozan’ın babası söyleyince babam karşı çıkamazdı belki yine. “Evet,” dedim rica eder gibi. 

“Eğitmen işini de abine paralı demezsen hallederiz.”

“Nasıl?” diye sordum heyecanla. 

“Tüm enstrümanları öğrenecek değilsin ya. Bir iki tanesini seçersin. Baver abim bizimkilerden çaktırmadan koparır bir şeyler.”

Bu beni hem çok heyecanlandırmış hem de çok yanlış gibi gelmişti. Emin olamadım. “Ama…”

“Sen de karşılığında öyle her şeyi evdekilere ispiyonlamayacaksın. Sır tutmayı öğren.”

“Söylemem ki hiçbir şeyi!” dedim hevesle. Hozan beni yanından ayırmazsa ben de tüm sırları tutardım içimde. 

Hozan’la ilgili her şeyi saklarım içime.

“İyi,” dedi anlaştık der gibi gözünü kırparken. “O zaman sana dayımın plağını dinletirim.”

“Bu gece mi?” dedim yerimde dikleşirken. 

“Bu gece. Ama burada değil. Annem sesi duyunca ağlıyor. Evden kaçmamız lazım.”

Evden kaçmayı biliyordum. “Olur!”

İşaret parmağını dudağına bastırdı sessiz olmamı belirtircesine. “Ben plakçaları aşırıp çıkacağım. Sen de peşimden çık gel. Biraz uzağa gideceğiz. Ona göre.”

Başımı salladım hemen. Hozan’ın dediği gibi yaptık. Evden o kadar sessiz kaçtık ki kimse anlamadı. İkimizin de abisi dönmeden geri dönsek yeterdi. Hozan’ın peşinden akşamın karanlığında epey uzaklaştık. 

Boş bir arazinin ortasında durdu. “Burada kimse duyamaz bizi.” Plakçaları yere koydu. “İnsan bazen herkes onu dinlesin istiyor. Bazen de kimsenin onu duyamayacağı yerlere kaçmak zorunda kalıyor.” Yere oturdu kendi de. 

Ben hemen karşısına oturmuştum. Plağı ortamıza koyup çalıştırdı. Hakikaten müzik sesi çıktı. 

Hozan’a baktım şaşkınlıkla. O da heyecanlıydı. “Kürtçe anlıyorsun değil mi?”

Başımı salladım ama bir adamın sesi duyulur olduğunda söylediği kelimeleri anlayamadım. Net mi duyamıyordum yoksa o mu kelimeleri tam söylemiyordu ayırt edemedim. “Çok hızlı.”

“Zaten,” dedi gururlu bir ifadeyle. “Bunu ancak hozanlar anlar.”

“Nalin’lerin anladığı bir şey yok mu?”

Gülümsedi. “Hozan dediğim aşıklar.” 

“Aşık mı?” Evliler gibi. 

Plağı durdurdu. “Aşk deyince öyle iki kişi arasındaki aşk gelmesin aklına. Aşık dediğimiz halk ozanlarıdır. Yani hikâye anlatıcıları.”

Sürekli aklımdaki anlamları değiştiriyordu. Bu dediğinden de ondan emin olamadım. “Hikâye mi?”

Bağdaş kurduğu ayaklarına yasladı dirseklerini. “Hikâye, Bülbül. Aşık her şarkıda bir hikâye anlatır. Hozanın şarkısında bir ömür var yani. Ondan çok hızlı geliyor. Ömür kimse için durup yavaşlamaz.”

Şarkıyla hikâye anlatılabileceğini bilmiyordum. “Ne anlatıyor peki?”

“Bana da biraz hızlı geliyor şimdilik,” dedi. Plağı başa sardı. Tüm dikkatini oraya veriyormuş gibi kaşlarını çattı. “Bekle,” dedi. Bekledim. Hozan dayısını dinledi.

Hozan’ın dayısı sanki hikâye anlatmıyor da şikâyet ediyor gibiydi. Bazen ağlıyor diyeceğim bir sesle uzatıyordu kelimeleri, bazen gerçekten bağırıyordu. Sanki çok sinirlenmiş, çok isyan edesi gelmişti. O zaman bile sözleri o kadar uyumluydu ki hep şarkıydı söylediği. 

Plağı durdurdu Hozan. Bana baktı. “Diyor ki yıldızdan daha parlak bir kızla bir civan*(delikanlı) varmış. Birbirlerine çok âşıkmışlar. Ama kızın abisi hapisteymiş. Abisi olmadan kızı isteyemezlermiş. Senelerce beklerlerse evlenebileceklermiş ancak. İkisinin birbirlerini nasıl sevdiklerini, gizli saklı nasıl buluştuklarını anlatıyor başta.” 

Duyduğum kelimeler Hozan’ın dedikleriyle örtüşüyordu. Gerçek hozanlar şarkı söylerken bile hikâye anlatabiliyormuş demek ki. 

Ağzım aralık dinlemiştim her denileni. Hozan plağı devam ettirdi. Anlattıklarının üzerine hozan olan dayısının sesi bana daha anlamlı geldi. Sanki kime kızdığını anlıyordum artık. Ne kadar üzüldüğünü hissedebiliyordum. 

Biraz daha dinleyince yine durdurdu plağı. Bana anlatmaya devam etti. “Ömür bu, diyor. Kimseye yetmemiş ki onlara yetsin. Kızın hapisteki abisinin düşmanları varmış. Kızı kurşuna dizip öldürmüşler. Civanın kızın ardından aşkı kadar gizli ağlamalarını anlatıyor şimdi.” 

Sanki Hozan’ın dayısı ağlıyormuş gibiydi. Ağlamam geldi benim de. Sıktım kendimi Hozan anlatırken.

“Buraları çok hızlı anlatıyor. Sanki yaşanmasını hiç istememiş gibi,” dedi Hozan çeviremeyecek olunca. Şarkının sonuna geldi. “Delikanlı da dayanamamış sonunda. Kendini öldürmüş kızın peşinden. Hikâyeyi anlatan da kızın kardeşiymiş.” Plağı kapattı. “Daha doğrusu kızın kardeşinin yaktığı ağıtla öğreniyoruz biz hikâyeyi.”

Ağlamamı tutamayacak hale gelmiştim. Karnımın içi üşümüştü üzülmekten. “Güzel bir şarkı değilmiş.”

“Öylesine bir şarkı değil bu. Gerçek bir hikâye.”

Elimi karnımın üzerine koydum. “Gerçek mi?”

Başını salladı. Hozan da üzülmüş olabilir miydi? “Hozanlar gerçek hikayeleri anlatırlar.”

Öyle merak ettim ki sormadan edemedim. “Kimmiş bunlar? Biliyor musun?”

“Biz genelde kim olduklarını bilmeyiz.” Plağın o tekerleğe benzer siyah camını çıkarıp kâğıttan poşetine koydu. “Anlatmak için belki isimleri değiştirmişlerdir. Belki birilerini tamamen başkası etmişlerdir. Bilemeyiz Bülbül. Kesin olan; hikayeler gerçek. Hatta belki de anlattığı hikayelerden birkaçı onun hikayesiydi. Bize söylemez.”

İçim daha çok acımıştı böyle. Anlatırken ağladığı hikâye, yaşarken daha çok ağladığı biri olabilir miydi? “Sen de mi gerçek hikayeler anlatacaksın Hozan?”

“Büyüyünce,” dedi derin bir nefes eşliğinde. “Gerçek bir hozan olunca en gerçek hikayeleri anlatacağım.” Gülümsedi. “Belki sana da bir hikâye yazar, okurum.”

“Ama güzel olsun,” dedim hemen. Kötü hikayeleri sevmemiştim. “Söylerken ağlama.”

Daha çok gülümsedi. “Namümkün,” dedi.

“Ney?”

“Na*(Hayır) ve mümkün,” dedi tek tek. 

Hayır. Mümkün. “Hayır ama mümkün mü?”

Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Namümkün.”

Omzuna vurdum. “Ya bi’ doğrusunu de işte!”

“Namümkün Bülbül,” dedi ayağa kalkarken. 

“Hozan!” diye bağırdım. Kahkaha attı beni sinirlendirince. O namümkün dedikçe ismini söyleyerek kızdım ama birazcık güldüm de onunla. 

Hozan plakçaları da kaldırdı yerden. Çok kızdım ona. Çok güldü bana. Öylesine bir gece vakti birlikte yol aldık eve doğru. 

Arada durup bakkaldan meyveli sakız bile almıştık. Sakızlarımızı çiğnerken sessizce girdik içeri. Abim daha gelmediği için kimse anlamadı evden çıktığımızı. 

Kızlar yalnız uyurdu, biliyordum. Ama yalnız başıma uyumak istemiyordum. Kulaklığı takıp müzik dinleyeyim dedim. Dinlerken uzandım yatağa. Sakızı şişirip balon yaparken ne ara uyuyakaldığımı anlamamıştım. 

Sabah kalktığımda abim yerde uyuyordu. Kulağımda kulaklık yoktu, üstüm örtülüydü. Gözümdeki çapağı silerken su içmek için abimin üstünden atlayıp çıktım odadan. Mutfakta çaydanlık sesi vardı. İçeri girdim ama su içmeden biraz bekledim çekindiğim için. 

Halime Teyze beni görünce dönüp baktı. Geri önüne dönecekken durdu. “Pey!” Elini saçıma attı. “Ev benîşte?*(Bu sakız mıdır?)”

Sakız mı? Aklıma uyumadan önce sakızı çıkarmadığım gelmişti. Yuttuğumu sanmıştım. Ama sakız saçımın ucuna yapışmıştı. Çıkartmak için çekiştirdim. “Öyle çıkmaz! Kesmek lazım,” dedi Hozan’ın annesi. 

Gözlerim ardına dek açıldı. “Hayır! Kesmeyelim!” Çıkartmak için o kadar denedim ama çıkmadı. 

Hozan’ın annesi saçıma elledi. Sonra eline baktı. “Sen ne zamandır yıkanmamışsın?”

Bilmiyordum. Annem buradayken haftada iki kez yıkanırdım. Ama annem gittiğinden beri nenem sadece pazar günleri yıkıyordu beni. Geçen pazar da ona küsmüştüm. 

“Qizê*(Kız) bitleneceksin!”

“Bunların bitini çekeceğiz bir de?” dedi Nuşen’in annesi. Cadı kadın Sosin. 

“Ben bitli değilim,” dediğim gibi elini savurdu birden. “De here!*(De git!)”

Halime teyzenin arkasına geçtim. “Bitli değilim,” dedim oradan. 

“Yıkanmazsan olursun ha,” dedi Halime Teyze bana dönüp. Saçıma elledi. “Bunu da kesmek gerek. Düş önüme.” 

Beni mutfaktan çıkardı önce. Karşıdaki odalardan birine soktu. Onu beklememi söyleyip çıktı. Biraz sonra bir leğen, kova, sabun, havlu ve lifle döndü. Kovadan buhar çıkıyordu. Leğeni ortaya koydu. “Soyun otur Nalinim.”

“Kızlar soyunmaz,” dedim utandığımdan. 

“Ya nasıl yıkacağım seni?” dedi. Tişörtümü tutup çıkardı atletimle birlikte. “Wey lo dûri seri me be!*(Vah başımızda uzak olsun böylesi!)” dedi. Kollarıma baktığını hissetmiştim. Kimin yaptığını sordu o da. Üşümüş gibi ellerimi kendime sarıp morlukları kapatırken söyledim. 

“Erd li ser diya te be!*(Yer annenin başının üstüne olsun! -Mezara girsin anlamında söylenmiştir.) Erd li seri bave te be!*(Yer babanın başının üstüne olsun!)” dedi pantolonumun düğmesini açarken. Külotumla birlikte indirdi aşağı birden. Bir şey diyemedim. “Teşte*(leğene) geç.”

Leğenin ortasına oturup bacaklarımı birbirine yapıştırdım utandığımdan. Bir makasla sadece sakızın olduğu tutamı kesti önce. Tepemden aşağı su döküp sabunla köpürttü beni. Lifle vücudumu keselerken kolumun üstünden sadece sabunla acıtmadan geçmişti. Burnumun iki yanından sıkıp sümkürtüp sümüğü leğenin içine atıp elini yıkadı. En son beni ayağa kaldırıp tüm suyu döktü bir dua mırıldanırken. Havluyu sardı etrafıma. Beklememi söyleyip çıktı odadan. 

Aralık kalan kapıdan Hozan baktı. “N’apıyorsunuz siz orada?”

“Yıkanıyoruz,” dedim burnumun ucundan damlayan suyu sümük sanmasın diye elimin tersiyle silerken. 

İçeriye baktı başka bir şey yapıp yapmadığımızı anlayacakmış gibi. “Annem mi yıkadı seni?”

“Heee,” dedim dışarıdan gelen soğuktan üşüdüm diye kollarımı etrafıma sararken. “Seni de yıkadı mı?”

Yüzünü buruşturdu. “Erkekleri annesi mi yıkarmış?”

Annemin abimi yıkadığını da görmemiştim zaten. “Hiç mi?”

“Yani bebekken sadece. Şimdiyle bir değil.”

“E yıkamış işte Hozan.” Salak mıydı neydi? 

“Tamam da bu yaşta tek yıkanıyorum ben artık. Seni niye yıkamış annem?” Kapıya yaslandı bana baştan aşağı bakarken. “Bitlendin mi yoksa?”

“Bitli değilim ben!” diye bağırdım ona. 

“Huş…*(Sessiz)” dedi parmağını dudağına basarken. “Niye her şeye bağırıyorsun?”

“Bağırırım Hozan. Çünkü namümkün!” dedim sinirden.

“Salak,” dedi gülerken. “Giyin de gel hadi. Babamlara nakil işini söyleyeceğiz.”

“Elbisem yok ki,” dedim kirlilerimi Hozan’ın annesinin götürdüğünü bildiğimden. Odama gidip giyinmem gerekti o zaman. Havluyu sıkı sarmıştı Halime Teyze beni. Küçük adımlar atarak çıktım kapıya.

“Böyle mi çıkacaksın?” diye sordu Hozan. 

“Heee,” dedim ağzımın ucuna düşen saçımdaki suyu birazcıcık emerken.

“Valla bizimkiler kızar,” dedi Hozan kapının önünden çıkarken. 

Küçük adımlarla avluya kadar yürüdüm. Kendi odama kimseye görünmeden geçecektim ki merdivenlerin orada Halime teyzeyle cadı kadın Sosin’i gördüm. Birbirlerine bağırıyorlardı. Hozan’la durup onlara baktık. Halime teyze ‘Ne olacak?’ dedikçe, cadı kadın ‘Hayır! Vermiyorum,’ diyordu.

Devran abi en üst kattan çıkardı başını. “Bu ne sestir?” diye bağırdı herkesten daha yüksek sesle. Onun sesi hep biraz korkunç geliyordu.

“Kıza bir parça bir şeydir almışım,” dedi Halime Teyze elindeki iki üç parçayı havaya kaldırarak. “Annen mani oluyor.”

Sosin kadın de yukarı bakmıştı. “Yenidir onlar Devran. Eskisinden alsın götürsün. Nuşen daha bir defa giymemiş onları.”

“De saçmalama gir içeri!” dedi Devran abi annesine. “Götür onları kıza ver yenge,” dedi Halime Teyzeye doğru. Sonra bir şey daha diyecek gibi ağzını açmıştı ki havluya sarılmış beni gördü. Öyle sinirli baktı ki gözleri çıkacak sandım. “Kız o ne hâl?” 

Hozan’ın arkasına geçtim hemen. Daha da sinirlenmişti. “Hozan! Beni aşağı getirtme Hozan!” diye bağırdı. 

“Abi ben ne yaptım?” dedi Hozan elini ardına atıp beni kendinden ittirirken. 

Devran abi beni görürse daha çok kızacaktı belki. Ben Hozan’a yapışmıştım görünmemek için. Buna da kızdı. “Geç kız odana!” 

Hozan da benimle gelsin istiyordum. “Yaaa…” diye mırıldandım.

“Lan gitsene! Dayak yiyeceğim,” diye mırıldandı Hozan da. 

Halime teyze indi aşağı Allah’tan. Devran abi Hozan’a küfrederken beni alıp karşıki odaya götürdü. “Odadan havluyla çıkılır hiç?” dedi üzerimdeki havluyu çekip kafama kadar çıkartırken. Kafamı sağa sola sallayarak kurutuyordu saçlarımı. “Şerme*(Ayıptır) Nalinim. Erkek varsa öyle çıplak yan yana durulur?”

“Hozan’dı,” dedim sallanmaktan kulaklarım ısınırken. 

“Hozan da erkektir kızım,” dedi havluyu durdururken. “Annen demiyor mu böyle şeyleri?”

“Annem Hozan’ı görmedi ki.” 

Bir saniyeliğine şaşırdı ne diyeceğini. Sonra havluyla sırtımı karnımı kurulamaya geçti. “Kız dediğin elbisesini giymeden odadan çıkmaz Nalinim. Hele evde erkek varsa hiç! Odasında bile çıplak kalmaz.”

“Ben biliyorum ki,” dedim Halime Teyzeye. “Kızlar tek başına giyinir. Kızlar yatakta tek yatar.”

“Eferim,” dedi bacaklarımı da kurularken. 

Havluyu yatağın üstüne atıp beni çırılçıplak bıraktı. E hani evde erkek varken odada bile çıplak olmayacaktık? Biz nasıl yıkanıp giyinecektik?

Getirdiği kıyafetleri bana giydirmek için almıştı. Elimle önümü kapatırken itiraz ettim. “Benim elbiselerim var. Çantamda.”

Beyaz atleti tak diye geçirdi kafamdan. “Hele şunu giy. Onları da giyersin.” Önümü kapadığım ellerimi kaldırıp atletin kollarının içinden geçirdi. 

Pembe bir tişörtü kafamdan geçirdikten sonra sordum. “O zaman kızlar tek kız olanların yanında giyinebilir değil mi?”

Çok da emin olmayan bir tavırla salladı başını. Beli lastikli bir pantolonun içinden çamaşır alıp bacaklarımdan belime kadar çıkardı. Peşinden pantolonu da karnıma kadar çıkarmıştı. “Temamdır,” dedi. Popoma vurdu birden. “De şimdi git oyna.” Benden önce çıktı odadan. 

Saçımdan akan su soğuktu. Tutamları dudaklarımın arasında sıkıştırıp emerek içtim soğuk suyu. Odadan çıktığımda Baver abi salonun önünde Yekta amcaya bir şeyler diyordu. Yekta amca ellerini belinin ardında kavuşturmuş dinliyordu. Baver abi de aynı şekilde duruyordu babasının karşısında. En son başını bir kabulle indirip kaldırdı Yekta amca, salona girdi. 

“Kız Bülbül!” dedi Baver abi bana. Nuşen mi demişti Bülbül olmak istemediğimi? “Nakil işin hafta başı temamdır.”

Bu kez sevinçten yerimde duramamıştım. “Oley!” diye zıpladım yerimde. 

Bugün mutluydum. Hozan’ın abisi benim abime araba sürmeyi öğretiyordu. Çok paramız olabilirdi artık. Burada Hozan’la kalabilirdik. 

Hozan’ın diğer abisi beni kendi okuluna yazdıracaktı. Hozan’la birlikte okula gidip gelebilecektim artık.

Hozan’ın hocası da bana şarkılar öğretecekti zaten. Hep Hozan’la olacaktım ben. Her yerde. Asla boşanmayacaktık böylece.

🎻🎻🎻

Görüşmek üzere Bülbül 🐦

5 1 Oy
Article Rating
Abone
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll to Top
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın.x