BVD 3.BÖLÜM

🎻🎻🎻

‘Kalbim daha ilk karşılaşmamızda açık edecek oldu yüreğimdekileri. Neyseki gururum önüme geçip kolladı sancınla terbiye ettiğim senelerimi.’ 

1986

Evin iki beyi Yekta ve Koçer amcalar Devran abiyle birlikte abimi götürmüşlerdi. Babamın yanına gideceklermiş. Beni de götürmek istemişler. Abim kalmamı istemiş. Onlar gitmiş, ben kalmıştım bu yüzden.

Ne konuşmaya gitmişlerdi bilmiyordum. Akşam yemeği saati gelmişti ama onlar gelmemişti. Acıkmıştım ben. Mutfaktan gelen yemek kokuları daha da acıktırmıştı beni. Ama utandığım için gidemiyordum oraya. Onlar beni çağırsın diye bekliyordum.

Nihayet Nuşen gelmişti çağırmaya. “Hadi bana yardım et. Sofra kuralım.” Yardım istedi diye kalktım ayağa. “Oha. Boyun kaç senin?” dedi yanımda birazcık kısa kalınca. Ölçmemiştim ama hoşuma gitmiş, gülümsemiştim. Zaten ben Hozan’dan da uzundum birazcık. 

Elimden tuttu, mutfağın önüne götürdü beni. Kendi içeri girip bir tepsi alıp çıktı. “Hadi sen de çatal kaşık getir.”

Başımı sallayıp girdim içeri. Arkası dönük halde tencerenin içindeki çorbayı karıştırıp kaselere koyan bir teyze vardı. Çekmeceleri poposuyla kapatıyordu. Ona çekilmesini söylemeye çekindiğimden bekleyeyim dedim ses etmeden.

Fırının önüne eğilmiş tabaklara et dolduran cadı kadın beni görmüştü. “Avana ji amele seri me bu*(Bunlar da başımızın belası oldu),” dedi elini fırının içine sokarken. “Abimin oğlunun da ehliyeti vardı. Sabah gelir akşam dönerdi. Bu iş bilmezi alıp bir de çocuk çekeceğiz?”

Bizden bahsediyordu. Benim burada olduğumu göre göre. Nuşen’in annesi gerçekten cadı bir kadındı. Onu hiç sevmeyecektim.

Ardı bana dönük olan kadın konuştu. “E senin yeğenin için işyerinin arabasıyla birine çarpıp kaçmış diyorlardı. Ehliyetini almamışlar?”

“Kim diyor?” diye bağırdı cadı kadın birden. Elindeki çatalı fırın tepsine vurdu. “İftiradır! Herkesten iyi şofördür benim yeğenim. Kıskanmışlar! İnanıyorsun Halime?”

“Ben ne bileyim?” derken Halime Teyze çekmecenin önünden çekmişti poposunu. Elindeki kâseyi tezgâha koyacakken beni gördü. “Ev kiye?*(Bu kimdir?)

“Nalin’im,” dedim elimi ardıma götürüp cebime sokuşturmaya çalışırken. “Çatal alacağım.”

“Nalinim?” dedi adımı öyle sandığından. Çekmeceyi açıp bir avuç dolusu eşya çıkardı. “Düşürme Nalinim.”

İki elimle tutarken güldüm dediğine. “Adım Nalin.” Kaşıkların ucu elime değmesin diye havaya dönük tutarak çıktım mutfaktan. Avluya bir sofra kurmuşlardı. Oraya götürdüm. Birer birer herkesin oturabileceğini düşündüğüm yerlere bıraktım.

Nuşen de yanlarına getirdiği tabakları koydu. “Kızlar!” diye seslendi. Oturma odasından iki küçük kız koşturarak çıktı. Biri kapının eşiğine takılıp düşmüştü. Elleri yerde ağlamaya başlayacakken, “Zelal sen mi düşürdün?” diye sordu Nuşen.

Sofraya koşan kız başını iki yana salladı. “Kendisini kendi düşürmüş valla.”

Nuşen gidip kapının eşiğindeki kardeşini kaldırdı. “E düştün düştün… Niye kalkmıyorsun?” Küçük kız hâlâ ağlıyordu. Kendine yaslayıp sofraya getirdi. “Ağladı mı iki saat susmaz Xezal. Ekmeği sen getirsene Nalin.”

O kardeşini sustursun diye kalkıp ben gittim. Halime teyze bir tepsiyle çıkarken mutfakta tek kalan cadı kadın bir tabak dolusu eti fırının alt gözüne koyuyordu. Benim ona baktığı görünce parmağını salladı. “Bu Devran Bey’indir. Ellemeyeceksin.”

Zaten gidip niye onun fırınına elleyecektim ki? Ekmeği alıp çıktım. Erkekler sofraya oturmuştu. Ben en uca geçip sofranın bezine çok değmeden oturdum. “Yaklaş kardeşim sofraya,” dedi Memet abi. O dedi diye biraz yanaştım. Diğer herkes de gelmişti.

“Babanlar yiyip gelecektir,” dedi Halime Teyze çocuklarına. “Tavuk kızarttım size.” Ortadaki et dolu tabağa uzandı. “Memo hangisini vereyim?”

Memet abi yanında dizine yaslanan kardeşinin tabağını uzattı. “Zelal hangisinden yiyorsa.”

Halime Teyze tabağa bir tane koydu. “Ancak bunu yer o.” İki tane de Memet abinin tabağına koydu. “Baver kemikli vereyim?”

“Ver ver,” dedi Baver abi tabağını uzatıp. “Kızarmış derilerden de at üstüne.”

“Deri pistir oğlum,” dedi Halime Teyze tabağı doldururken.

“Hepsi aynı hayvanın malıdır. At sen, at.” Ekmeğinin arasını açtı Baver abi. Oraya doldurttu deriyi.

Halime Teyze yanında oturan Hozan’a uzattı tabağı. Hozan bir tane aldı. “O yeter?” deyip bir tane daha koydu oğlunun tabağına.

Nuşen uzanıp kendi tabağına aldığı etin üstünü biraz yolup kalan kemiği ağlayarak ona yaslanan kardeşinin eline tutuşturdu. Cadı kadın hiç dönüp bakmamıştı ağlayan kızına.

Halime Teyze kalan tek eti bana uzattı. “Et yiyorsun?” Yiyordum ama tabaktakini sevmiyordum. Alamadım. Omuzlarımı kaldırdım iki yanıma.

“O kadar mı yaptınız?” diye sordu Memet abi annesinin tabağını boş görünce. Kendi tabağındaki eti oraya koymaya kalktı.

Halime Hanım hemen elindeki tabağı uzattı. “Yok. Daha var kurê min*(oğlum).” Cadı kadına baktı. “Sosin diğer tepsiyi getirmedin?”

“Bu kadardı,” diye yalan söyledi cadı kadın Sosin. “İki tanecik Devran’a ayırmışım. Başka yoktur.”

Halime Teyze tabaktaki eti benim önüme koydu. “Sen şunu ye Nalinim. Fırına bakayım,” dedi sofradan kalkacakken.

Önümdeki eti sevmiyordum. “Ben bunu sevmiyorum,” dedim boşa mutfağa gitmesin diye tabağı uzatırken. “Yesem fırının altındaki tabakta bir sürü vardı. Oradan isterdim.”

Cadı kadın ağzına sokamadığı kaşığı indirirken gözlerini ardına kadar açıp bana bakmıştı. Kızmıştı. Babamın karısı gibi bakıyordu. İnşAllah kolumu sıkmazdı.

Halime Teyze mutfağa geçti. Elinde fırının altında gizlenen dolu tabakla geldi. “E Sosin senin gözün kördür? İki tanecik budur?”

“Adamlara da ayırmışım,” dedi Sosin kadın. Bana bakıyordu yine.

“Onlar yemez,” dedi Halime Teyze. Tabağı bana uzattı. “Hangisidir seviyorsun Nalinim?”

Cadı kadın bakıyor diye almak istemiyordum. Halime Teyze tabağı sallayınca sevdiğim ete parmağımın ucunu değdirip çektim hızlıca. Ondan iki tane tabağıma koydu. Et dolu tabağı sofranın ortasına bıraktı.

“Eeh! Huş be edi!*(Sus artık!)” diye bağırdı Sosin kadın. Ağlayan kızının bacağına dirseğiyle vurdu. “Gul ketiye dili we?*(Kurşun mu düşmüş kalbinize?)”

Eti kemirirken mızırdanan kız daha çok ağladı, ablasının kucağına gizledi yüzünü.

“Of anne,” deyip kardeşini bacaklarının üstünden geçirip diğer yanına koydu Nuşen. “Ne istiyorsun kızdan?”

Memet abi, adı Xezal olan, ağlayan kızı yanına çağırdı. Kız ablasının yanında sessizleşene kadar ağladı, kimsenin onu susturmasına izin vermedi. Ablasından ayrılmadı, yemek yemedi.

Sofrada kimseyi tanımıyordum ben. Abim daha gelmemişti. Cadı kadın da sinirliydi. Yemek yiyesim gelmedi. Eve gitmek istedim. Gitsem babamın karısına görünmeden dolaptan yemek yiyecektim. Gizlice odama geçer uyurdum sonra. Ama sabah oldu mu yine bana karışırdı öyle. Nereye gidecektim?

Annemi özlemiştim.

Gözüm doldu. Önümdeki tabakların şeklini değişti. Gözümdeki yaş düşmeden sofradan kalkıp köşedeki odaya kaçtım. Kapıyı kapatıp yatağın yanına çöküp ağlamaya başladım.

Annem ne zaman beni alacaktı? Abim niye gelmiyordu? Hiç mi gelmeyecekti? Buradaki kimseyi sevmiyordum ki ben daha? Abim de mi beni bırakıp gidecekti? Ayrılmak boşanmak değil miydi? Ben boşanmak istemiyordum. Beni neden başka eve getirmişti?

Kapım aralandı. “Ağlıyor musun sen?”

Hozan’ı görünce elimi yüzüme sürdüm. Burnumu çektim. Yalan söyledim. “I-ıı…”

Kapıyı biraz daha aralayıp, eşiğe oturdu. “Ağlıyorsun işte. Fırt fırt sümük çekme sesin geliyor.” Kolumu burnumun ucuna sürüp sümüğün birazını aldım. “Aey,” dedi midesi bulanmış gibi. “Yapma, tamam. İnandım ağlamadığına.”

Midesi bulanıyor diye yüzünü getirdiği şekle gülecek oldum. Burnumun ucunda baloncuk gibi patladı sümüğüm. Hozan’ın ağzı aralık kaldı iğrenir gibi kaşları çatılırken. Baloncuğun kalanını koluma sürerken güldüm. “Bakma!” 

Tek elini gözüne vurdu kapatmak için. Daha çok gülecekken bakmıyor diye elbisemin kolunu elime çıkarıp burnumu sildim. Epey sümük gelmişti. Pantolonuma sürttüm birazını. “Bitti.”

“Vardır daha. Bir balon daha patlat.”

Dizimi katlayıp karnıma kadar çekmiştim. Dediğiyle utanınca bacağımı yere indirip ayağımı dizine çaktım. “Bir defa oldu ya.”

“Bir daha olsa kusardım halıya,” dedi hâlâ gözleri kapalı.

“Kusarsan kusarım,” dedim bacağımı geri çekerken.

“Kusmak demeyelim. Midem bulanıyor,” dedi yine yüzünü buruştururken. “Niye yemekten kalktın?” Omzumu kaldırıp indirdim. “Niye ağladın?”

“Annemi özledim,” dedim dizimde kuruyan sümüğün izine bakarken. Annemden bahsedince yine ağlayasım geldi.

“Bakkala gidelim mi?” diye sordu. Ağlayacakken şaşırdım. “Kolalı meybuz alırım sana.”

Yanımda param yoktu. Bakkala gidemezdim. Abim gitmeden bir yere ayrılma demişti hem.

“Portakallısını seviyorsan ondan alırım,” dedi Hozan.

Canım turuncu meybuz çekmişti öyle deyince. “Abim gelmedi ama.”

“Abini ne yapacaksın?” dedi yerinden kalkıp. Elini uzattı. “O gelene kadar döneriz bile.”

O zaman olurdu. Elini tutmak için kaldırdım elimi. Elini geri çekti. “Sümük yok değil mi?”

Dizine vurdum elimi. Güldü. Kolumdan tutup kaldırdı. Tuttuğu yere burnumu sürttüğümü demedim. Odadan çıktık. “Anne biz bakkala gidiyoruz!” diye bağırdı.

Daha sofradalardı. “Akşam oldu. Ne bakkalı?” dedi Halime Teyze.

Hozan dış kapıyı açtı. “Bakkal geceye kadar açık.”

Halime Teyze dönüp beni görünce bağırdı. “Kızı götürme! Hozan!”

Hozan birden elimi tuttu. Beni kapının dışına çekti.

Halime Teyze sofradan kalkarken, “Nalinim dur! Geçtir sen gitme!” derken Hozan ayakkabılarını giymişti tek elle.

Benim ayağımda Nuşen’in ayakkabısı vardı zaten. Annesi kapıya varmadan kendiyle koşturdu beni Hozan. “Koş Nalin!”

Niye bilmiyorum koştum Hozan’la. Nereye gittiğimizi de bilmiyordum. Dışarı karanlıktı. Yine de koştum onunla. Nefes nefese kaldığımızda bir bakkalın önüne gelmiştik. İçeri girip sosis şeklindeki jelibondan, cino ve keklerden aldı. “Sen bize meybuz seç.”

Kapının önündeki buzdolabının ağzını açtım. Soğuktu. İki tane meybuz alıp kapattım hemen. İçeri girdim. Kucağındakileri tezgâha dizen Hozan’ın yanında durup bakkalcıya gösterdim.

“Paranız yok mu?” diye sordu adam.

Hozan’a baktım ben. “Ya amca… Biz çocuğuz. Sence paramız olur mu? Yaz deftere.”

“Babanın haberi var mı?” derken poşete dolduruyordu bakkalcı her şeyi.

“Kendi gönderdi. Misafirimiz var ya.”

Adam dediğine inanmıştı. Deftere yazdı bir şeyler, para almadı bizden. Hozan poşeti alıp elimden tutup bakkaldan çıkardı beni. Çıkınca bıraktı elimi. Poşetten meybuzun tekini çıkarıp bana verdi. Ötekini kendine alıp dişleriyle başını söküp yere tükürdü, meybuzu emmeye başladı. “Soyadın neydi senin?”

“Erdem,” dedim meybuzumun ucunu sökmeye çalışırken.

“Bizim aşirettensin o zaman,” dedi emip rengini aldığı buzu kırıp çiğnerken.

“Aşiret?” dedim erisin diye meybuzu iki elimle sıkıp ısıtırken.

“Rojxani.” Yürürken baktı bana. “Sana demediler mi?”

“Yooo…” dedim meybuzumun birazcık eriyen suyunu emerken.

“Annen başka aşiretten mi?”

Aşireti bilmiyordum. “Manisa’dan.”

Güldü dediğime. “Manisa aşiret mi salak?” Salak dedi diye sinirlenmiştim. “Annen Türk mü?”

“Yooo…” dedim yine. Gülünce salağa benzeyen oydu. “Biz Manisa’ya otobüsle gitmiştik.”

Daha çok güldü. Benimle alay ettiğini hissediyordum. Daha çok sinirleniyordum. “Gülme!”

“Tamam, tamam,” dedi yine gülerken. “Şuna cevap ver, anlayacağım. Annen Kürtçe biliyor muydu?”

“Yooo,” dedim bu defa bildiğimden. “Annem, dedem, dayım Kürtçe anlamıyor. Onlar Manisa’da yaşamış hep. Nenem, amcam, yengem de Türkçe anlamıyor. Onlar hiç Manisa’ya gitmemiş otobüsle. Babam, abim ve ben ikisini de biliyoruz.”

Sonunda doğru bir şeyi demişim gibi baktı yüzüme. “E anne tarafın Türk’müş işte,” dedi buzunu biraz daha kırarken. “Sadece baba tarafın Kürt’tür. Rojxani’densiniz siz.”

“Sen nereden biliyorsun da?” Bana dememişlerdi. Hozan nereden anlamıştı?

Bilmiş bir hareketle kapayıp açtı gözlerini. “Ben bilirim. Küçük teyzem Erdem’lerin gelini oldu. Tanır mısın ebe Emine’yi?”

“Aaa biliyorum,” dedim tanımış olmanın coşkusuyla. “Nenemle gittik biz onların evine. Bayramda baklava yedim ben Emine yengelerde.”

“Meşhurdur teyzemin baklavası.” Meybuzun dibindeki suyu içine çekti. “Yabancı değilsin yani buraya. Akraba sayılırsın bize.” Konağın önüne gelmiştik. “Ağlama burada. Zaten babam babanlarla konuşur, yapar aranızı.”

“Yapmasın,” dedim omzumu kaldırıp indirirken. “Babamın karısını sevmiyorum.”

Anlamadı beni. “Anneni mi?”

“Sen salak mısın?” dedim birden. “Annem Manisa’da. Boşandık biz çünkü. Nasıl babamın karısı olsun?”

“Boşandı mı?” derken şaşırmıştı. “Doğru. Aşiretten değildi annen.”

“Aşiret boşanmıyor mu?”

“Yok. Yani genelde. Ben duymadım hiç.” Konağın kapısını açmadı. “Tırmanmayı biliyor musun?”

“Nereye?” Eliyle duvarın üstünü gösterdi. “Oraya mı?”

“Taşların arasında boşluk var,” dedi poşeti bileğine itip. Meybuz paketini dişlerinin arasına sıkıştırdı. Duvarın taşlarını tuttu iki eliyle. Ayağını bir çıkıntıya koydu. Elini üstteki taşa atıp kendini yükseltip diğer ayağını boşluğun birine koydu. Böyle böyle tırmanıp kalın duvarın üstüne oturdu. Meybuzunu ağzından çıkarıp yana koyup fısıldadı. “Gel hadi.”

Tek katlı evimizin camlarında parmaklıklar vardı. Oraya tırmanıp üst kattaki amcamın evinin balkonuna atlamıştım da bu duvar yüksek gelmişti gözüme. Meybuzumu dişlerimin ucuna koyup aynı yerden çıkmaya çalıştım. Biraz yükselince tırmanabileceğime olan inancım yükseldi. Tepeye kadar çıktığımda Hozan kolumdan destekleyip oturmama yardım etmişti. “Helal,” dedi beğeniyle. “Diğer kızlar yüksekten korkuyordu.”

Ayağımın birini konağın içine ötekini dışarı sarkıtıp Hozan’a doğru oturdum. “Ben korkmam ki.”

Benim gibi oturdu o da. “İnerken görürüm ben seni.” Poşeti ortamıza koyup içini açtı. Kekin birini önüme koydu.

Sofradakilere bakarken kekin paketini açtım. “Bizi görmüyorlar mı?”

“Ses etmezsen kimse başını kaldırıp bakmaz yukarı.”

Ayaklarımı sallarken kekten bir ısırık aldım. Sofradakiler doymuştu. Toparlamaya başlamışlardı. Biz de tepede onları izleyerek karnımızı doyuruyorduk. Herkes içeri geçtiğinde gereksizce mutlu olmuştum. “Bizi görmediler hiç.”

“Hozan!” diye bağırdı biri evin dış tarafından. “Ci runuştaniye?*(Oturmanın yeri midir?)”

Hozan’ın babası görmüştü bizi. Yekta amcanın yanında abim de vardı. Bana bakıyordu şaşkınca.

Ayaklarımı sallarken ayakkabının teki gevşeyip birinin başına düşmüştü. “Hih!” dedim kim olduğunu görünce.

Devran abi elini kafasına koyarak baktı bana. “Lan! Senin ne işin var orada küçük?”

“Özür dilerim,” dedim diğer ayağımı yanıma çekerken.

“İnin aşağı!” dedi Yekta amca. Çok kızacaktı.

Hozan’a baktım. “Nasıl ineceğiz?”

“Atlayarak,” dedi Hozan. Oturduğu yerden ters dönüp eliyle tutundu. Belinden aşağısını sarkıtıp birden yere bıraktı kendini.

Devran abi onu yerden kaldırıp sırtına vurup evin içine itti küfrederek. Hozan eliyle kafasının ardını kapatarak hıphızlı kaçtı ondan. Bana baktı Devran abi. “İn kız aşağı!”

Bana da vurursa diye korkmuştum. Ses etmeden aynı şekilde inmek için duvarı tuttum. Kendimi sarkıtacağımda duvar tişörtümü tuttu. Göbeğimi açtı.

Abim geldi ayağımın altına. “Bana bırak kendini!”

Abim çok uzak geliyordu bana. Duvara sarılıp tekrar çıkmak istedim. Yapamadım. Düşecek gibi olunca bağırdım. “Abi!”

“La havle!” dedi Devran abi. Abimi kenara çekip ayak bileğimden yakaladı beni. “Bırak duvarı!”

Duvarı bırakınca geriye doğru düşecektim ki diğer eliyle sırtımı tutup yere indirdi beni. Bana vurur sandığımdan elimi tepeme kapayıp içeri kaçacaktım ki omzumdan tuttu. “Bir daha tepelere çıktığınızı görmeyeceğim.”

“Hı hı,” dedim hemen. Bıraktığı gibi içeri kaçıp odaya girdim. Kalbim korkudan hızlı hızlı atıyordu.

Abim geldi peşimden. “Çizildi mi bir yerin?”

“Yok,” dedim kızacak mı emin olamadığımdan biraz korkarak.

“Sabır be Nalin,” dedi yere otururken. Yanında iki çanta vardı. Önüme koydu birini. “Bize birkaç parça üst getirdim.”

Üstüm sümüklüydü. Hemen açıp temiz bir tişört aldım içinden. Üstemdekini çıkardığımda abim ardına dönmüştü oturduğu yerde. “Kızlar tek giyinir Nalin. Desene çıkayım.”

“Bitti bile,” dedim üstümü düzeltince.

Döndü bana. “Yekta Bey’ler babanla konuştu. Baban ‘Ferhat kalsın, çalışsın,’ dedi. Ama seni istedi.”

“Hayır!” dedim sırtımı yatağa vurup yere sürünerek inip otururken. “Babama gitmek istemiyorum.”

“Dedim istemez diye. Yekta Bey kalsın abisiyle biraz, gelir sonra dedi.” Çantayı önüne çekip ağzını kapattı. “Bir süre kimsenin gözüne batma. Kal yanımda Nalin. Belki annen o zamana seni almaya gelir.”

Annem gelirse onunla giderdim. Bu kez babamla boşanacaktık kesin.

“Ben zaten senin için geldim buraya,” dedi abim gözü çantada. “Sen gidersen başka yere giderim.”

“Anneme gidelim birlikte,” dedim o da gelsin diye.

Yüzünü kaldırmadan konuştu abim. “İstese adımı biliyor Nalin. Beni de çağırırdı. Belli ki istemiyor. Yük olacak değilim. Elim iş tutuyor şükür.” Çantanın üstündeki bir lekeyi tırnağıyla kazımaya başladı. “Bak baban da istemedi beni.”

Babama da artık baban diyecekti.

Kucağına atlayıp sarıldım abime. Çünkü üzüldüğünü biliyordum. “Ben istiyorum seni. Annem de ister abi.” Alnını omzuma koydu. Bir şey demeden durdu orada. “Abi? Annem istese gelmez misin benimle?”

Başını kaldırıp elini yüzüne sürdü. “Yemek yedin mi sen?” Başımı salladım.

“O zaman geç yatağa. Yarın okulun var.” Kapının önündeki sırt çantamı çekti. “Tüm defterlerini koydum içine. Eksik varsa biraz param var, yenilerini kırtasiyeden alırız.”

Çantamın içini açıp eşyalarımı kontrol ederken sordum. “Abi biz Hozan’ın aşireti miyiz?”

“Aynı aşiretteniz,” dedi başını sallayıp. Doğruyu demişti Hozan demek ki. 

Ben Hozan’ın aşiretiydim. O zaman Hozan da benim aşiretim olacaktı.

Hozan’dan öğrendiklerimi abime sormaya başladım. “Annem Türk’müş biliyor musun?”

Gülümsedi abim. “Bilmiyor muydun?”

Omzumu kaldırıp indirdim. “Türk olunca ne oluyor?” Düşündü biraz. O düşünürken sordum. “Biz neyiz peki?”

“Zor sorular soruyorsun Nalin,” dedi valizi çekip halıya koyarken. Başını valize yastıkmış gibi koyup uzandı. “Ne olmak isterdin?”

Yere yüzüstü uzandım. “Babam Kürt değil mi?”

“Hı hı.”

“O zaman ben annem gibi Türk olacağım.” Gülümsedi dediğime. “Sen?”

Gülmesi durdu. “Herhalde Türk’ler de istemezdi beni Kürt’ler de.” Karnı şişip indi. “Ferhat olacağım ben sadece.”

“Ben de Nalin,” dedim ayaklarımı popoma değdirirken. “Ama Türk de olacağım sonra. Annemin yanına gidince yani. Manisa aşiret değilmiş çünkü.”

“Ol Nalin’im. Ne istiyorsan ol.”

Gülerek sırt üstü attım kendimi. “Hozan’ın annesi de bana Nalinim diyor.” Gülerken abime baktım. “Abi… Hozan Kürt mü?”

“Hı hı.”

“Tüh ya,” dedim geri yüzüstü dönerken. “Annem Türk babam Kürt’tü. Boşandılar. Biz de Hozan’la boşanırız o zaman.”

Abim başını kaldırıp bana baktı yattığı yerden. “Kızım ne alakası var? Evliler boşanır. Siz çocuksunuz.”

“Büyüyünce abi,” dedim saçlarımı geriye iterken. “Ama hiç evlenmezsek hiç boşanmayız değil mi?”

“Tövbe estağfurullah,” dedi başını valize koyarken. “Duyan ne sanacak?”

Kararımı vermiştim ben. Hozan Kürt ise onunla boşanmamak için hiç evlenmezdim. Olur biterdi.

“Kalk yatağa yat. Yer soğuk.”

“Sana soğuk değil mi?” diye sordum.

“Çocuklara soğuk.”

“Sen çocuk değil misin?”

Sırtını döndü bana. “Kimsenin çocuğu olamayacak yaştayım artık. Abiyim ben sadece. Çık yatağa.”

Abiler de üşürdü bence. Çünkü biraz da olsa çocuktu işte. Yatağa çıkıp örtüyü kaldırıp yere attım. “Bunun üstüne yat o zaman.”

Dönüp örtüyü kaldırdı. “Sen üşüyeceksin.”

Döşeğin üstündeki lastikli örtüyü çıkarıp üstüme çektim. “Artık üşümem.”

“Zeki seni,” dedi gülümseyerek. Örtünün yarısını altına alıp, kalanını sırtından çekip üstüne aldı. Ayağının ucunu kaldırıp lambayı kapattı. “Hadi uyu.”

Biraz çok karanlık olmuştu. Evde karanlık olsa uyurdum ama burası farklı karanlıktı. “Abi…”

“Korktun mu?”

“Yok. Hozan’ların karanlığı tuhaf geldi.”

Gülümsedi. “Buradaki her şey Hozan’la alakalı değil. Sarkıt elini.” Elimi aşağı sarkıttım. Tuttu. “Bak buradayım ben.”

“İyi ki burasın abi.”

🎻🎻🎻

1998

Yakalanmıştım!

Pantolonumun önündeki boş ağ kısmını avuçlayan eli ittirdim önce. Göğsümdeki eli o çekmişti hemen. “Ne yapıyorsun?” diye bağırarak şaşkınlıktan gevşeyen tutuşundan sıyrılıp kendimi ondan kurtardım.

“Oha! Kız sesi,” dedi suratıma afallamış halde bakarken. “Sen kızsan sahnedeki kimdi?”

Yüksekçe bir duvara taşların arasında bulduğum boşlukla tırmanmıştım şimdiye dek. Kimse başını kaldırmadığı için görmemişti beni. Ama kapının ardında sandığım biri yakalamıştı beni. 

Şimdi beni hatırlayacak mısın Ozan?

“La Hozan!” diyen kapının ardındaki Baver abiydi.

Elimi kapıya attım açıp girmesin diye. O sıra Hozan peruğumu tutup çekmişti. Alnıma sürdüğüm yapıştırıcı terden işlevini yitirmiş, peruğum başımı terk etmişti.

“Valla da kızsın,” dedi Hozan elindeki peruktan toplu saçıma bakarken.

Hozan’a baktım nefesim hızlanırken. Birazdan tanıyacak mıydı beni?

“Hozan burada mı?” diyen Baver abinin sesi tam da kapının ardındaydı şimdi. Beni bu halde görecekti!

Yaşadığım ana inanamıyordum. Kalbim şiddetli bir hatayı işlemekteyken suçüstü yakalanmanın utancına kapılır sanıyordum şimdiye dek. Ama bu yanlışlarla dolu anda kalbim de hıyanet edecekmiş bana. Herkes sesini duysun diye gümbürtüyle tepinecekmiş sinemde.

Sanki elevermek istiyor kalbim beni. Seneler sonra kendine Bülbül dedirtmek istiyor gibi. 

Hozan’ın sesinden adımı duyacak olmak…

Dünyanın en şirin yüzünü aynada görmek kadar kısa süreli bir büyü olacak ancak.

Çünkü o Hozan değildi artık. Bana da Ozan olmalıydı!

Bedenimi yeni baştan dolanacak olan kanıma damlatılmış bir zehir gibi sızmıştı gururum. Yayıldı her bir yanıma akar su gibi. Hakimiyeti ele aldı çok geç olmadan. Bastırdı içimdeki Bülbül’ün o toy sesini. Kimsenin duyamayacağı, sözleri henüz dudaklara değmemiş bir müzik etti Hozan’ı bende yine.

Yakalanmamalıydım! Kimliğimi saklayabildiğim son ana dek saklamalıydım.

Hozan beni çok zamandır görmemişti zaten. Konağa son gelişlerimde hep şehir dışındaki konserlerindeydi. Yüzümdeki makyajı çıkarmaya kalksam bile beni tanımayacağını biliyordum. Fakat Baver abi görmüştü beni her gelişimde. Hem Çakal’dı o. Yüzümün şu anki halini bile tanıması zor olmazdı.

Baver abi odaya girmesin diye kapıyı kilitleyerek döndüm Hozan’a. “Her şeyi açıklayabilirim.”

“Açıklayacaksın zaten,” dedi ağırlığını ölçüyor gibi avucunda hoplattığı peruğu çantamın üstüne fırlatıp. “Bir… Sen kimsin? İki… Benim sesimi nereden çıkartıyorsun?”

“Benden çıkıyor o ses,” dedim kapının aşağı yukarı hareket eden koluna bakarken. Baver abi içeri girerse rezil rüsva olacağım kesindi. Önce ondan kurtulmam gerekti. Hozan’a baktım telaşımı belli etmemeye gayretle. “Eğer abini gönderirsen sana her şeyi anlatacağım.”

Dediğimin bir önemi yokmuş gibi elini kapının kilidine attı Hozan. Açacağını anlayınca elini tuttum hemen. Bana inanması için sesimi kalınlaştırarak konuştum. “Taklidini yapabiliyorum.”

“Hadi lan!” Elini ellerimden çıkan bir elektrikle çarpılmış gibi ani çekmişti. Parmakları kendi boğazını buldu. Sanki ondan bir şey çalınıp çalınmadığını yokluyor gibiydi. “Benim sesim lan o!”

“Hozan!” diye bağırdı Baver abi kapının ardında olduğundan emin olunca. “Aç la kapıyı.”

“Açma,” dedim kapıya sırtımı dayarken kendi sesimle. Baver abiyi istemememe bir kulp bulmam gerek diye saçmaladım bir şeyler. “Abinin belinde silah gördüm. Odaya girmesini istemiyorum.”

Dediğimi yine dinlememiş gibiydi. Ona konuşan sakallı bir kızdan kendi sesini duymanın şokundaydı çünkü. “Sakalın da peruk mu?” diye sordu elini suratıma atacakken.

Hâlâ biraz salaksın Ozan.

Başımı kapıya yaslayıp uzak tuttum kendimi ondan. “Elleme! Yapıştırıcı yüzümü tahriş eder. Ben çıkaracağım sakalı. Yeter ki abini gönder buradan.” Kapı zorlanmaya başlamıştı. 

Baver abi beni Hozan’ın kılığında şarkı söylerken görürse ne yapardım? Abimin kulağına giderdi kesinlikle. Daha barışmamıştık bile!

Hozan’a en gerçek halimle ricacı olacak bir sesle konuştum. “Hadi Ozan!”

Bu defa dediğimi dinledi sanki. “Abi!” diye seslendi dışarı. “Sen git. Ben hallediyorum burayı.”

Baver abi yine de kapı her an açılacakmış gibi zorlamaya devam ediyordu. “Kapı niye kitli lan? Kafana silah mı dayalı yoksa?”

“La yok,” dedi Hozan kapının önünden beni çekip. Kilidi birden çevirdiğinde ceketimi saçlarımın üzerine çekip yere çömelmiştim yüzüm görünmesin diye.

Kapıyı açmıştı!

Baver abi içeri girdi. Ceketime gizlendiğimden görmedim ama bana baktı sanki. “E bu sahnedeki halinden de kısalmış,” derken dibime kadar gelmişti. “Sen şu halinle kendine Merxas dedirtmeye utanmadın mı bebe?”

Utanmamıştım. Aksine eğlenceli bile gelmişti. Yine olsa yine yapar, daha erken tüyüp yakalanmazdım sadece.

“Abi sen işine git,” dedi Hozan. “Ben bunun ifadesini tekken alacağım.”

Baver abi ellerini dizlerine koyup hafif eğildi üstüme. Çakal herif sanki bir şeylerin kokusunu alır gibi yakınlaşmıştı ya ceketimin içine daha da gömülmüştüm. Ayağının ucunu dizime vurdu yoklar gibi. “Hele konuş bakalım. O ses senin nereden çıkıyordu?”

“Abi,” diyerek Baver abiyi benden uzaklaştırdı Hozan neyseki. “Ben konuşacağım dedim da. Sen git,” diyerek kapıya yönlendirdi. Kapıyı kaparken bir şey fısıldadı. İkna edici oldu o dediği. Baver abi gitti. Kapı üstümüze kitlendi. Dönüp bana konuştu Hozan. “Kaldır başını Taklitçi.”

Ceketin ucundan baktım gerçekten de yalnız mıyız diye. Kapının kapalı olduğundan emin olunca hafifçe indirdim ceketi. “Sen de mi gitsen acaba?”

Kapının kilidini tuttu Hozan. “Yok ya… Her şeyi anlatacağım diyordun az evvel?” Kilidi birden çevirip açtı. “Abimi mi çağırayım yoksa?”

“Tamam. Anlatacağım,” dedim başımı tamamen kaldırırken. Baver abiye rezil olmaktansa Hozan’ı bir şekilde atlatabilirdim ben.

“Ha şöyle.” Kapıyı geri kilitledi. “Önce şu sakalı çıkar. Suratını görelim.”

Yerden kalktım. Bu kaçmak için güzel bir fırsat olabilirdi. “Çantamda eşyalarım var.” Yandan yandan çantama yaklaşıp aldım kucağıma. “Burada beklersen banyoda üstümü değiştirip…”

“…camdan da kaçabilirsin,” diye tamamladı beni. Baştan aşağı baktı üstüme. “Senin planların çok da başarılı değil gibi, ha?” Geri yüzüme döndü. “Benim sakalım böyle mi?”

Yoksa Ozan’ı atlatamaz mıydım ben?

“Elimden bu geldi!” dedim banyoya doğru çaktırmadan gerilerken.

“Keşke o elinden hiç gelmeseydi,” dedi ellerini cebine koyarken. Yengeç gibi yanlayan ayaklarıma baktı. “Şu an ne yaptığını anlamadığımı mı sanıyorsun?”

“Ne yapıyorum ki?” diye sordum banyo kapısına kadar vardığımda. 

Görüşmeyeli salaklığın azalmış mı Ozan?

“Yan yan banyoya yaklaşıp kapıyı üstüne…” dediğinde yeterince yaklaştığımı varsayarak kendimi banyonun içine atmıştım ki daha ben çantayı yere atıp kapıyı örtmeden koşup kapıyı tutmuştu. “İyi deneme!” dedi kendini içeri sokup kapıyı ikimizin üzerine kaparken. Ayağıyla çantamı ittirdi bana doğru. “Şimdi üzerini değiş bakalım.”

Gülecek oldum dediğine. O buradayken üstümü falan değişmezdim. “Sana hiç demediler mi Ozan? Kızlar tek giyinir.”

O güldü dediğime. “Valla yanımda giyinen çok kız oldu. Hiçbirinden duymadım.” 

Göğsümün iki yanıyla kapana kısılacak oldu kalbim. Olduğu yeri çok zamandır zindan bellemiş zaten kendine. İyice daralmıştı yeri.

Keşke sen yanında soyunanların giysileriyle boğulsaymışsın Ozan!

Sırtını kapıya yasladı. “Ayrıca şu sakallı halinle kız formuna epey uzaktasın sen. Sorun olacak gibi görünmüyor. Ha?”

İstemsizce aynaya kaydı gözüm. Dağınık saçım, kurumuş terimle donmuş yağı andıran makyajım ve tüm görüntüye absürt sakalımla gerçekten de iğrenç gözüküyordum.

Seneler seneler sonra Ozan… Göre göre bu halimi mi görecektin ilk?

“Of!” dedim eğilip çantamı yerden alırken. Lavabo taşına koyup içinden makyaj çantamı çıkardım.

Hozan bir bacağını ötekinin üstüne atmış halde bana bakarken yapıştırıcıyı çıkartan ıslak küçük pedleri köpürtüyordum. Sakalı yüzümden hafifçe çekip gerilen yapıştırıcı parçalarını silmeye başladım.

Hozan birkaç adım yaklaşmıştı bana. Kaşlarını çatmış, dikkatle bakıyordu yaptığıma.

Onun beni izlediğinin farkında değilmişim gibi odağımı yaptığım işe vermeye çalıştım. Sakalın tamamını çıkarıp çantama koyduğumda yüzüm hâlâ temiz sayılmazdı. Bu kez kuru pedlerden alıp makyaj temizleme suyuyla kaşlarımı, göz altlarımı sildim.

“Vay anasını,” dedi Hozan aynadaki görüntüme. “Sen kalk bu kadar uğraş… Sesinden başka hiçbir şeyi benzeteme… İnsanlar yine seni ben sansın.”

Aynadan bir sinir baktım yüzüne. Çantayı yere sertçe bırakıp çeşmeyi açtım. Yüzümü bir de suyla yıkadığımda nihayet temizlenmiştim. Lenslerimi temiz parmaklarımla çıkarıp kutularına koyduğumda havluyla yüzümü kurulayarak döndüm ardıma. “Artık çıkar mısın? Üzerimi değiştireceğim.”

Yüzünde bir sırıtış var oldu. Banyonun penceresine elini vurdu kontrol eder gibi. “Demirleri sökemezsin.” Kapıya doğru geriledi. “Yine de bu kapı kitlenmeyecek Taklitçi.”

“Kapı açıkken giyinmem,” dedim havluyu yerine asarken. Çaktırmadan demiri yokladım. Hakikaten niye bu kadar sağlamdı tuvalet penceresi?

“Şu an senin şartlarını değil benim şartlarımı konuşacak konumdayız,” dedi Hozan aksi zaten saçmaymış gibi bir tavırla. “Dışarıda senin tarafından dolandırılmış bir tabur adam var. Farkındasındır inşAllah?”

Bana pusu kurmamış olsaydı paramı alıp mola bitmeden kaçmış olacaktım. Onlar Hozan kılığında bir adamla Ayşen isimli bir kadını ararlarken ben Nalin halimle çoktan İzmir’e varmış olacaktım. Her şeyin mahvolmasının sebebi Hozan’dı. 

Belki bir parça da ben. O da olsa olsa erken kaçmadığım içindir. Bu yaptığım Merxas konağında küçük bir şaka sayılırdı ancak. Çakal Merxas’ı görmüş gözler bana dolandırıcı diyebilecek değildi ya?

Vücudunun yarısını kapıdan dışarı hafifçe çıkarıp, başını dışarıda kalacak şekilde çevirdi Hozan. Kapıyı gövdesine dayadığında bir yarısı içerideydi. “Üç dakikan var. İster giyin ister giyinme.”

Kurallarımı çiğniyorsun Ozan. Hep sinirimi bozuyorsun böyle!

“Ya Sabır,” dedim yerdeki çantamın içinden kıyafetlerimi çıkarırken. “Kafanı çevirdiğini görürsem…”

Sanki tehdit edecek olan ben değilmişim gibi böldü sözümü. “Dakikan işliyor. Haberin olsun. Seni çıplakken görmemi istemiyorsan, konuşma, giyin.” Komikmiş gibi ekledi. “Ha soracak olursan ben konuşmandan yanayım.”

Gözlerimi devirirken kemerimi açtım hemen. Pantolon zaten kaymaya yer arıyordu. Düğmesini açıp düşürdüm. Kendi pantolonumu alırken Hozan’ı kontrol ettim. Bacaklarıma kotumu geçirdim. “Bakmıyorsun değil mi?”

“Son iki.”

Fermuarımı çekip gömleğin düğmelerini açmaya başladım. Gömleği çıkarınca göbek niyetine karnıma doladığım şalı çözüp göğsümdeki bandajı sökmeye geçtim.

“Son bir!”

“Yavaş say!” diye bağırdım panikle ellerimi göğsüme kaparken.

Güldü keyifle. Salaktı çünkü hâlâ!

Pantolonumun rengindeki kot gömleğimi üzerime giyip çıt çıtlı düğmeden uçları birbirine bastırıp göğsüme kadar kapattım. Elimi tokama atıp saçlarımı saldım. Aynadan kendime baktım.

Birazdan seneler sonra Hozan’la yüz yüze gelecektim.

Peki beni görünce tanıyacak mısın Ozan? Bülbül’ü artık hatırlayacak mısın?

Gözüm makyaj çantama ilişti. Hozan saymayı bitirmeden yüzüme biraz hareketlilik katabilirdim. Hemen far paletini çıkarıp gözümün üzerine mavi simden geçtim. Bu simle olan anıdan hatırlardı belki beni. Köşelere lacivert farla gölgeler ekledim. Siyah göz kalemiyle gözümün içinden geçtikten sonra rimelle kirpiklerimi hızlıca taradım. Dudak kalemiyle dudaklarımı çerçeveleyip rujla içini doldururken aynada beni izleyen gözlerine denk gelmiştim.

Nasıl da aynı bakıyor mavi gözlerin. Küçükken sahip olduğum o bileklikteki boncuklar gibisin.

Saydığı dakikalar bittiğinden beri dönmüş beni izlemişti Hozan. “Hakikaten de kızmışsın sen,” dedi. Epey erken bir tahmin olduğunu belli eder bir gülümsemeyle döndüm ona. Baştan aşağı baktı bana ilgiyle. Yüzümde durdu bakışları. Kaşları çatıldı. Bir beklentiye tutuldum aldığım nefesle. “Ama senin benimle ne derdin olabilir?”

Ne diye beklentiye girdiğini bilmediğim yüreğim cevabını almıştı. Ciğerlerim sönerken nefesimi hüsrana dolayıp saldım usulca. Hozan beni tanımamıştı.

Adil mi bu Bülbül? Ozan’ı hiç unutamamışken… Unutulmuş olmak adil bir oyun mu?

“Seninle ne derdim olabilir?” dedim gülümsememi devam ettirmeye çalışırken. “Sadece para kazanmaya çalışıyorum.” Ardıma dönüp eşyalarımı toplamaya başladım.

Ne beklemiştin Nalin? Onun ıslak mavi boncuklarına karşılık göz kapaklarına sürdüğün mavi simleri görünce bir anda sana Bülbül diyeceğini mi? Onun zihninde konağa geldiğin ilk gün bile yaşıyor mudur hâlâ? 

İlk oyun, ilk kaçamak, ilk aşk, ilk şaka… Sonuncuları bile hatırlayamayan bir adamı, kaç ilkimin öznesi yapacaktım daha? 

Bir yere kadar olmalıydı. Bu karşılıksız acı bir yerde durmalıydı. Benim unutamadıklarımdan sadece ben mesul olmalıydım. Hozan hiç tanışmamışız gibi yoluna devam edebiliyordu. Dediklerine takılıp demedikleri için beklentilere kapılmamam gerekti benim de. 

Ama Ozan… Kaç kız giyinmek için öncesinde soyundu senin yanında?

“Para kazanmaya çalışıyorsun,” dedi manasız bir söz etmişim gibi. “Taklidimi yaparak mı?” 

“Gördüğün üzere,” dedim önce. Eşyaları çantama tıkıştırırken tarağa ilişti gözüm. Alıp saçlarımı daha düzgün bir şekle sokmak için çabalarken konuştum. “Her zaman değil tabii ki. Sadece iptal ettiğin birkaç konseri değerlendirdim.”

“Nasıl? Niye?” diye sordu kapıyı önünden çekerek. İçeri girdi. “Kimsin sen?”

Biliyorsun Ozan. Sadece hatırlamıyorsun. Bu halde unutmandan da sen mesulsün.

“Kötü bir amacım yoktu,” dedim tarağı da içine atıp kapadığım çantamı sırtıma takarken. “Sadece sahne almanın zor olduğu bir dönemden geçiyorum. Sen de konserlerini iptal etmiştin. Şansa bak ki ben de sesleri taklit edebiliyordum. Ve ettim. Bu kadar. Fazlası yok. ” 

Kimliğim açık olmadan ayrılmanın vaktiydi. Yanından öylece geçip gidebilirim sandım. “Verdiğim rahatsızlıktan…”

“Hop hop hop,” dedi kolumdan tutup dururken.

Çocukluğumdan beri kolumun tutulmasından hiç hoşlanmazdım. Geriye çekip aldım tutuşundan. “Ne?”

Ciddiyetle sordu. “Gidebilirsin dedim mi?”

Gözlerimi kırpıştırdım. “Diyebilir misin?”

“Demem,” dedi karşılık olarak.

“Hayır. Bana gidip gidemeyeceğim hakkında herhangi bir komut verebilir misin diye sordum.”

“Hayır,” dedi bu defa. “Ama öylece kapıdan çıkıp gidebilecek bir şey yaptığını mı sanıyorsun?”

Keşke ne yaptığımı da unutacak olsa. Beni unuttuğu gibi.

Derin bir nefes alıp verdim. Sorunsuzca gitmek istiyordum. “Özür dileyecektim. Sözümü bölen sendin.”

“Özür?” dedi söylediğimi alaya alır gibi. “Kızım sen benim adımı lekeliyordun! Farkında mısın?”

Lekelemek? Gayet de onun sesini birebir taklit ediyordum. İnsanlar eğleniyordu. Kalkıp halay bile çekmişlerdi. “Ben buna leke demezdim.”

Islak boncuk gibi titreşti gözleri bir tık sinirle. “Şu ana dek konser verdiğim hiçbir yerde şımarık sanatçı taklidi yapmadım ben!” 

Ciddi bir konuşma yapacağa benziyordu sesi. Aynı ciddiyette dinleyecektim o halde. “Ben şımarık sanatçı taklidi mi yapmışım?” Ciddiyetime bir nebze alay karışsa fena olmazdı ama. “Senin taklidini yaptığımı sanıyordum oysa.”

Dediğime tebessüm bile etmedi. Belli ki onu kudurtacak bir şey yapmıştım. Kollarımı göğsümün altında birleştirip dinleme moduma geçtim. 

“Adıma nasıl bir leke sürdüğünden haberin bile yok değil mi?” Sırf cevap olsun da devam etsin diye başımı sağa sola salladım. “Ben eline mikrofon değince ünlü olacağım diye tutturan şarkıcılardan değilim. Ben sanatçıyım, Taklitçi! Bir yerde konser vereceğim dediysem oraya herkesten evvel giderim. Tepemde sahne ışığı yanana dek sahnenin kurulumunu da denetlerim, o sahneye çıkıncaya dek organizasyonun kalanıyla da ilgilenirim.”

Biliyordum. Ama ben bunları yapamazdım. Sahnede birkaç saat taklit yapmakla insanların arasına karışmak aynı değildi. En basitinden kesmeyi unuttuğum tırnağımdan, tüysüz ince ellerimden anlaşılırdı kadın olduğum.  

“Hadi bunları bilmiyordun, geç! Ama taklidimi yapacaksan öncesinde benim kim olduğumu da iyi kavrayacaktın Taklitçi!” Dediğinin etkisini en derinimde hissedeyim istemiş gibi yüzüme eğildi. “Ben aşiret çocuğum!”

Biliyorum Ozan. Sen benim aşiretimdin bir zamanlar.

“Benim soyadımın bir ağırlığı var!” dedi sert bir tonlamayla. Gözlerimi ondan hiç ayırmamıştım. “Ben bir yere gidiyorsam benden evvel soyadım gidiyordur. Dedemin, babamın, amcamın, abimlerin adı gidiyordur!”

İşte bu ciddiye almam gereken bir husustu. 

“Dostumuz olan aşiretler var hanımefendi! Gittiğim yerin Bey’i kimse ona vermem gereken bir selam, ondan almam gereken bir kelam var. Öyle son dakika sahneye fırlatılmış yeni yetme gibi şarkımı söyleyip, ardımı dönüp gitmem! Sanatçıyım ben, Taklitçi! Kendi adımla konser veriyorum. Amcasının düğününde eline mikrofon verilmiş çocuk gibi sahneye zıplayıp kaçamam!”

Beni çok haksız bir konuma düşürmüştü. Çok huzursuz bir konumdu. “Ben sahneye zıplamadım!” dedim gayet de kendimden emin şekilde. “Herkes performansımdan son derece memnundu!”

“Senin sesin Hozan Merxas’tı çünkü!” dedi aramızdaki iki adımlık mesafenin yarısını gelip.  “Ama o kadar. Şarkıyı okuma tekniğin de tiplemen kadar ucuz bir taklitti!”

Sinir baştan aşağı doldu bedenime. Şarkıları Kürtçe söyleyeceğim, telaffuz hatası yapmayayım diye günlerce hazırlık yapmıştım ben. Her konser öncesinde saatler süren yolculuğumda aynı şarkılarını kusasım gelene dek söyleyeceğim sırayla dinlemiştim defalarca kez. Hozan’ın sesiyle, şarkının sahibi olan asıl sanatçıyı birleştirmiştim sadece. Bunca emeğime ucuz diyemezdi!

Kabul. Taklitti. Ama asla ucuz değildi.

“Bu senin dördüncü taklidindi. Dört ile rezil ettin beni!” Yüzüme hiç de hoş olmayan bir sıfatla bakıyordu. “Sen yalnız beni değil… Tüm aşiretimi rezil ettin!”

Rojxani benim de aşiretim Ozan. Ama ben o yanımı silip attım. Rezil olup olmamaları gündemim olacak bir konu değil artık.

Biraz haksız olmaktan biraz da emeğime yapılan haksızlıktan soğumuştu sesim. “Aşiretiniz sürdüğüm lekeyle hayatta kalır diye umuyorum Ozan Bey.”

Güldü. Hoş bir gülüş değildi. “Adın ne senin?”

Yüzümden tanımadın ya Ozan. Adımdan da tanıma artık, boş ver.

“Serap,” dedim aklıma gelen ilk isim olduğundan.

“Tam da adına layıksın Serap.”

Aldatıcı mı demek istemişti? Ne tesadüf? Ozan’ın bendeki bir anlamı da neredeyse buydu.

“Sağ ol, Ozan. Ve hoşça kal.”

Çıkıp gidecekken yine kolumdan tuttu. Bu benim en nefret ettiğim şeydi. “Kolumdan tutma!” diye bağırdım.

Bıraktı. “Daha hesabın kapanmadı Serap.”

“Ne istiyorsun?” dedim kolumu bir daha tutmasın diye karşısında durup suratına odaklanırken.

“Hesap vereceksin! Sesimi nasıl taklit ediyorsun?”

“Yetenek,” dedim geçiştirmek için.

Geçmedi. Gerçekten sorgulayacaktı. “Bir sabah uyandın ve sesinin Hozan diye birinin sesine dönüştüğünü mü anladın? Nedir?”

“Hayır tabii ki,” dedim kollarımı göğsümün altında birbirine geçirirken. “Yeterince dinlediğim çoğu sesi taklit edebiliyorum.”

“Papağan gibi?” diye sordu.

Bülbül, Ozan. Sen bana Bülbül derdin.

“Artık her ne dersen,” dedim gözümü ondan çekip.

Sorgulaması bitmedi. “Benim sesimi nerede duydun?”

Sokağında, evinde, damında, avlunda, odanda… Her yerde konuştum ben seninle. Her yerde duydum seni Ozan.

Bugün bile hepsi hatırımda. Tek tek. En çok o sesin. En çok şarkılar söylerkenki nefeslenişlerin.

Sırf bu yüzden yazıklar olsun sana Ozan! Sen beni tümden unutmuş gibisin.

“Bir konserinde duymuştum,” dedim güçlükle yutkunurken. Ona bakmamak için odada gezdirdim gözlerimi. “Taklidi kolay bir tınıya sahipti. Deneyince gerçekten de taklit edebildiğimi gördüm. Dedim ya sen de konserleri iptal edince…”

“Dürüst ol Serap,” diye böldü sesimi. “Kim istedi senden böyle bir şey yapmanı?”

Güldüm. Ama ona bakmadım. “Kim isteyebilir?”

“İtibarımı yerle bir etmek isteyen vardır illa?” derken ciddiydi. Dönüp baktım boncuğumu hatırlatan mavilerine. Yüzüme biraz daha baksa emir aldığım birilerinin ismini itiraf ettirebilecek gibiydi.

Sinirlendim o bakışına. “Performansımda yanlış olan hiçbir şey yoktu! Seni rezil edebilecek bir şey…”

“Hozan Bey’im,” diyerek kapıyı araladı Hamit Bey. Beni görünce aradığı bir şeyi yakalamış gibi eliyle işaret etti. “Aha buydu menajer Ayşen.” Odanın içinde gezdirdi gözünü. “Hani o it oğlu it?”

Beni arıyordu. Hozan olan beni.

“Kaçtı,” dedim hemen. Hamit Bey bana bakınca kendimi savunmaya geçtim. “Kendisi beni de dolandırdı. Ben onu gerçek Hozan Merxas sanıyordum.” Hozan’ı gösterdim. “Buymuş meğersem.”

“Yaaa…” dedi Hozan. Elini omzuma koydu hafif pat patlamalarla. “Hanımefendi biraz safmış Hamit abi. Dolandırılmış zavallı.”

Elini omzumdan atmak için omuzlarımı kaldırıp indirdim. Elini çekmek yerine daha da yayılmış, neredeyse sarılır gibi konumlanmıştı. Açık duran kapıdan kaçarım diye tutuyor olmalıydı.

Benim dediğimden çok Hozan’ın dediğine ikna olmuştu adam. “İnsan biraz gözü açık olacak bacım,” dedi bana yan yan bakarken. Hozan’a dönüp gülümsedi. “Millete de rezil olduk. Adımız kerize çıkmasın?”

“Eee… İnsan biraz gözü açık olacak Hamit Bey,” dedim kendime engel olamayıp.

Hozan omzumu kavrayıp bıraktı uyarır gibi. “Hamit başkan şöyle yapalım. Sen buradaki herkese durumu telafi için güzel bir indirim yap şimdilik. Allah nasip ederse yarın bir uğrayıp gönülleri hoş edeceğimi de söyle. Bu geceden memnun olmayan varsa yarın tekrar gelsin. Helalleşelim.”

“Aman Bey’im,” dedi Hamit Bey sesinin aksine son derece memnun bir ifadeyle. “Ayıp bizim ayıbımız. Seni yormayalım?”

“Ayıba benim adım karışmış,” dedi Hozan makul bir sesle. “Telafisi asıl bize düşmüş.” 

Hamit Bey pek keyiflenmişti. Belli etmemek için mahçup bir tavra büründü hemen kunduz gibi. “Seni bizim konakta misafir edelim Bey’im. Ayağının tozuyla ilgilendiğin şeylere bak.”

“Zahmet vermeyeyim,” dedi Hozan teklifi reddedeceği yerde.

“Ne zahmeti? Rojxani’ye kapımız ardına dek açıktır.”

Hozan hoşnutça gülümsedi. “O zaman hanımefendiyle misafiriniziz.”

“Ne?” diyerek döndüm Hozan’a. Ben sessiz sessiz duruyordum. Konuyla ne alakam vardı?

“Bacı da gelecek?” diye sordu adam da.

Hani Rojxani’ye kapınız açıktı? Gerçi ben kendimi onlardan saymıyorum ya. Neyse.

“Gelecek,” dedi Hozan kelimeye bastırarak. Sanki bunu adama değil bana demişti. Akabinde suratını çevirip bana baktı. “Konuşmamız gereken şeyler var çünkü.”

Öyle dikkatli bir uzunlukta bakmıştı ki şüpheye düşecek oldum. Yoksa… Sonunda anladı mı Bülbül olduğumu?

🎻🎻🎻

Kız kaçmasın diye omzundan kavradığımda gömleğin açık çıtçıtlarından sütyenin kurdelesine dek görmüştüm. Dikkatimi yüzünde tutmaya çalıştım. Güzel kızdı. Ama beni nereden bulmuştu da böyle bir şeye kalkışmıştı? Bunu öğrenmem gerekti. 

Hamit abi kapıyı aralık tutup yolumuzu açtı. Kız hemen davranıp çıkacak oldu. “Yavaş,” dedim omzunu daha sıkı sarıp. Kendimle bir yürütecektim onu kaçmasın diye.

Her adımda göğsünün dalgalanışına kadar görünüyordu böyle tepeden bakınca. Kulağına doğru fısıldadım. “Bir düğmeni kapat istersen.”

“Ney?” derken önüne bakmıştı. Elini atıp bir çıtçıtı kapattı hemen. Sonra yüzünü bana kaldırdı sinirle. “Önüne baksan görmezsin!”

“Namümkün hanımefendi.” Sallanan hoş şeyler dikkatimi çeker. 

Geçtiğimiz koridorun bir kısmı arka bahçeye açılıyordu. Benim sahne alacağım vaadiyle gelenler sipariş ettikleri yemeklerini yiyorlardı. Aralarından beni tanıyacak biri çıkarsa diye başımı önüme eğip restoranın çıkışına kadar bir daha konuşmadım. 

Hamit abi kendi aracını çektirmişti kapının önüne. Serap’ın kulağına fısıldadım. “Şimdi uslu bir kız ol. Arabaya bin.”

Dışarıdayız diye buna bir cesaret geldi herhalde. “Şu an beni kaçırıyorlar diye bağırıp herkesi başımıza toplasam ne yapabilirsin ki?”

Kendini zeki sanıyor olabilirdi. Ama zekasının derecesini kılık değiştirerek aşiret mensubu bir sanatçıyı taklit etmekle bana çoktan göstermişti.

“Karakola gidelim mi Serap?” diye sordum yüzüne eğilerek. Böyle üzerine doğru eğilince sütyeni yine görünür olmuştu. “Yaptığın dolandırıcılık ilgilerini çekecektir. Suç olduğunu biliyorsun değil mi?”

Niyeyse ciddiye alası tuttu beni. “Seninle niye gelecekmişim peki?”

“Yaptıklarını düzeltmen gerek,” dedim gözümü siyah sütyeninden ayırmak için gözlerine kaldırırken. “Malum daha bitmemiş bir sorgumuz var.” Gözüm geri düştü aşağı. Sütyenin ucundaki minik kurdele tam iki göğsünün arasındaki boşluğa denk geliyordu. Dikkatimi dağıtıyordu. “Sen bi’ düğmeni daha iliklesene.”

Baktığım yere gözünü indirdi. Hemen sinirlendi. Düğmesini iliklemek yerine göğsüme vurup geriye itti beni. “Tepemden bakmasana!”

Bu da namümkündü!

Fakat düşünüyordum da ben kadın olsam tam da şu noktada olay çıkarır söylenen arabaya binmezdim. Serap öyle yapmadı. Çantasını çıkarıp içeri attıktan sonra sinirli gözlerle bana bakarak da olsa bindi arkaya.

Kadınlara güven veren bir tipim olduğunu sanmıyordum. Emin olmak için sordum. “Abin Emniyet Amiri falan mı?”

“Yoo…” dedi önce. Bir merak oynaştı yüzünde. “Niye sordun ki abimi?”

Neyine güveniyordu öyleyse? Olay çıkarmadan dediğimi yapmasının sebebi gerçekten polise gitmek istememesi miydi? Yoksa beni bir yerden tanıyor muydu? 

Bu kızın kim olduğunu kesinlikle öğrenmem gerekti.

Hamit abi öne binince, yolda kapısını açıp atlar endişesiyle Serap’ın yanına oturmuştum. Hamit abi az kurnaz adam değildi. Geçen senelerde konser takvimim oluşturulacağında aşiretinin büyük isimlerini araya sokup babama kadar ulaşmış, Batman’a gelirsem mutlaka onun mekânında sahne almam için epey uğraştırmıştı menajerim Ayşen’i. Benim için küçük bir mekân olacağı için reddedeceğim yerde dost olan aşire yüz çevrilmez diye kabul etmiştim. Hamit abi de kendi aşiretinin büyüklerine Rojxani’yi ağırlamış olmanın onurunu yaşatmanın ayrıcalığını yakalayacaktı. 

Ta ki biri onu dolandırmaya kalkana kadar. Adının Serap olduğundan başka bir şeyini bilmediğim bir kız kalkmış, şu kadarcık canıyla koca iki aşireti dolandırmaya cüret etmişti. Hamit abi daha onu kandıranın bir adam olduğunu sanıyordu. Asıl failin arabasında sus pus oturan kız olduğunu bilse kim bilir nasıl çıldıracaktı? 

Hamit abi beni cismen hiç görmemişti. Babamla Memet abimi davetlerde görmüş, olsa olsa belki Baver abimi de misafir etmişti. Gördüğü Merxas’lardan yola çıkıp benim de aşağı yukarı onlara benzer biri olacağımı akıl ettiğini, sahne çıkan şarlatanın boyundan bile şüphelendiğinden bahsetti. “Sesi de bok gibiydi zaten.”

Yanımdaki kızın kemikleri bir sertleşti. Duruşu dikleşti. “Dediğiniz çok ayıp bir laf olmadı mı Hamit Bey? Taklitçi’nin asıl sesini nasıl bilebiliriz ki? Çünkü taklit yaptığından sesini tam kullanamamış olduğu gayet açıktı,” dedi Serap. 

Alınmıştı. Yaptığı suçun üstüne yediği ilk eleştiride çocuk gibi alınmıştı ya ben bunun peşine düşerdim.

“Taklitte sesi yoksa normalde de yoktur,” dedim inadına. 

Bu kez bana sinirlendi. “Ne alakası var?”

Ben bu dalaştan keyif alırdım. “Kendi sesinden emin olan neden taklit yapmaya kalksın?”

Hınçla aralandı dudakları. Bir şey diyecekti de son saniye mukayyet oldu o kıvrak diline. Kapadı ağzını. Aniden yolu seyretmek istemiş gibi dışarı çevirdi başını.

Güldüm haline. Elimi omzuna koydum kendime çevirmek için. Elime vurdu. Ama dönmedi bana. Elimi çekerken kulağına doğru fısıldadım. “Hem suçlu hem güçlü derler bu yaptığına.”

Bakmadı ama konuşmadan da yapamadı sanki. “Sana göre suçlu, bana göre güçlü Ozan.”

Bana göre hem suçlu hem güzeldi. Ardıma yaslandım keyifle. Bu kızla eğleneceğim kesindi.

Sanat kariyeri inşa edeceğim dediğim vakit, o çocuk aklımla bile, her şeye hazırdım. Günü gelecek en benim dediğim şarkımı çalmak isteyenler çıkacaktı. Sahne alacağım yerde işimi çalmak için takla atanlar olacaktı. Yeri gelecek şarkı söyleme metotlarıma bile öykünen ağıma takılacaktı. 

Ama ben ilk defa beni çalmaya çalışanı görüyordum. Hem de sesime kadar.

Aynadan görünen yansımasına baktım. Bir kadın neden benim kılığıma girmek isterdi? Bu kadın nasıl sesimi birebir taklit edecek yeteneğe sahip olabilirdi?

Hamit abi bir konağın önüne varınca durdu. “Hanemize hoş gelmişsin Hozan Bey,” dedi kapıyı açıp inerken.

“Yamacımdan ayrılmayacaksın Taklitçi,” diye fısıldadım Serap’ın kulağına.

“Oldu,” derken son derece alaylıydı sesi. “Başka?”

“Oldukça söyleyeceğim,” dedim kapıyı açıp inerken. Onun olduğu tarafa dolandım. Benden evvel açıp indi. Çantasını aldı. Ağır görünüyordu. Ucundan tutup taşıyacakken kendine çekip omzuna taktı.

Hırçınlaştırmanın lüzumu yoktu. Elimle konağın açık kapısını gösterdim. Önümden sallana sallana girdi içeri. Böyle yürüyünce öfkeli gözüktüğünü sanıyorsa yanılıyordu. Komik geliyordu gözüme. Gülmemek için dudaklarımı büzüp peşinden girdim içeri.

Hamit abinin ailesine benim geleceğim önceden haber edilmişti. Büyük bir sofra kurulmuştu adıma. Civar evlerden gelenler de epey vardı. Sofralar kadın erkek diye ayrılacaktı yine. Serap’a güvenmediğimden salona yanımda götürdüm. 

Bizim taraftan bir kadınla gelmiş olsaydım hemen kadın ortamına davet edilecekti. Fakat Serap bize yabancı olduğundan uzak misafir kontenjanına dahil ediliyor, erkek odasına girişi o çıkmak istemedikçe yadırganmayacak oluyordu. 

Sofra kurulacağı vakit Hamit abi kadın odasına geçmek isteyip istemediğini soracak oldu. Serap’ın Kürt’e benzemediği çıkarımını yaptığımdan Kürtçe konuştum. “Bizim adetleri bilmez, yabancıdır. Bizimle otursun.”

Serap muhtemelen ne dediğimi anlamadığından yüzüme bakmıştı. Onun duyacağı şekilde açıkladım. “Yer sofrası kurulacakmış. Havlu ister mi diyorlar?”

“Havlu?” diye sordu. 

“Takım elbise lekelenmesin diye bacağa sermek için. Gerçi sen takımı sadece sahnede giyiyor gibisin.”

Yüzünü buruşturdu. İki kişilik bir keyifle gülmüştüm ben ise. Yere kurulan sofraya büyükler otururken Serap’ın dirseğine dokunup kalktım yerimden. “Yanıma otur.”

“Tamam,” dediğinde uzatmamasına sevinmiştim.

Tabii bu sevinç aldatılışımmış. Ben olduğum yere otururken o yan yan birkaç kişinin ardından kaymış, karşıma geçmişti. Oraya otururken büyük bir marifet başarmış gibi gülümsemişti bana. 

İnat kızdı. Sanki benim işlediğim bir kabahat onunkini çok zamandır sollamış kadar intikamcıydı. Zamanla anlayacaktım derdini.

Tabaklar misafiriz diye önümüze boca edilirken herkes bir telden soru sormaya başlamıştı. Yerken konuşma azimlerine karşılık ayıp olmasın diye hepsine cevap vermeye çalışıyordum ki çorbasına eğilmiş kızın sütyeninin ortasındaki kurdele ile yine denk düşmüştük. 

Biri bana Devran abinin ne zaman hapisten çıkacağını sormuştu. Serap o zaman sohbet ilgisini çekmiş gibi kaldırdı başını. Ona bakarak cevapladım. “Altı yedi ay kadar kalmış neredeyse. İnşallah sonraki senede bizledir.” Elimi üst düğmeme atıp iki parmağımla kıstırdım. Serap’ın gözü düğmemi buldu ama anlamamış gibi geri bana baktı. Öksürür gibi boğazımı temizlerken kaşlarımı kaldırıp indirerek onun önünü işaret ettim. 

Bu defa anladı. Sırtını dikleştirdi önce. Kimsenin ona bakmadığı anda çıtçıtlı düğmeleri birbirine bastırıp kapadı. Sonra kaşlarını kaldırıp indirerek önümdeki tabağı gösterdi. Bana önüne bak diyordu. 

Yemek boyunca mevzu benim üstümden Rojxani’yi dolandı durdu. Bizim aşiretten en sık Merxas’larla ve Bağboz’larla tanışıklıkları vardı. Devran abinin eşi Gönül yenge Bağboz’lardan olduğundan ne yakın olduğumuzdan bahsettim. Hamit abiler de Bağboz’lara kız vermişti yıllar evvel. Düğünde bizim tarafı da görmüşlerdi. O zamandan duymuşlardı benim methimi. Batman’da bir konser vereceksem kesinlikle onun mekânında olması için ısrarcı olması bundandı.

Aralarında beni bu kadar yakından gören çok kişi yoktu. Hamit abi onlara bugün nasıl kandırıldığını anlatırken onu asıl dolandıran Serap’tan da Ayşen olarak bahsediyordu.

Karşımda sessizce yemeğini yiyen kız sanki tüm bu düzeneğin faili değilmişçesine rahattı. Anlatılanlardan sonra sofradakilerin ona baktığını fark edince sahneye çıkan adamı aslında hiç görmediğini, içeride benim için kulisi hazırladığını söyledi. Zaten sahnedekini görse Hozan Merxas olmadığını hemen anlayıp tuzağı ortaya çıkaracak kişi o olacaktı. 

Yalan söylerken o kadar inandırıcıydı ki gıpta etmedim değildi. Denk gelirsek Baver abime gösterecektim bu kızı. Eğlenirdik.

Yemekten sonra çay faslına geçildiğinde Serap koltuğun köşesinden aldığı yastığa sarılmış oturduğu yerde uyukluyordu. Benimle konuşan adamların gözü arada ona kayıyor, uyanacak gibi olduğunu sandıklarından pek bir şey diyemiyorlardı.

“Hamit abi,” dedim yerimde doğrulup. “Ayşen Hanım yol yorgunu. Bize bir oda ayarlarsanız…”

“Tabii tabii,” dedi Hamit abi yerinden kalkıp. Evin hanımına iki oda hazırlamasını söyleyip döndü. Kalkıp benim için gelen misafirlerin hepsiyle tokalaşıp ev sahibiyle kapıya kadar geçirdim. Yarın boş masa olmasa bile gelip ayakta dinleyeceklerini söylediler, beni mahçup ettiler.

Misafirler gidince salona dönüp koltukta uyuklayan Serap’ın ayağına ayağımın ucunu değdirdim. “Kalk. Odaya geçip…” diyeceğimde gözünü açmıştı hemen.

“Gittiler mi sonunda?”

Rol mü yapmıştı? “Gittiler.”

“Ne Hozan Merxas’mış,” dedi yastığı bırakıp gerinirken. “Sabaha kadar dinleyecektik.” Yerinden kalkıp saçlarını geriye attı.

“Bak sen,” dedim kaşlarım alnımın ortasına çıkarken. “Gecelere kadar taklitlerimi yapan birini tanıyorum. Bir de onu dinlemeyi dene.”

“Kalsın. Bu gece uyuyacağım,” dedi salondan çıkacakken.

Hamit abi içeriyi kontrol edip geldi yanımıza. Yan yana iki odayı tahsis etmişti bize. Serap hemen girdi birine. Ben adama teşekkür edip uzaklaşmasını bekledim.

Serap kaçmak için muazzam bir fırsat bulduğunu sanıyor olmalıydı. Yanılıyordu. Bana ayrılan odanın kapısını açıp içeriden anahtarı alıp dışarıdan kilitledim. Serap’ın kaldığı odaya girdim.

“Ne yapıyorsun?” dedi eli tam da tahmin ettiğim üzere pencerenin kolunda.

Kapıyı ardımdan kapatıp kilidini çevirdim. Gözü oraya kaydı hemen. “Seni bilmediğin bir evde tek başına bırakacağımı mı sanmıştın?”

Ayağının ucundaki çantayı saklayabilirmiş gibi önüne geçti. “Sebep?”

“Kaçmanı önlemek için olacak değil,” dedim anahtarı çıkarıp cebime atarken. “Sırf yabancılık çekme diye. Bu gece birlikteyiz Taklitçi.”

Gülecek bir ifadeye büründü sureti. “Seninle aynı odada uyuyacağımı mı sanıyorsun?”

Ceketimi çıkarıp kapının koluna astım. “Ha dilersen sabaha kadar uyumayız.” Elimi kemerime atıp çıkardığımda kaşları çatılmıştı. “Yaptıklarının bir bedeli olmalıydı. Değil mi?”

🎻🎻🎻

Hozan’la Nalin’i sevdiniz mi? Bu deliler başlarına ne işler açar tahmin edebiliyor musunuz? 

E görelim bakalım 😌

Görüşmek üzere Bülbül 🐦

5 1 Oy
Article Rating
Abone
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Şerife
Şerife
10 gün önce

Ya afıslerde ozan mı yazıyor hozan mı

Scroll to Top
1
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın.x