Bölüme şöyle Hozan’la Nalin’in nasıl tanıştığıyla başlayalım mı? Hadi başlayalım 😘
Keyifli okumalar! 💃🏻
🎻🎻🎻
Bölümdeki şarkılar:
*Hozan Dino – Gulek Bide Min
**Hemê Hacî – Ez Berfim

🎻🎻🎻
‘Hiç görmediğim bir güzelliğin peşindeydim. Belki bu yüzden kaçsam da aslında hep pençendeydim.’
1986
“Seni tanıdığım güne lanet olsun!” diye bağırıyordu annem.
Abime doğru yanaşıp sordum. “Hangi güne yani?”
Annemle babam yine odalarının kapısını kapatmış, sanki böyle yaparlarsa sesleri bize gelmeyecekmiş gibi bağır çağır kavga ediyorlardı.
“Ne, hangi gün?” diye sordu abim gözünü odanın kapısından ayırmadan. Benim gibi koridordaki duvara yaslanmamıştı. Bir şeylerin kırılma sesini duyarsa odaya dalacaktı demek ki.
“Annem diyor ya hani lanet olsun diye. Hangi gün o?”
“Ne bileyim Nalin?” dedi geçiştirircesine. “Sus da içeriyi duyayım.”
Dinlesindi. Sanki duyulmuyor muydu? Evin dışına kadar duyuluyordu sesleri. Ben dışarıdaydım, duymuştum. Annem bana sesleniyor sanmış, koşup gelmiştim. Yine kavga ettiklerini anlayınca abimin yanına geçip duvara yaslanmıştım.
Ama merak ediyordum. Hangi gündü annemin lanet ettiği? Karlı mıydı o gün, yağmurlu mu? Kış mıydı, yoksa bahar mı? “Kesin sonbahardır,” dedim kararımı verince.
“Ne?” diye sordu abim yine.
“O gün. Annem lanet olsun diyor ya. Sonbahardır kesin. Yağmurda yerler sırılsıklamdır. Hatta ayağı kaymıştır. Babama çarpmıştır sonra. Sadece babama değil ayağının kaydığına da lanet ediyordur o zaman.”
Gülecek oldu abim. “O gün ayağı kaymış olmalı,” dedi sadece. Yüzünü odanın kapısına çevirdi geri. Babamın küfredişini duyunca gülümsemesi silinmişti.
“Çok küfrediyor,” dedim anneme söylediği kelimeleri sevmediğimden. Tek ayağımı arkamdaki duvara kaldırıp yasladım. Soğuk duvar ayağımın altını serinletmişti. İkisini birden yaslamayı düşündüm. İki ayağımı kaldırsam düşerdim yere. Ellerimi karşıdaki duvara yasladım. Tek ayağımı ardımdaki duvara basıp ötekini de kaldırdım. Koridorda asılı kalmıştım adeta. “Abi!” dedim bağırarak. “Bak ne yapıyorum?”
Abim bana bakmadı. Odanın içinde annemin çığlığı yükselmişti çünkü. Sesle irkilince düşecek oldum. Ayaklarımı hızlı indirmeye kalkınca dizlerimi yere çarpmıştım ki abim de kapalı kapıyı duvara çarparak açmış, odaya dalmıştı. “Yeter lan! Yeter!” diye bağırdı.
Kendimi yerden kaldırırken yüksekçe bir çarpma sesi geldi içeriden. Ben ayağa kalkmıştım ama bu defa abim yerdeydi. Babam tepesinde ona bağırıyordu. Annem itti babamı. Abim yerde yanağını tutuyordu.
“Kavga etmeyin,” dedim odaya girip.
Kimse beni duymamıştı. Sekiz yaşındaydım halbuki. Boyum da kısa değildi. Sınıftaki en uzun kız bendim. Evdeki herkes benden büyük diye onlara kısaydım belki. Ama sesimi duymaları gerekirdi.
“Bitti artık!” diye bağırdı annem abim yerden kendi başına kalkarken. “Sana bu kadar dayandığım yeter! Boşanacağım senden!”
Babam çok acı bir biber yemiş gibi kızardı karşımızda. İnsanın dili bibere değdiğinde gözleri böyle büyüyordu çünkü. “Boşanmak yok! Ölsen de bu evdesin sen!”
Boşanmak, ölmek mi demekti o zaman?
“Anne…” dedim. Bu kez o acı biberi ben yemiştim sanki. Dilim değil, karnımın içi yanmıştı. “Ölecek misin?”
Annem kollarımdan tutup hızlıca önüne çekti beni. Duvarda serinleyen ayaklarımın altı yanmıştı halıya sürtününce. “Babamlar beni almaya geliyor! Görürsün sen boşanmak var mıymış, yok muymuş?” dedi babama hırsla.
Dedemler ta Manisa’dan buraya mı geliyordu? Gelmezdi onlar hiç. Arada annemle birlikte biz giderdik sadece. Babamı sevmiyordu oradakiler. Bizim evimize gelmezlerdi. Babamı sevmedikleri için mi annemi götüreceklerdi?
“Boşanacaksın?” dedi babam başını gülerek sallarken. Boşanmak ölmek olsa gülmezdi herhalde. “Sen boşanırsın.” Başını durmadan sallıyordu. “Bak nasıl boşanmak var bende?” Dönüp dolabın kapağını açtı sertçe.
“Hayır!” diye bağırdı abim.
Babam dolaptan tüfeğini çıkarınca annemin kollarımı tutan elleri sıkılaşmıştı. Kemiğimi acıttı.
“Anne Nalin’i al çık!” diye bağırdı abim önümüzde kollarını iki yana açarken. Babam silahın içine demirlerini takarken ona atıldı. “Baba delirme! Baba yapma! Bırak!” diyerek elinden tüfeği çekiştirmeye başladı.
Annem de beni kendiyle çekiştirip çıkardı odadan. Evin dışına attık kendimizi. Terliğime ayağımı sokamadım. Kolumdan çok çekti annem beni. Toprağa bastık, taşlar battı ayaklarıma.
“Ferhat!” diye bağırdı annem içeri. “Çık! Bırak o Allah’ın belası kendini vursun! Ferhat! Sen çık!”
Abimi gördüm kapıda. Annem çağırıyor diye çıkıyor sandım. Meğer babam ittiriyormuş onu dışarı çıkmak için. Abim tüfeğe sarılmış, babamı içeri ittiriyordu çıkmasın diye. “Uzaklaşın!” diye bağırdı bize. Benim az evvel duvara koyduğum gibi tek ayağını kapıya koyup babamı kendiyle birlikte içeride tuttu.
“Bizi vuracak!” diye bağırdı annem. “Yetişin komşular!”
Amcamın üst kattaki evinden nenem koşarak indi. Türkçe bilmiyordu. Kürtçe ne olduğunu sorarak aşağı kattaki evimize girmeye çalıştı. Amcam basamakları atlaya atlaya geldi nenemin peşinden. Bize kızdı tüm mahalleye duyuru yapıyoruz diye. Yapmıyorduk. Yine de o kızdı diye onun evine kaçtık.
Annem amcamın evine girer girmez cama koşup perdeyi aralayıp aşağı baktı. “Ferhat! Sen gel!”
“Ferhat gelsin de benim kocam vurulsun?” dedi amcamın karısı. “Bi’ susup oturmayı bilmiyorsunuz. Sizin kavganız yüzünden kocam vurulacak!”
Annem bu defa yengemle kavga etmeye başladı. Ben perdeyi saçımın üstüne koyup dışarı baktım. Böyle düğünlerdeki gelin gibi olmuştum. Üstümdekiler de beyaz olsaymış keşke. Tam gelin olurmuşum.
Babamın elindeki tüfeği abimle amcam çekiştiriyordu. Amcam sürekli, “Bırak boşanma olsun! Sen de kurtul, biz de kurtulalım!” diyordu.
Babam amcamdan da mı boşanacaktı? Silahla oluyorsa boşanma, yengem de amcamın vurulacağını söylüyorsa…
“İnşallah amcam boşanmaz ya,” dedim camdan aşağı sarkıp abimi görmeye çalışarak. Buraya doğru geldiğini görünce bağırdım. “Amcam da boşanacak mıymış abi?”
Yengem öyle bir bağırdı ki az kalsın dengemi kaybedip aşağı düşecektim. Annemi itip beni kolumdan sertçe tutup içeri soktu. “Benim de yuvamı bozacaksın? Gir içeri!”
Annem diğer kolumdan tutup çekiştirdi beni önüne. “Çocuk! Anlamıyor ne dediğini.”
Anlıyordum ne deniyorsa. Tek anlamadığım, beni niye sürekli çekip duruyorlardı? Kolum acıyordu vallahi.
“Anne!” diyerek girdi içeri abim. “Dedemin arabası geliyor.”
“Babamlar geldi!” dedi annem şükreder gibi. Yine beni kolumdan tutup çekerek çıkardı dışarı. “Koş gidiyoruz!”
“Ayakkabım yok,” dedim ama beni yine duymadı. Yanlış bir şey desem hemen duyup kızarlardı.
Dedem beyaz arabasını kapının önüne çekmişti. Dayım da gelmişti onunla. İnmiş babama küfrediyordu. Babamı amcam tutuyor, dayıma küfretmekten geri kalmıyordu.
Biz küfretsek kızarlardı ama. Terbiyesiz herifler!
“Baba!” diyerek koştu annem yanlarına. “Delirmiş bu adam! Beni vuracaktı! Kurtar!”
“Bin arabaya!” diye bağırdı dedem.
Herkes bağırıyordu. Kulaklarım ağrıdı artık. “Bağırmayın! El alem sizi de duyuyor!”
Yine kimse duymadı beni. Arabaya binen annem uzanıp kolumdan tutup çekti yine.
“Çocukları götüremezsin!” diyerek diğer koluma asıldı yengem. Ona bizi tutmasını amcam demişti.
“Çekmeyin!” diye bağırdım kollarım acıdığından. Sanki yengem beni çok mu seviyordu? Çekip ne yapacaktı? “Kolum kopacak ya! Çekmeyin!”
Nenem gelip annemin elini itti. Beni çeken yengemin üstüne yapıştım. Beni kendi evine çekiştirmek istedi bu kez.
“Nalin!” diye bağırdı annem. Arabadan inecekti. “Kızımı verin!”
Yengemden kolumu kurtarıp anneme koşacaktım. Nenem de izin vermedi. İkisi birden tuttu beni. Annem gidecek, ben kalacak mıydım? “Bırakın beni!” diye bağırdım o korkuyla. Kendimi yere atıp sürünerek kurtulmaya çalıştım. “Anneme gideceğim! Bırakın! Anne!”
Babamın tüfeği patladı birden. Amcam ucunu havada tuttu diye kimseyi vuramamıştı ama sesi çok çıkmıştı. Herkes korktu. Ben çok korktum.
Dedem annemi arabaya sokup kendi de bindi. Dayım arabaya binerken bağırdı. “Çocuklar için geleceğiz! Görürsünüz siz!”
Gideceklerdi! Bizi bırakıp gideceklerdi!
“Ferhat!” diye bağırdı annem. “Ferhat, Nalin’i getir!”
Abimi kimse tutmuyordu. O arabaya binse annemle gidebilecekti. Ona seslenen anneme baktı donmuş gibi.
“Abi!” dedim beni anneme götürsün diye. Bana baktı. Sonra dönüp anneme baktı. Geri bana döndü. “Beni de götür!”
Dedem arabayı çalıştırdı. “Nalin!” diye bağırdı annem dayım kapısını kapatmadan.
Abim dönüp beni tutanlara baktı. Araba uzaklaşmaya başladı. Tekrar arabaya döndü. Araba uzaklaşırken peşinden koşmak yerine sadece bakmakla yetindi.
Babam havaya tekrar ateş ettiğinde amcam tüfeği ondan almıştı nihayet. Silah sesine bağırdım diye abim gelip beni yengemin elinden aldı. “Onu bıraksaydınız! Annemle gitseydi!” diye kızdı neneme Kürtçe.
Nenem anneme de küfretti abime de. Babam eve girmezsek hepimizi öldüreceğini söylüyordu. Yengem kendi evine kaçtı. Amcam abime eve girmemizi söyledi.
Ayaklarım toprak içinde kalmıştı. Taşlar batmıştı. Annem gitmişti. Babam delirmişti. Ağlamak istiyordum. Abime sarıldım.
“Ağlama,” dedi abim beni kucağına alıp amcamın evine sokarken. “Hep kavga ediyorlar. Döner annem yine.”
Fakat bu defa dönmemişti annem. Günler sonra bir kâğıt göndermişti eve. Daha da delirdi babam. Kâğıtta ne yazdığını gizlice amcama sordu abim.
“Boşanma davası açmışlar. Üstüne bir de Nalin’i istiyorlar.”
“Beni?” diye sordu abim.
Amcam abime kızdı. Annemle kimsenin gitmeyeceğini, beni alamayacaklarını anlamamızı söyledi. Çocuklar babayla kalırmış. Bir daha anneme gitmekle ilgili konuşursak babam delirir, hepimizi öldürürmüş.
Meğer babamın dediği gibi olmuyormuş boşanma. Tüfekle havaya sıkılmıyormuş. Mahkeme diye bir yere gidiliyormuş. Tüfeği olmadan gitti babam oradakilerin korkusundan. Eve geldiğinde çok sinirlenmişti. Hâkime de küfrediyordu. Hâkim denilen adam her kimse annemi ondan boşamıştı.
Abimin dediğine göre boşanmak ayrı evde yaşamak demekti. Annem babamla tanıştığına lanet ettiği o günden önce dedemlerin evinde yaşıyormuş. Daha sonbahar olmadan öncesiyse demek ki. Manisa sıcak bir yerdi çünkü. Daha sıcakken annem orada yaşamış. Bundan sonra da hep orada olacakmış. Hâkim artık kimse herkes onun dediğini yapmak zorundaymış. Annemin beni istemesine izin vermemiş sadece. Çocuklar babalarıyla kalacak demiş.
Hâkime küsmüştüm. Onu gördüğümde kesinlikle konuşmayacaktım.
“Annem tekrar dava açacakmış Nalin. Seni istiyor,” dedi abim sırtını evin duvarına yaslayıp.
“Seni?”
“Beni hiç istemedi,” dedi annemin haftalar önce gittiği yola doğru bakarken. Ne zaman bahçeye insek o yola bakıyordu abim. “Ama korkma. Seni alırlarmış. İyi bir avukat tutacakmış bu defa.”
“Sana da avukat tutsunlar,” dedim terliğimin tahtasını topuğumdan uzaklaştırıp geri çarparken.
“Sadece seni istiyor,” dedi abim. “Babam geliyor. Sus, duymasın.”
Hemen susmuştum. Annem gittiğinden beri babam eve gelince susuyorduk zaten. Bir kere annem ne zaman gelecek diye sormuştum. Çıldırmış, eşyalarımızı parçalamıştı. O günden beri ona da küsmüştüm.
“Yanında birileri var,” diyerek sırtını evin duvarından ayırdı abim. Dönüp baktım ben de. Babam yanında bir kadınla geliyordu. Kadının iki elinden tutmuş iki oğlan çocuğu vardı.
“Aynılar,” dedim oğlanların birbirinin aynısı olduğuna şaşırırken. İkisinin de burnundaki sümük ağızlarına girecekti neredeyse. “İğrençler.”
Abim kapıya yaklaşıp kim olduklarını sordu. “Yeni anneniz,” dedi babam. Sümüklüleri gösterdi. “Bunlar da kardeşiniz. Artık ailemiz bu evdekilerdir. Defolup gidenler de dönemez!”
“Evlendin mi?” diye sordu abim şaşkınca.
“Ya ne yapacaktım?” diye bağırdı babam. “Kaçan kadını mı geri getirecektim? Bitti o devir!”
“Silahla boşanmasaydın,” dedim terliğimin ucunu yere sürterken. “Hâkim de kızıp boşamazdı sizi.” Babamın yanındaki kadınla sümüklü çocuklarına baktım. “Hem beni annem alacakmış. Bunlara kardeş olmam ben.”
Babam dediğimle yine delirecekken abim kolumdan tutup evin içine sürükledi beni hemen. Mutfağa girip kapıyı kapattı üstümüze. Babam kapının ardından küfrediyordu.
“Annem seni alana kadar kimseye demeyecektin,” diye fısıldadı abim kapıyı sırtıyla tutarken.
“Onlarla kardeş olmak istemiyorum,” dedim belimin ardındaki çekmecenin kulpunu tutup açıp kaparken. “Evlerine gitsinler!”
“Gitmezler. Babamın karısı artık o kadın. Çocuklarını ardında bırakacak değil. Onlar da burada kalacak artık.”
“Annem bizi bıraktı ama!” dedim sinirden gözüm dolarken. “Onlar niye anneleriyle gelmiş?”
Babamın sesi uzaklaşırken kapıyı bıraktı abim. “Ağlama,” dedi beni kendine çekip. “Hiç değilse seni almak istiyor. Ağlama.”
Yeni kadının geldiğinden sonraki gün eve gelmişti annem. Dedemle kapıya dayanmıştı. Babamla dedem kavga etmişti. Yine tüfeğini çıkarmıştı babam. Dedemi tüfekle itip yere düşürmüştü. Abim gidip babamı tuttu, nenem beni evden çıkarmadı. Annem yine bizi bırakıp ağlayarak gitti. Hâkim mahkemeyi kurunca beni alacağını, o zamana kadar beklememi söyledi.
Hâkime de küstüm. Anneme de küstüm. Babama da küstüm.
En çok babama küsmüştüm. Yeni çocukları yüzünden paramız azalıyor diye abime işe başlamasını söylemişti çünkü. Abim onun yüzünden liseyi bırakmış, tezgahtar olmuştu birinin yanında. Akşama kadar eve gelmiyordu çalışması gerekmiş diye.
Ben okuldan gelince evde tek oluyordum bu yüzden. Canım sıkılıyor diye bahçeye çıkmak istiyordum. İzin vermiyorlardı. Evde oynamak istesem yeni kadının çocukları sürekli oyunumu bozuyorlardı. İkisi de aynıydı zaten. Sümüklerine kadar. Bir tanesini yanında getirse olmaz mıydı? Tüm oyunumu mahvediyorlardı. Oyuncaklarımı alıp kırıyorlardı. Vermeyince ağlıyorlardı. Ağladıklarında anneleri gelip kolumu sıkıp bana kızıyordu. Kolum acıdı diye ona bağırsam akşam babama söylüyordu. Babam gelince hep bana kızıyordu. Hiçbirini sevmiyordum artık. Anneme gitmek istiyordum. Kaç ay olmuştu.
“Annen sana iş yapmayı öğretememiş mi?” diye sordu yeni kadın. “Hiçbir işi düzgünce beceremez misin?”
“Her şeyi becerebilirim,” dedim inadına.
“Çamaşırları üst üste asmışsın. Belli ki hiçbir şey öğretememiş!”
“Öğretti!” diyerek yerimden kalktım. “Ben çocuğum diye yapamıyorum.”
“Ne çocuğu? Neredeyse benim kadar boyun!” dedi ellerini beline yerleştirip. “Bundan sonra kendi işinizi kendiniz göreceksiniz. Benim çocuklarım bana yetiyor.”
“Bana ne senin çocuklarından?”
“Cevap verme!” diye bağırdı. Sesi çok yüksekti. Bazen korkutuyordu beni. “Geç abinin çamaşırlarını yıka. Akşama kadar leş gibi terliyor. Elimi süremem. Midem bulanıyor.”
“Yıkama o zaman! Annem gelince yıkar,” dedim yüzümü buruşturup.
“Salak mısın sen? Annen hiç gelmeyecek.”
Sinirlenmiştim. Bağırdım. “Sen salak mısın? Senin annen hiç yok!”
Elini kaldırdı havaya. “Bi’ tane çarpacağım ağzına şimdi! Düzgün konuş!”
“Ağzıma çak da ben de senin saçını koparayım!” dedim dibine girip.
“O annen hiç terbiye vermemiş sana?!” dedi yine kolumdan tutup sıkarken. Böyle tutunca kolum çok acıyordu. Gözünü kocaman açıyordu bir de. Canavara benziyordu. “Ben terbiye vereyim!” Havadaki elini yanağıma vurmadan yakalayıp ağzıma soktum, ısırdım. Bir bağırdı çığlık çığlığa. Beni yere itti.
“Oooh!” dedim düştüğüm yerde sızlayan kolumu ovalarken.
Isırdığım elinde dişlerimin izini görünce delirmiş gibi baktı bana. Birden ayağını geriye çekip bacağıma vurdu. Acımıştı. O acıyla bağırıp bacağına atladım. Bir de bacağını ısıracağımda yüzümden ittirdi beni. Ama bacağına sıkı sarılmıştım. Bırakmadım. Isırmak istiyordum. Onun da canı acısın istiyordum. Saçımdan tutup uzaklaştırdı iyice beni. Başım acıyınca yanlışlıkla bıraktım bacağını. Kolumu sıktı yine. Yerde sürükledi. Evin kapılarına tutundum. Ama o daha güçlüydü. Hayvan gibiydi. Dışarı attı beni.
“Defol git!”
Yerden kalkmadan tükürdüm. “Sen defol! Hayvan kadın!”
Tükürüğüm eteğine yapışınca kapının önündeki bir ayakkabıyı kaldırdı vurmak için. Sürünerek merdivenlere attım kendimi. Amcamın evine kaçtım attığı terlik sırtıma çarparken.
“Yine ne yaptın da bağırttın o kadını?” diye bana kızdı yengem. Babam sinirleniyor diye kimse bir şey diyemiyordu yeni kadına. Anca bana kızıyorlardı. Acıyan sırtımı soğuk duvara yaslayıp olanları anlattım. Anlatırken acımdan bağırıyordum ağlamamak için.
Nenem bana kızdı. Haksızmışım. Hamile diye yardım etmek zorundaymışım o kadına.
Ne olsa bana kızıyorlardı. Hep bana kızılıyordu. Neneme de küstüm. Yengeme de. Herkese küstüm, hepsine! Kimseyle konuşmadım akşama kadar.
Akşam babamla abim geldi işten. Yeni kadın elini ısırdığımı hepsine söylemiş hemen. Eve çağırdılar beni. Gidip niye ısırdığımı anlatacaktım. Ama babam beni dinlemiyordu hiç. Sadece bağırmak için çağırmıştı. Bizden bıktığını söyledi.
Eğer bıktıysa bizi anneme vermesini söyledim. Annem deyince hep çıldırıyordu. Yine çıldırdı. Bu defa beni dövecekti. Önündeki sehpayı havaya kaldırdığında abim aramıza girmişti. Sehpayı zorla alıp yere attı. Babam ona vurdu. Beni de kolumdan tutup kaldırarak salladı.
Kollarım çok acıyordu. Kollarımı hep acıtıyorlardı. Bağırarak ağladım acıya dayanamayınca. Abim babamı itip beni aldı, omzuna atıp evden çıkarttı.
Babam arkamızdan bağırırken durmadı, akşamın karanlığında koştukça koştu. Mahalleden sonuna kadar gittik. O koşarken ben omzunda sarsıldığımdan ağlayamamıştım.
Bir sokağa girince durdu. Yorulmuştu. Beni bir evin bahçe duvarının üstüne oturttu ayakkabım yok diye. “Niye uslu durmuyorsun Nalin?”
“Ben uslu duruyorum!” dedim bağırarak.
“Bağırma abim,” dedi elini ağzıma koyup. Etrafımıza baktı. Kimse yok diye elini indirdi. “Bağırmadan anlat. Niye kavga ediyorsunuz sürekli?”
“Çünkü sürekli benden bir şeyler istiyor. Rahat vermiyor bana. Su içmek için mutfağa gidiyorum peşimden gelip o bardağı yıka diyor. Yıkasam tüm bulaşığı önüme koyuyor. Yapmasam bağırıyor. Nenem yap diyor diye yapıyorum, başka iş veriyor. Ödevim var diyorum. Yapma, iş yap, diyor. Ödev yapsam bu kadın kızıyor, yapmasam öğretmen kızıyor. Odaları toplamıyor. Her yeri ben topluyorum. Bizim çamaşırlarımızı da yıkamayacakmış bundan sonra. İğreniyormuş.” Anlatırken nefesim hızlanmıştı sinirden. “Tüm işleri bana yaptırmaya çalışıyor. Kendi tüm gün oturuyor. İşleri ben yapacaksam o niye geldi?”
“Bize analık etmeye gelmemiş,” dedi abim sürekli salladığım ayaklarımı tutarken. “Babamın karısı o sadece. Bizim annemiz değil.” Ayağımı tutan eli sıcaktı. “Ben işten gelene kadar amcamlarda otursaydın keşke. Hiç değilse annen gelip seni alana kadar.”
Anneme artık annen diyor sadece. Sanki bir tek benim annemmiş gibi. Annem de gelmiyordu. Hâkim bizi unutmuştu bence.
“Sen işe gitmesen?” diye sordum. Abim evdeyken uslu durmak kolaydı. Kadın çocuklarını alıp salona, babamın yanına gidiyor; biz kendi odamıza geçiyorduk. Ama abim evde olmayınca ben hangi odadaysam oraya giriyordu peşimden. O bana bulaşıyordu ilk. Ben bir şey yapmıyordum.
“Para lazım Nalin. Babamın parası bize yetmiyor artık.”
O kadınla çocuklarını getirdiği içindi. Zaten okula gittiğimde de para vermiyordu babam. Abinden iste diyordu. Akşam gelirken bakkaldan her şeyi abim alıyordu. “Babam ne işe yarıyor?”
Ayaklarımı iki eliyle ovuşturdu. “Üşüyor musun?” Başımı iki yana salladım. Yine de bırakmadı ayaklarımı. Elleriyle ısıtıyordu beni.
“Kaçıp anneme gitsek ne olur abi?”
“Olay çıkar Nalin,” dedi yola bakarak. “Babam kafayı takmış annene. Bırak kadın gittiği yerde huzurlu olsun hiç değilse.” Bana baktı. “Mahkeme kararıyla seni alabilse yeterdi bana. Ben bir şekil idare ederdim burada.”
Karnım ağrıdı dediğinden. “Beni bırakacak mısın yani?”
“Bırakmak değil de…” dedi kendi ayaklarına bakarken. “Annenle daha rahat olurdun. Buradaki kadınla yapamıyorsun ya.”
Bu yüzden ben gideceğim, abim kalacak mıydı? Boşanıyor muyduk? “Sen?”
“Ben biraz para biriktirir evden ayrılırım. Sen gidersen evde kalamam artık. Babam karısını benden de kıskanıyor.”
“Niye ki?”
“Boş ver,” dedi geçiştirmek için. “Sen küçüksün. Anlamazsın.”
Yere atlayıp elimi tepemden abimin göğsüne kadar götürdüm. Biraz da yukarı kaldırdım, boynuna vurdum. “Aynı boydayız neredeyse.”
“Boyunu değil yaşını dedim.” Kollarımdan tutup geri duvarın üstüne çıkarttı beni. “Yer soğuktur. Üşüyeceksin.”
Yaptığı baskıyla kollarım çok acımıştı. Duvara oturur oturmaz kolumu sıyırıp baktım. “Niye herkes kolumu sıkıyor? Acıyor diyorum!”
“Çok sıkmadım ki,” dedi abim koluma bakarken. Mor olan yerleri görünce şaşırdı. “Bunlar ne zaman oldu?”
“Salak kadın yapıyor hep,” dedim kolumu kapatacakken.
İzin vermedi. “Ne diye?! Niye demedin kimseye?”
“Çocukları yalandan ağlayınca tutup sıkıyor hep,” dedim ayaklarımı sallarken. “Acıyor diye bağırıyorum ben. Babama hep bu kız bağırıyor diye beni şikâyet ediyorlar sonra. Salaklar! Hepsi salaklar!”
Onların da kolunu sıksalar onlar da bağırırdı. Kolları hiç mor olmamış mıydı? Acısını bilmiyorlar mıydı?
Abim kolumu bıraktı. Yere baktı. Kolumu örttüm. “Ben de onun elini ısırdım bu defa. Hak etmişti değil mi?” Bir şey demedi. Sustu öyle. “Çocukları da kendi de pislik! Sofrada hep burnunu karıştırıyor ikizler. Ekmeğe elliyorlar sonra. Hem de sümüklü elleriyle!”
Yine bir şey demedi abim. “Oyuncaklarımın hepsini kırdılar. Hiç kalmadı bana. Zaten çocuk değilmişim ben artık. Babam da yenisini almazmış. O salaklara alıyor ama.”
Sanki biz artık çocuk değildik. Sanki biz artık onun çocuğu değildik. “Hem ben uslu duruyorum. Hangi odaya gitsem o kadın geliyor peşimden. Hep benden bir şey istiyor. Yapsam da beğenmiyor. Yapmazsam kızıyor. Ben bir şey söylesem terbiyesiz diyor. Terbiye edecekmiş beni. Sanki onun terbiyesi var!”
“Nalin,” dedi abim.
“He?”
“Amcamda kalmak ister misin?”
“Yengem benim evime gelme diye kovmuştu. Küsüm ona.” Eve gitmek istemiyordum zaten. “Biraz daha dursak?” dedim ayaklarımı sallarken. “Burada kimse kızmıyor. Duralım birazcık daha?”
“Eve hiç gitmek istemiyorsun?” diye sordu. Başımı salladım. “Tamam. Gitmeyelim.” Sırtını döndü bana. “Atla.”
Sırtına atladım. Öne yalpalayacak oldu. Hemen dikleşti. Bacaklarımı karnına sardı. Boynuna da ben sarılmıştım. “Düşme sakın,” dedi, evin tersine doğru yürüdü.
Heyecanlandım. “Nereye gidiyoruz?”
“Bizim de bir yerde nasibimiz vardır be Nalin.”
Olsun istiyordum. Bizim de güzel bir evde nasibimiz olsundu artık. Abimin sırtına yasladım yüzümü. Nereye giderse nasibim orada diyecektim. Gittiği yola bile bakmadım. Bir evin önünde durana kadar.
“Bak burası benim tezgahtarlık yaptığım adamın evi,” dedi bahçe kapısını çalarken. “Babamın dedesinin amcaoğlu. İyi bir adamdır.” Kapıyı birkaç kız açtı. Abimi tanıyorlardı. Bizi içeri aldılar. Abim beni çimenli yerde indirdi. “Sen kızlarla kal. Ben konuşup geleceğim.”
Abim evin içine girerken kızlara baktım. Biri bana dibimden el salladı. “Ben Asmin. Senin adın ne?”
“Nalin,” dedim. Ağzımın içine girecek kadar yakınımda diye biraz geri çekilmiştim. “Burası babamın dedesinin amcasının oğlunun eviymiş. Abim öyle dedi.”
“Biz akrabayız o zaman,” dedi kız kolunu omzuma atıp. “Soyadın Erdem mi?” Başımı salladım. “Benim de! O zaman biz çok yakınız. Hangi okula gidiyorsun? Benim arkadaşlarımı tanıyor musun?” Bahçenin arkasındaki amca çocuklarını gösterdi arkadaş diye. Soyadımız aynıydı hepsiyle.
Oyun oynamayı teklif ettiler. Ayakkabım yok diye koşamam dedim. Saklambaç oynayalım saklan çıkma dediler. Asmin ebe oldu. O sayarken ben toprak yere çok basmamak için eve doğru kaçtım. Aralık kapının ardına saklandım içerisi sıcak diye. Asmin’in sayması bitti. Bizi aramaya başladı. Ben sessizce olduğum yerde bekledim.
“Ferhat ben sizi nereye sığdırayım?” dedi bir adam. Abimin adını duydum diye kulağımı içeri verdim.
“Amca hiç değilse kardeşimin okulu bitene kadar. Yaz tatilinde annesinin yanına göndereceğim. Ben o zaman geçer tezgâhın arkasında yatarım.”
“Öylesi hiç olmaz. Babaya küsülür mü? Evinize gitsenize oğlum.”
Abim bir sürü konuştu. Bana kötü davranıldığını söyledi. Karısı genç diye babam artık onu da evde istemezmiş. Abim bu yüzden babam eve gidene kadar işten çıkamıyormuş. Bir yer bulmamız gerekmiş.
“Merxas’ları bilir misin?” dedi adam. “En yakında onlar var. Konakları da geniştir. Hem sana oda verirler hem de işlerine yararsan kalıcı olursun orada. Şoför arıyorlardı. Var mı şoförlüğün?”
“Yok.”
“Yok deme sen başta. Hemen sana araba verecek değiller. Öğrenirsin. Sorarlarsa var de.”
Asmin kapının ucundan içeri bakmış, beni bulmuştu. Zaten oyunumuz bitmişti. Abim gelip beni yine sırtına aldı. Asmin’in babası bizi bir yere götürecekti. Arabasına bindirdi. Ben sadece büyük otobüse binmiştim annemle dedemlere giderken. Küçük arabaya ilk defa binmiştim. Asmin’in babası abime nasıl sürüleceğiyle ilgili bir şeyler anlattı yol boyu. Kocaman bir evin önünde durdu. “Burası Merxas Konağı,” dedi.
Abim indi önce. Beni yine sırtına aldı. “Uslu ol abim,” dedi fısıldayarak. “Belki bize kapılarını açarlar.”
Ben daha ağzımı açmadan kapıyı açmışlardı. Asmin’in babası selam vererek girdi içeri. Abimi gösterdi. Çalışkan çocuktur dedi mavi gözlü bir amcanın önünde. Abimi övmeye başladı.
Adı Yekta olan mavi gözlü amca ellerini belinin ardında birleştirmiş önce abime sonra sırtındaki bana, en son çıplak ayaklarıma bakmıştı. “Hele içeri geçin,” dedi. “Memet! Baver! Hozan! Bakın buraya!”
Bir kız koşarak geldi. “Onlar evde değil amca,” dedi. Abimle bana baktı. Gülümsedi.
“Nereye gitmişler Nuşen?”
Omuzlarını kaldırıp indirdi Nuşen. “Baver abiyle Hozan koşarak çıktı. Memet abi de onlara kızmaya gitti herhalde. Birazdan dönerler.”
Mavi gözlü amca sinirlenmişti. “Devran!” diye bağırdı üst katlara doğru.
“Buyur amca!” diye bağırdı üst kattan inen mavi gözlü bir abi.
“Gel oğlum.” Asmin’in babasını salona davet etti konuşmak için. Bizi de o mavi gözlü abiye gösterdi. “Şoförlük için gelmiş. Bir bak bakalım.”
“Tamamdır,” dedi Devran abi. Abime baktı kaşları çatık. Asmin’in babasıyla mavi gözlü amca salona giderlerken biz avluda kaldık.
Mavi gözlü abi baştan aşağı baktı bize. Kızacak gibiydi sanki. “Kız yürümeyi bilmez mi?” diye sordu abime.
Abim beni sırtında hoplattı yorulmuş gibi. “Bilir. Yoruldu diye…”
“Adın ne kardeş?”
“Ferhat,” dedi abim hemen.
“İndir Ferhat,” dedi mavi gözlü Devran abi. O sıra kapının oradan kalabalık bir ses yükselmişti. “Ho!” diye bağırdı oraya. “Yavaş girin!”
Hızlıca koşup mavi gözlü abinin yanına kaçtı biri. Onun gözleri bileziğimdeki boncuğun aynısı maviydi. “Devran abi. Abim bizi dövüyor ya.”
“Bir daha sizi orada göreyim…” diyerek geldi biri daha. Bu abinin gözleri daha koyu bir maviydi.
Merxas’larda erkeklerin hepsi mavi gözlü müydü?
“Peşimizden gelmeseydin görmezdin,” dedi biri. İşte onun gözleri mavi değildi sadece.
“Baver!” dedi Devran abi ona. “Adam ol!” Onları dövmüş olan mavi gözlüye konuştu. “Memet. Baban salonda. Yanına geç.”
Memet abi salona geçti. Adı Baver olan, mavi gözlü olmayan abi, ellerini belinin ardında sabitleyip bize baktı. Gözü çıplak ayaklarımı buldu hemen. Parmaklarımı içeri katladım görünmesinler diye.
Benim yaşlarımda gözüken boncuğum kadar mavi gözlü çocuk abisinin omzuna dayadı dirseğini. Bize baktı o da.
“Ferhat şoförlük için gelmiş,” dedi Devran abi doğrudan abime bakarken. “İndirsene oğlum kardeşini.”
Abim çömelerek bıraktı beni yere. “Üşürsen söyle,” diye fısıldadı kulağıma. Yavaşça dikleşti.
Mavi gözü olmayan Baver abi, Devran abinin koluna dirseğini vurup ayağımı gösterdi kaşlarıyla. Abimin arkasına geçtim hemen.
Devran abi başını yana eğip bana baktı. “Adın ne küçük?”
Abime baktım. Başını sallayınca söyledim. “Nalin.”
Kaşlarını çatıldı Devran abinin. “Ayakkabıların nerede küçük?”
Adımı söylemedi. “Evde,” dedim abime bakmadan. “Adım Nalin.”
“Nuşen!” diye bağırdı birden. Devran abinin sesi çok yüksekti. Yerimde zıplayacak gibi olup abimin ardına daha çok saklandım. Biri bana gülmüştü. Abimin koluyla belinin arasından baktım. Boncuk mavisi gözleri olan çocuktu. Aynı salağa benziyordu gülünce.
Nuşen denilince az evvelki kız geldi yine. Devran abi ona ayakkabılarından birini getirmesini söyledi. Nuşen gidip bir çift ayakkabı getirdi hemen.
Devran abi ayakkabıyı abimin önüne, yere bıraktı. “Giy,” dedi bana.
Bana getirildiğini anlayınca utandım. “Benim ayakkabım var.”
“Şimdilik bunları giy.” Abime baktı Devran abi. “Senin de şoförlüğünü görelim Ferhat.”
Abimin şoförlüğü yoktu. Abim bir defa arabaya binmişti. O da buraya gelmek içindi. Annem giderken onu yanında götürseydi belki o zaman arabaya binmiş olurdu. Annemi özledim.
“Şimdi?” diye sordu abim.
“Yok. Önce yazılı sınava tabi tutacağız,” dedi Baver abi. “Kâğıt kalem getir Hozan.”
Ona yaslanan mavili salak gibi güldü yine. “Önce bir başvuru yapsalardı abi?”
“Ooo… Eğitim şarttır. Kurs ücretini ödedin mi?” diye sordu Baver abi. “Ödemediysen ödemeleri ben alıyorum. Kaç paran var?”
Abim şaşakaldı. “Ben… Valla…”
“Susun!” dedi Devran abi onlara.
İki kardeş birbirlerine dayanmış halde abime gülüyorlardı. Abimin arkasından başımı çıkardım. “Bizim paramız yok!”
Gülmeyi kestiler. Devran abi bana baktı. “Sen karışma. Ayakkabıyı giy.”
“Giymeyeceğim!” dedim ayağımın ucuyla ayakkabıları ona ittirirken. Hem bize güleceklerdi hem de dediklerini mi yapacaktım?
Devran abi ters dönen ayakkabıya baktı önce. Sonra yavaşça bana kaldırdı gözlerini. Çok kötü bakışları vardı. Beni döver miydi?
“Nalin,” dedi abim beni ardına çekerken. Yere çömelip ayakkabıları düzeltip üstündeki tozu eliyle silip önüme koydu. “Giy hadi. Üşüyeceksin. Giderken bırakırız,” diye fısıldadı.
Devran abi hâlâ bana bakıyordu. Sadece bakarken bile böyle korkutucuysa birine vuracakken nasıl gözüküyordu?
Abimin önüme koyduğu ayakkabıyı yer soğuk diye giyecektim sadece. Giderken çıkartırdım zaten. Ayağımı ayakkabıya geçirince nihayet gözlerini benden çekti Devran abi.
Abim ayağa kalkınca ona sordu. “Yaşın kaç Ferhat? Ehliyeti ne zaman aldın?”
“On yedi,” dedi abim. “Ehliyetim epeydir var.”
Yine o ikili erkek kardeşler güldü. “İki senedir var mıdır?” diye sordu Baver olan.
“Vardır herhalde,” dedi abim. “Ama yanımda değil. Evde unutmuşum.”
“Sizin evde yangın çıkmış o zaman,” dedi mavi gözlü olan. Hozan. “Her şeyi bırakıp gelmişsiniz.”
Ayakkabım yok diye mi demişti? Abimin arkasından başımı çıkardım. “Benim ayakkabım var! Evin önünde…”
Abim elini geriye atıp ağzımı kapadı. “Abi ben işe alınır mıyım?”
“Alınmazsın!” dedi Devran abi bağırarak. Abimle aynı anda ürkmüştük sesinden. Arkasına dönüp salona doğru yürüdü. “Ne ehliyeti var ne bir şey… Yaşı bile tutmuyor!”
Abim peşinden koştu. “Abi. Bir deneseydik. Benim bu işe ihtiyacım var.”
Devran abi durup döndü abime. “Neyi deneyeceksin?” Birkaç adım geldi abimin üstüne. Vuracak sandım. “Hayatında araba kullandın mı lan sen?” Abim cevap veremedi. “Ne iş istiyorsun?”
“Öğrenirim,” dedi abim. “On sekiz olacağım yakında. Çabuk öğrenirim abi.”
Birden abimin kolunu tuttu. Kolu öyle tutunca acırdı. Yana çevirdi abimi. Mutfak tarafını gösterdi. “Evin kadınlarını emanet edeceğiz. Sen yeni şoföre canını emanet eder misin?” Mutfaktan Nuşen çıkmış, kapıya yaslanmıştı ne olduğuna bakmak için.
Abim ona baktı. “Ben… Sürdüğüm arabada zarar görmelerine…” diyecek oldu.
“Sen araba süremezsin!” diyerek abimin kolunu bıraktı Devran abi. “Bildiğin işten git.” Salona girdi o sinirle.
Abim bana döndü. Eve mi gidecektik? Geri döndü ardına. Salona girdi. “Abi,” dedi kapı ardından kapanırken.
Abimin peşinden gitmek istedim. “Dur sen küçük,” dedi Baver abi.
“Adım Nalin,” dedim. Yoluma devam ettim.
“Nalin diye isim mi olur?” dedi o diğeri. Boncuk mavisi gözleri olan. Hozan salağı.
Gidecekken durdum. Ona döndüm. “Niye olmasın?”
“Anlamını bilmiyor musun?”
Bilmiyordum. Yalan söyledim. “Biliyorum. Ne olmuş?”
“Bok biliyorsun,” dedi Hozan. Güldü. “Nalin inlemek demek. Hiç kıza Nalin denir mi?”
“İnlemek ne demek?” diye sordum. Güldü yine. “Sen salak mısın? Ne gülüyorsun her dediğime?”
Bu defa gülen yanındaki Baver abiydi. “Nuşen! Gel, gel. Eğleneceğiz.”
Nuşen koşturarak geldi. “Abi kızcağızdan ne istiyorsunuz? Belli ki Kürtçe’yi tam bilmiyor.”
“Türkçe de bilmiyor sanki,” dedi Hozan. Dediğime sinirlenmiş gibiydi.
“Şimdi hangi dili konuşuyorum o zaman aptal?” diye çıktım öne.
Baver abi yine gülerken Hozan daha da sinirlenmişti. “Bak sen çok küfrediyorsun.”
“İyi bari sen Türkçe biliyorsun.”
Bu kez hem Nuşen hem Baver abi gülmüştü.
Salonun kapısı açıldı. Devran abi peşinde abimle çıktı. Belli ki eve gitme zamanıydı. Eğilip ayakkabıları çıkarıp Nuşen’in önüne koydum. “Yere az basmıştım. Pislendiyse kusura bakma.” Abimin yanıma gelmesini bekledim. Zaten çok geç olmuştu saat. Eve gidince babam kızacaktı.
Salondan mavi gözlü Yekta amcayla mavi gözlü oğlu Memet abi ve Asmin’in babası da çıkmıştı. El sıkıştı büyükler. “Ben çalışkanlığına, karakterine, namusuna kefilim Yekta. Hatasını görmezsin Ferhat’ın.”
“İnşAllah,” dedi Yekta amca. Abime baktı mavi gözleriyle. “Bizim gençler bir baksın hele. Anlaşırlarsa olsun Allah’ın izniyle.”
Asmin’in babasının elini öptü abim. Kapıdan çıkıp gitti adam. Bizi götürmedi.
Devran abi ayaklarıma bakıyordu. Kaşları çatıktı yine. O çatık kaşlarla yüzüme baktı bir de. Ayaklarımı birbirinin üstüne sürdüm istemsizce.
“Ayakkabıyı giy diyor,” dedi Nuşen kulağıma.
“Gideceksek giymem,” dedim omzumu kaldırıp indirip.
“Bir haftan var,” dedi Devran abi tekrar ayaklarıma bakarken. Anlamadım. “Bir hafta sonra kırk yıllık şoför gibi süremezsen gözünün yaşına bakmam Ferhat.” Abime döndü. “Küçüğüne de şu ayakkabıyı giydir!”
“O zaman köşedeki odayı ayarlarsınız,” dedi Yekta amca. Salona geçti.
Devran abi giriş kapısının olduğu yandaki köşeye ilerledi. Oradaki bir odanın kapısını açmaya çalıştı. Kilitliydi. Birden bağırdı. “Anne!”
İrkilip birbirine sürttüm ayaklarımı yere koyayım derken tökezledim. Yine bana güldü birileri. Abimin yanına geçtim. Eğilip ayakkabıyı giydirdi bana. “İstemiyorum,” dedim sadece onun duyacağı şekilde.
“Sana ayakkabı alana kadar.” Ayağa kalkıp beni kendine yasladı.
Mutfaktan bir kadın çıktı. Devran abinin yanına gitti alelacele. “Ha kurê min?*(Ha oğlum?)”
“Anahtar!” dedi Devran abi sert bir sesle. “Şu kapıları kilitleyip delirtme adamı!”
“Boştur diye,” dedi kadın cebinden anahtarlık çıkarıp kapıyı açarken. Göz ucuyla bize baktı. “Kız da kalacak?”
“Yemeğe onları da hesap et,” dedi Devran abi odaya girerken. Kısa sürede geri çıktı. “Ferhat gel!” Kapıdaki anahtarlığı çıkarıp anahtarın birini içinden ayırdı. Abime verdi.
“Anahtarı niye veriyorsun?” dedi annesi hemen.
“Kız kilitlemek ister belki.” Bana baktı. “Çıplak ayakla gezmeyeceksin bir daha.”
Giymiştim ya ayakkabıyı!
“Ne gerek?” dedi annesi inat gibi.
“Sen git yemeğini yap!” dedi Devran abi kaşları çatık halde annesine bakmadan. Kadın daha bir şey diyemedi. Bize bakıp mutfağa geçti.
Sanki anahtarını alıp odayı evden ayıracaktım. Cadı kadın! Onu hiç sevmemiştim. Cebinde anahtarlıkla geziyordu bir de. Sanki her an birini bir yere kilitleyecekmiş gibiydi.
“Memet!” dedi Devran abi. Başını salladı bir defa. Salona geçti.
“Bu akşam dinlenin,” dedi Memet abi bize. “Yarın araba kullanmayı ben öğreteceğim sana.”
Abim sevinmişti. “Abi sağ olasın,” dedi kendinden biraz küçük duran Memet abiye.
“Estağfurullah. Sen benden büyüksün Ferhat.”
“Olsun. Sizin yaptığınız büyüklüktür.”
“Odaya yerleşin,” dedi Memet abi eliyle odayı gösterip. “Bir şey gerekirse Hozan’la Baver’e seslenin.”
Baver abi eliyle Hozan’ı gösterdi. Hozan gülüp onu ittirdi. Salaklardı sanki.
“Sağ olasınız,” dedi abim. Odaya girdik. Kapıyı kapatınca anahtarı bana verdi. “Senin olsun.”
Anahtarı alıp cebime sıkıştırırken odaya baktım. Bir tane yatak vardı. Bir tane çekmeceli küçük dolap, bir de iki kapaklı büyük dolap vardı. Yerdeki halıdan başka da bir şey yoktu üstüne basacak.
“Yatakta sen yatarsın,” dedi abim.
Yatak ikimizi de alacak kadar geniş değil miydi? “Birlikte uyuruz.”
“Kızlar tek yatar,” dedi. Yatağın ucuna oturdu. “Hem sert yerde yatmayı severim ben. Döşeğe alıştım ya.” Yatağın üstünde elini gezdirdi. “Burası sana rahattır.”
Yanına oturdum. “Biz şimdi burada mı kalacağız?”
“İnşAllah,” dedi. “Adamlar büyük bir aile. İyi bir maaş verirler. Sırtımız yere gelmez Nalin.” Ellerini kucağında birleştirdi. “Keşke araba kullanmayı bilseymişim.” Ellerini dizine yasladı. “Memet Bey inşAllah insaflıdır. Elinden öğrensem…”
“Öğrenirsin,” dedim hemen. “Ben öğrendim bile ki.” Asmin’in babasından görmüştüm bir şeyler. Yataktan yastığı aldım. “Bak bu direksiyon. Nereye döneceksen oraya çevireceksin.” Bir de yanda kol olacaktı. Abimin elini tuttum. “Bunu ittir, çek. Bitti.”
Güldü abim. “O kadar basit değil abim.”
Kapımız tıkladı. Sonra araladı biri. Salak Hozan’dı. “Amcam seni görecekmiş.”
Abim yerinden kalktı. “Yekta Bey mi çağırıyor Bey’im?”
Kapıyı tam açtı Hozan. İçeri girip dolaba yaslandı. “Bak abi. Bu evde iki tane Bey var. Yekta Bey, Koçer Bey. Yekta Bey benim babamdır. Memet abi, Baver abi bir de küçüğümüz Zelal. Koçer Bey dedin mi de Devran abi, Nuşen abla bir de küçüğü Xezal.” Tek gözünü kapattı. “Aklında tutamazsan da öğrenirsin zamanla. Seni çağıran Koçer amcam.”
“Anladım Bey’im,” dedi abim elini üstünü düzeltir gibi kendine sürterken.
“Anlamadın abi. Ben bey değilim. Neyse geç sen salona.”
Abim kalkıp odadan çıkarken Hozan yerinden kıpırdamamıştı.
“Ne?” dedim yalnız kaldığımızda.
“Bana bir daha küfretmeyeceksin,” dedi gözünü üstüme dikip.
Nasıl bir maviydi gözleri? Sanki ıslanmış boncuk gibi.
Yerimden kalktım sırıtarak. “Zoruna mı gitti cicim?”
“Laflara bak,” dedi dolaptan ayrılıp dikleşirken.
Ben ondan biraz uzundum. Elimi onun kafasından alnıma kadar getirdim. “Yoksa cüce mi diyeyim?”
Yerinde iyice dikleşti hemen. “Ne cücesi? Aynı boydayız kızım biz.” Nefesini tutar gibi şişirmişti kendini. Saçının üstünden elini havadan kaldırarak tepeme getirdi.
“Eşit yapmıyorsun,” dedim omzuna basıp. Dibine girdim. Burunlarımız değecek kadar yakındık şimdi. “Bak,” dedim elimi onun tepesine koyup. Elimin diğer ucu benim alnımın ortasına değiyordu.
“Erkekler geç uzar!” dedi sinirle. “Ben seni çabuk geçeceğim.”
“Hah!” dedim geri çekilirken. Sinirle çıktı odadan. Ardından sırttım keyifle.
Yatağa zıplayıp oturunca kalbimin sesini duydum tam kulağımın içinde. Yüzümdeki sırıtış bozulurken elimi kalbime koydum. Kalbim mi büyümüştü yoksa? Avucuma çarptığını hissediyordum. Korkunca böyle oluyordu ya. Öyle olmuştum. Ama korkmamıştım.
Hozan’ın neyinden korkacaktım çünkü?
🎻🎻🎻
1998
Batman’a vardığımda vakit neredeyse ikindiydi. Yolculuk boyunca tutulan bacaklarımı açmak için taksi gelene kadar otogarda ileri geri yürümekte aradım çareyi.
Dinlediğim şarkılar aklıma eskileri getirmişti. Sanki annemle babamın boşanmadığı zamanlardan birindeydim. Annem yine bir kavgada beni almış, dedemin evine, Manisa’ya götürmüştü. Orada bir aya yakın kalmışız, babam gelmiş bizi almaya. Evlilikte olur böyle kavgalar demiş büyükler her zamanki gibi. Biz yine bir otobüse atlayıp sıkış tepiş aynı tas aynı hamama dönmüşüz. Öyle bir yolcuğun tadı dolanıyordu damağımda. Kusmuklu bir tattı yani. Muavinin hemen soğuyan çayın yanına kakaladığı kaç kuruşluk keklerle geçiştirilmiş açlığın dışa vurumuydu.
Üzerimdeki hırkanın daha önce kimlerin terinin kuruduğu belli olmayan koltukta haşır neşir saatlerinin üstüne terminalin soğuğuyla çarpışması üşütmüştü beni. Yanıma daha kalın bir hırka almadığıma şimdiden pişman olmuştum. Kollarımı etrafıma sardım. Yolcularını molaya getiren otobüslerin yerlerini işgal ettiğimi çalan kornalarla anlamıştım. Koşturarak lokantaların sırayla dizili olduğu tarafa kaçtım. Ağır bir yemek kokusu karşıladı beni. Aralarından kendini en belli eden mercimek çorbasıydı.
Çorbanın kokusu aç mideme kadar inmiş, içimi dolanıp çıkmıştı. Tabeladaki fiyatlara baktım. Kafamda taksi parasını ayrı tutup ne kadar harcayabileceğime baktım. Bir çorbalık para çıkardı da o çorba da benim içimden çıkardı akşama kalmadan. Bu gece sahne parasını alamama ihtimalimi de hesap etmem gerekti. Yemek yemek için henüz erkendi.
Çorba kokusu aklımı çelmesin diye oradan uzaklaştım. Nihayet çağırdığım taksi geldiğinde binip doğruca konserin olacağı yerin adresini verdim. Kulaklığımın teki takılıydı hâlâ. Ne olur ne olmaz telaffuz sıkıntısı yaşamamak için ezberlediğim, belki beş yüz kez dinlediğim, şarkıları baştan bir geldim varış yerine kadar.
Kaç kez yapmış olsam da hâlâ yakalanma korkusu vardı içimde. Endişeyle varacağım yerde indim. Üstü açık bir mekandı burası. Belli ki varlıklı birine aitti. Arka tarafa sahne kurdurup sanatçı bile çağırıyorlardı. İçimden kendime telkinler verirken derin bir nefes alıp verdim.
Biz neler neler atlattık Bülbül. Bunun mu altında kalacağız?
Gayet sakin bir yürüyüşle restorana girdim. “Merhaba. Ben Hozan Merxas’ın menajeri Ayşen.”
“Bacım sen neredesin?” diyerek epey göbekli bir adam karşıladı beni. Sesinden konuştuğumun o olduğunu anlamıştım. “Hani Hozan Bey’im?”
Yalan en beleş şeydi. “O kendi aracıyla gelecek Hamit Bey. Ben önden gelip kulisi hazırlayacaktım.” Beni doğruca arka tarafa götürdü. Büyükçe bir oda tahsis etmişlerdi. “Hozan Bey doğruca buraya gelir. Direkt sahneye çıkar.”
“Olur mu öyle?” dedi Hamit Bey. “Bir çayımızı içsin önce. Daha birkaç gün misafir edeceğiz onu.”
Hiç sanmıyordum. Yine de “Öyle mi?” dedim gülümsemeye çalışarak. Belli ki buradan da kaçarak ayrılacaktı Hozan. Ben ardından onun adına özür dileyip ücreti alıp gidecektim.
“Açsın bacım? Gel sana sofra kurdurayım?”
Yokluk dolu bir evden seneler evvel koşarak kaçmış kadar açtım. Fakat kazanmadan harcayacak tek kuruşum yoktu. Ayrıca hazırlanmam gerekti. “Ben burada Hozan Bey’i beklesem?”
“Yemeği buraya göndereyim?” dedi hemen. “Misafirimizi aç bırakacak değiliz.”
Yemeği onların karşılayacağını anlayınca öyle çok da ciddi olmayan birkaç itirazda daha bulunmuştum. Allah’tan adamlarına hemen bir tepsi hazırlamasını söyledi Hamit Bey.
Adınla bile gördüğüm muameleye bak Ozan. Tabii ki senin adını kullanmaya devam edeceğim.
Çok sürmedi. Bir tepsi gönderildi odama. İçinde perde pilavından tandır ekmeğine; şam böreğinden kaburga dolmasına kadar çok şey vardı. Tepsiyi bırakan adamlar çıkınca kapıyı kilitledim üzerime.
“Ozan Bey’in karnını doyuralım,” dedim tepsinin başına oturup. Doyana kadar görgüsüzce yedim. Göbeğim yemekten şiştiğinde işime geleceği için çok da sorun etmeyecektim.
Ellerimi yıkayıp aynalı dolabın önüne geçtim. Çantamı açtım. “Hozan Merxas’a dönüşme vakti geldi.”
Bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım önce. Dağınık bir topuz bıraktım. Valizden peruğu çıkarıp tepeme oturttum. Hozan’ın saçlarının tonu tutsun diye kuaföre elimde afişle gidip özenle boyatmıştım. Alnımın köşesine yapıştırıcı sürüp peruğu oturttum. Sonra soyundum. Kumaş bir pantolon geçirdim bacaklarıma.
Eczaneden aldığım bandajla sütyenimin üstünden geçip göğüslerimi iyice bastırdım bedenime. Yeterince düz durmuyordu. Bastırılmış göğüs de göğüstü netice. Bu sebeple uzunca bir şalı karnımın etrafına dolayacak hafif bir göbekle göğüslerimi gölgede bırakacaktım. “Göbek yapmışsın gibi Ozan’cığım.”
Beyaz gömleği üstüme geçirdim. Pantolonun içine sıkıştırıp kemerle sıktım. “Hâlâ çok güzelim,” dedim aynadaki makyajlı halime gülümseyip.
Makyaj temizleme suyuyla yüzümü arındırdım önce. Makyajsız halim de çok kadınsıydı. Peruktan kesip artanlarla yaptığım sakalla yüzümün feminen kısmını yarı yarıya kapatacaktım. Fakat sakal sıkıntı işti. Bir düşse dinleyiciler hayatının şokunu yaşardı. Sakal için yanağımdan boynuma yapıştırıcıyı boca ettim. Çıkartırken canımı yakacağını biliyordum ama yakalanmaktan iyiydi.
“Üf be kızım. Yine de bebek gibisin.” Gözlerim bir erkeğe ait olamayacak kadar kadınsıydı. Kaşlarımın inceliği bile beni eleveriyordu. Alelade bir Yeşilçam filminde erkek kılığına girmiş aktrisler gibiydim. Seyirci anlıyor, filmdeki aktör kör gibi aldanıyordu. Biz de onların hatrına inanıyor gibi yapıyorduk.
Tek sorun kaşlarım da değildi. Gözlerim Hozan Merxas’ın ıslak boncuğu andıran mavilerine tezat kahveydi. Çantamdan lens kutumu çıkardım. Mavi lensleri kahvelerimin önüne geçirdim dikkatle. Makyaj çantamı da çıkarıp kaş kalemiyle Hozan’ın gür kaşlarının benzerini çizdim kendime. En son gözümün altına fırçayla birkaç erkeksi halka da eklediğimde elimden gelenin en iyisi olduğuna karar vermiştim.
Konser saatine kadar biraz vaktim vardı hâlâ. Dönüp ortalığı topladım değişimime dair iz bırakmamak için. Aynadan kendime baktım sonra. “Ozan’dan yakışıklı mıyım ne?”
Kapım tıklatıldı. Konser saati geldiği için organizasyon telaşlanmış olmalıydı.
Öksürerek boğazımı temizledim. “Ses,” dedim sesimin kalınlığını kontrol etmek için. Yeterli gelmedi. Hozan’ın sesi lazımdı bana.
Bana Bülbül denmesinin bir sebebi vardı. Ben yalnızca şarkı söylemiyordum. Yeterince dinlediğim çoğu sesi birebir taklit de edebiliyordum.
En iyi Hozan’ın sesini taklit edebiliyordum.
“Ses. Kontrol.” Sesim kulağıma Hozan gibi geldiğinde sevinmiştim. Buradan sonra öksürüp ses tellerimi temizlemeyecektim. Çok derin nefesler almak, tam yutkunmak olmayacaktı.
“Tamamım,” diyerek açtım kapıyı. “Merhaba kardeş,” dedim Hamit Bey’i başımla selamlarken. “Ben Hozan Merxas.”
Şaşırdı adam. Kapıyı kilitlediğimden beri buraya kimsenin girmediğine emin gibiydi. “Bey’im sen ne zaman geldin?”
“Yeni.” Adamın gözüne direkt bakamıyordum gözümden değilse bile bakışımdan bir şeyler sezer diye. Kapıyı çektim ardımdan. “Kusura kalma. Rahatsızım. Boğazlarım biraz…”
“Bir nane limon kaynatalım sana?” dedi hemen.
Su bile içsem sesimdeki kalınlık giderdi. Risk alamazdım.
“Yok. Sahneye çıkacağım direkt.” Allah’tan müşterileri bekletmemek için doğrudan sahneye aldı beni. Etraf ışıl ışıldı. Erkeksi durmak için kaşlarımı çatmamı destekliyordu ışığın çokluğu. “Hepiniz hoş gelmişsiniz,” dedim mikrofonu boyuma göre indirirken.
Restoranda boş bir sandalye bile yoktu. Hepsinden bir alkış sesi yükseldi. Kimileri ıslık çalıyor, bazıları adımla bağırıyordu.
Senin adını bağırıyorlar Hozan Merxas. Hani hiç duyuyor musun salak Ozan?
“Eyvallah, eyvallah!” dedim sesleri susturmak için ellerimi sallarken. Oval kesim orta uzunluktaki tırnaklarımı kesmeyi unuttuğumu fark ettim. Hemen indirdim elimi, cebime koydum. “Hangi şarkıyla başlayalım istersiniz?”
Hep bir ağızdan bilmediğim parçaların isimlerini saydıklarında sorduğuma pişman olmuştum. Sanki herkesi yokluyor gibi gözümü üstlerinde gezdirdim. Birilerinden yolda gelirken dinlediğim parçalardan birinin ismini duymayı bekledim. Nihayet bir kız benim listeden bir şarkının adını söyledi. “Seni mi kıracağım bacım?” dedim. Kız bacım dememe bozuldu bir tık.
Ozan’lar üzer kız kardeşim. Biraz büyüyünce teşekkür edeceksin bana. Bu kırgınlığı bir şey sanma. Bende senelerce fazlası var.
Arkamdaki çalgıcılar şarkıya aşinaydı. Başlamak için beni bekliyorlardı. İşaret verdim.
Ortam sessizleşti. O sessizlikte sahnenin arkasından restoranın sahibinin sesi ulaştı kulağıma. “Merxas’ların Hozan’ı bu kadarcık mıymış?”
Gülesim geldi. Boyumu uzatmaya çarem yoktu işte. Bir kıza göre hiç de kısa sayılmasam da Hozan kendi ailesine göre bile uzundu.
Küçükken öyle değildi. Konağa geldiğim ilk gün ondan uzun olduğuma emindim. Sonrası o ergenliğin halt yemesiydi. Hozan çok hızlı uzamıştı. Epey uzamıştı. Bir an uzaması hiç durmayacak sanmıştım. Benim ergenliğim yerimde sayıyorum dememek için birkaç santim atmakla geçiştirmişti beni. Kızlara oranla uzun sayılsam da Hozan Merxas’ım demeye cüret edemezdim. Olduğum kadarı işlerini görmeye yetecekti artık.
Şarkının sözlerini karıştırmamak için tüm dikkatimi ritme verdim. Heyecan dudaklarımı kuruttuğundan güçlü bir yutkunma hissi tanımlıyordu boğazıma. Sesimin kontrolünü bir süre elden bırakmamak zorundaydım. Yutkunamadım. Zaman gelince mikrofona yaklaştım.
*”Gulek bide min, bila ji dil be (Bir gül ver bana, yürekten olsun). Maçek bide min, bila ji lêv be (Bir öpücük ver bana, dudaktan olsun). Kenek bide min ay ay ay (Bir gülücük ver bana ay ay ay). Bila bê xem be oy oy oy (Kedersiz olsun oy oy oy). Xewnek bide min, bila bi te be (Bir rüya ver bana, senli olsun).”
Herkes oturduğu yerde hafif hafif sallanıyordu. Sözleri bilenler bana eşlik ediyordu. Bazılarının sesi bana kadar ulaşıyordu. Gülesim geliyordu. Onlar gibi kendimi iki yana sallamak istiyordum. Hozan Merxas sahnede sallanmazsa diye düz durmaya çalışıyordum.
Şarkının sonuna kadar nasıl bir keyifle geldiğimi anlamadım. Peruk yüzünden terlemiştim de. “Biraz da sizi terletelim,” dedim. “Ez Berfim**(Ben Karım) gelsin mi?”
Herkes “Ooo…” diyerek sandalyesini itip kalktığında gerilmiştim.
Ardımdaki davulların vurulmasıyla ayağa kalkanlar serçe parmaklarını birbirlerine kavuşturduğunda halay çekeceklerini anlamıştım. Kahkaha atasım geldi. Tuttum kendimi. Fakat boğazım fazla hareketlenmişti. Yanlışlıkla öksürdüm. Sonra yutkundum.
Sesimi geri kalınlaştırmam gerekti. Şarkıya girmem gereken yer gelmişti. Sesimi kontrol etmeden başlamaktan korktum. Şarkıya girmek yerine alkış tuttum. Ortadaki kalabalık bir halka oluşturmuştu. Oturanlar bana katılıp alkışı devam ettirdi. O sıra mikrofondan uzaklaşıp ötede sesimi kontrol ettim. Sanırım beni öksürüyor sanıyorlardı. Kimse kendi sesinden fark etmedi yaptığımı. Mikrofona geri yaklaşıp verdim coşkuyu.
**”Ez berf im, berf im, berf im (Ben karım, karım, karım). Lêlê Nar, lêlê Nar. Ez berf im, berf im, berf im. Lêlê Nar, tu delal î (Lele Nar, sen güzelsin)
Ez berfa çiyakî sor im (Ben kızıl bir dağın karıyım). Lêlê Nar, lêlê Nar. Ez berfa çiyakî sor im. Lêlê Nar, tu delal î. Hemeyla dorbimor im (Etrafı boncuklu bir muskayım). Lêlê Nar, lêlê Nar. Hemeyla dorbimor im. Lêlê Nar tu delal î.”
Arada derin nefes alamamaktan sesim kesilecek oluyordu. Taklide odaklandığımdan diyaframımı tam kullanamıyordum. Allah’tan coşan çalgıcılar sesimi olduğunca bastırıyor diye belli olmuyordu. Belli olsa bile kendinden geçmişçesine halay çekenler kendi seslerinden benim çok da farkımda olmayacak gibilerdi.
Eğleniyorlardı. Taklit ettiğim sese rağmen, ben söylerken dinliyor, eğleniyorlardı.
Bir gün beni de böyle dinleyecekler Ozan. Senin adın olmadan. Ne yazık ki sen bunu hiç görmeyeceksin.
🎻🎻🎻
“Şura mı?” diye sordu Baver abim.
Yolun bir yarısında yer değiştirmiştik. O ara uyuklamıştım bir müddet. Uyandığımda Batman’a girmiştik bile. Mekânı bulmak için Ayşen’i aramıştım. Aldığım adrese göre doğru yerde olmalıydık.
“Herhalde. Dur bakalım.”
Abim durdu. “Ben de geleyim seninle.”
“Sen git,” dedim kapımı açarken. “Bülbül’ü başka yere uçmadan yakala. Burayı ben hallederim. Bir velettir. Nedir?” İnmemi beklemeden arabayı kenara götürdü. Park edecekti. “Abim gerek yok. Gelme.”
El frenini çekince araçtan atlayarak indi. “Tek gelecek kadar salak değildir kimse. Bülbül’ün dönüş saatine kadar nerede olduğunu bulamam zaten. Şu velede bakalım hele.”
“Öyle olsun,” dedim inerken. Otururken ağıma toplanan kumaş pantolonun kırışıklıklarını elimi vurup düzelttim olabildiğince. Geçiş önceliğini abime verdim.
Üstü açık restoranın girişindeki genç hiç boş yerleri olmadığı söyledi. Hozan Merxas için rezervasyonlar çok önceden yapılmıştı. Bizi alamazlardı.
İçimden sabır çekip patronu çağırmasını söyledim. Genç çağırmaya giderken restoranın arka tarafına doğru ışıklandırılmış alandan gümbür gümbür ses atıyordu dışarı. Geniş alanda başlamış olan bir halay buraya doğru taşacağa benziyordu.
Restoranın sahibi Hamit Bey kapıya çıkınca cüzdanımı çıkarıp kimliğimi gösterdim direkt. “Ozan Merhas,” yazısını okuttum. “Yani Hozan Merxas,” dedim cüzdanı cebime tıkıştırırken. “Sahnedeki şaklaban kim?”
“Hozan Merxas,” dedi adam boş bulunup. “Yani Menajeri Ayşen öyle dedi.”
Ne kadar basit kandırılıyordu insanlar? “Abicim benim menajerim aylardır izinde,” dedim adama ciddiyete binecek bir sinirle bakarken. “Sen kiminle görüştün?”
Adam içerideki sahneyi görebilecekmiş gibi oraya baktı. Sonra bana baktı. “Bey’im Hozan Merxas sensen, bu adam kimdir?”
“Oho ooo,” dedi Baver abim. “Ben bir tur halay çekeyim. Sen arkadaşı ayılt.”
Abim içeri girdiğinde ben adamı köşeye çekmiş durumu anlatmıştım. Renkten renge girdi Hamit abi. Kazık yemenin kırmızılığından moruna dek gördüm sıfatında. Öyle çok da renk versin istemedim. Bu Taklitçiyi asıl ben alaşağı edecektim. “Hiçbir şey belli etme. Bırak soyunma odasına dönsün. Ben orada bakacağım icabına.”
Kalabalığa kendimi göstermeden köşelerden içeri girecek oldum. O sıra Taklitçi yeni bir şarkıya giriş yapmıştı. Sesini kendi sesim sanacak oldum. Duraksadım. Giydiği ucuz takım, kısa boyu, ince postürü ve orantısız göbeğiyle benle alakası bile yoktu. Belki saçının rengi benziyor diyeceğim ona da berber yüzü görmemiş sakalı muhalefet oluyordu. Bunu mu ben sanıyorlardı?
Buradaki kimsenin beni yakından gördüğü yoktu demek ki. Bana benzeyen yegâne şeyi sesi olan bir Taklitçiyi ben sanabiliyorlardı. İşte bu tehlikeliydi.
Şarkıyı benim metodumla söylemiyordu Taklitçi. Şarkıyı sahibi olan asıl sanatçının iniş çıkışlarına göre taklit ediyordu. Fakat çıplak sesiyle neredeyse bana bile ben gibi geliyordu.
İyi bir taklitçiydi. Bir şarkıda birçok kişiyi taklit edebiliyordu. Tehlikeydi!
Abimi halayın başına geçmiş gördüm. Ona gülümseyip arka tarafa geçtim. Soyunma odasında bir tepsi yenmiş yemek, performanstan sonrası için ikram tatlılar vardı. “Herifin keyfe bak,” dedim şekerpareden bir tane ağzıma atarken. Parmağımın ucundaki şerbeti yalarken elemanın eşyalara bakayım dedim.
Makyaj çantası vardı. Dolu dolu. İçi sahneye çıkıyorum pudralanayım diyen adamı bile bozacak kadar malzeme doluydu. “İnce mi lan acaba?”
Çantanın içine üstten baktım. Kadın eşyaları doluydu. Acaba Ayşen’i taklit edene mi aitti? Sahnedeki velede ait olmasından daha mantıklıydı bu.
Kapının arkasına geçip Taklitçinin gelişini bekledim. Aklını uçurup taklidin aslına nasıl yenildiğini gösterecektim ona.
Bir de umuyorum Ayşen’i taklit eden kızı da yakalardım. Güzel kızsa belki az da ona kızar, mevzuyu tatlıya bağlardık aramızda. Umuyorum ki güzel bir kız çıkacaktı. Batman’a kadar gelmişken biraz nasiplensek fena olmazdı.
🎻🎻🎻
Halay çeken çember aralarına katılan yeni halay başıyla hızlanmıştı. Öyle ki benim de şarkıda hızlanmam gerekecekti. Sesim taklitten çok yorulmuştu. Ses tellerimi bu kadar hızlı tükenmemek için halay müziklerini sona saklamam gerekti. Yanlış yapmıştım. Devam edemeyecektim.
“Hepinizin ayağına sağlık,” dedim titrek bir sesle. “Şimdi dilerseniz masalarımıza geçelim. Bir yemek arası verelim. Eğlence kaldığı yerden devam etsin sonra.”
Mekânın sahibi bu arayı vermemdense daha slow bir parçayla devam etmemi arzulayabilirdi. Ona baktım. Suratı beş karıştı. Gülümsedim hafifçe. Karşılık vermedi. Belli ki aradan memnun değildi. Fakat benim de yakalanmak gibi bir niyetim yoktu. Yapabilirsem parayı alıp tüymek için şahane bir zamandı.
Dağılan kalabalığa “Hepinize afiyet olsu…” diyecekken ortada durmuş adamı gördüm.
Baver Merxas. Çakal abi. Burada işi neydi?
Ellerini belinin iki yanına koymuş, ceketini geriye itmişti. Kemerinin ardına sokulu silahlarından birine bakıp bana döndü. Hoş olmayan bir gülümsemeyle tek elini kaldırdı, “Gel,” dedi. Bana dedi!
Kahretsin! Hozan Merxas ismine gelmiş olmalıydı. Kardeşinin kılığında bir adamı bulmuştu sahnede. Elbette sinirlenecekti.
Ayaklarım geri geri gitti. Buradan hemen şimdi kaçmam gerekti. Sahneden atlayarak indiğim gibi arka tarafa koştum. Kendimi soyunma odasına atıp kapıyı kapatırken tek düşündüğüm çantamı alıp camdan kaçıp gitmekti.
Çantama doğru adım atacak oldum. Bir el yakalayıp kendine dayadı beni. “Nereye Taklitçi?!”
Hozan! Yani Ozan!
“Çekirge bir sıçrar… İki sıçrar… Üçüncüde?”
Dereye sıçar?
Kaçmak için bir çırpınış göstermek istedim. Bir elini gövdeme basıp diğeriyle boğazıma yapışmıştı anında. Sıkmasını beklemiyordum. Yaptığı baskıdan bir an bademciklerimin soluk boruma yapışacağını sandım. “Ah!” diye bağırdım kendi sesimle.
“Ah mı?” dediğinde eli gevşemişti. Boğazımı okşar gibi yokladı önce. “Lan?” Gövdemdeki eli sargılı göğsümün tekini avuçladığında gözlerim ardına kadar açılmıştı. “Lan!”
Boğazımdaki eli aniden pantolonumun önünde bir şeyi avuçlayacak gibi kumaşın ağını yakaladığında kendimi istemsizce geriye çekmiş, ona saplanmıştım. “Lan!” dedi bu kez kuvvetle. “Kadın mısın sen?!”
Dereye sıçmıştım.
Yakalanmıştım!

🎻🎻🎻
Geldik mi seneler sonraki ilk karşılaşmaya? 🥹
Görüşmek üzere Bülbül 🐦

Ah be ferhat
Bu cocukların ahı yaksın sızı ınsaallh
Nalın mukemmel bı cocuksun ya🤧
bu kadın bu halden o hale nasıl geldi ya oğlunu düşünmese çık demez onun için korkmaz
nalin yaa gülmemem lazım ama o kadar şapşalsın ki
oy benim yaralım
ay sizin kavuşmanızı görmek istiyorum bir an önce
bu kadının kapı kilitleme aşkı nerden geliyor ya
geldik geldik de bu karşılaşmayı saymıyorum ben