‼️ UYARI ‼️
Bülbül ve Dans kitabında ana karakterlerimizin meslekleri gereği sürekli şarkılar söylenecektir. Sanatın evrensel olmasına dayanarak şarkılar da zamansız parçalar dersek onları geleceğe gittikleri gibi geçmişe de götürebiliriz diyorum😌 Yani kurgu 1998’da geçiyorsa da genelinde 70’lerden 80’lerden olduğu gibi 2000’lerden de şarkılar olacaktır. 98 yılında bu şarkı daha piyasaya çıkmamıştı diye şaşırmayın. Şarkılar zamansızdır diye anlaştık biz sizinle 😉
Peki hazırsanız başlayalım mı artık? Ben çok özlemişim çünkü 🥹
Ay başlangıç tarihinizi yorum atmayı unutmayın💋
🎻🎻🎻
Bölümdeki şarkılar:
*Semiramis Pekkan – Bile Bile
**Mahsum Kırmızıgül – Kızlar Kızlar Gelem mi?
‼️UYARI 2 ‼️
Akşam Güneşim’den alışkınsınızdır. Sahne arasında emoji koyduğumda Nalin’den Hozan’ın anlatımına geçiyoruz demektir. Tamamdır. Bu defa gerçekten başlıyoruz💃🏻

🎻🎻🎻
‘Ehvenişer bir sancı olur sanmıştım gizimde uyuttuğum aşkının kahrını. Yanılmışım.’
1998
“Çabuk ol Nalin, başlıyoruz!”
Dudak kalemiyle dudak çizgimin etrafına bir sınır çizmiştim. Kapağı açık halde beni bekleyen rujumu çizdiğim sınır içinde kalan her yerime sürdüm aceleyle. Taşıracak oldum. Parmağımın kenarıyla silip kontrolü ele aldım.
“Nalin, son üç!”
Rujun kapağını takamadan makyaj masasının üstüne bıraktım. Birkaç adım geriye gidip aynadan kendime baktım. Mor elbisenin ince askıları omzuma saplanmış, şimdiden derimi kesecek gibiydi. Göğsümün hizasından tutup elbiseyi yukarı çekiştirdim. Askıları biraz bollaştırmıştım. Hareketimle saçlarım önüme gelecek oldu. Başımı iki yana savurup geriye attım. Dalgası gür dursun diye maşayı yalvar yakar Ezgi’ye yaptırmıştım. Sahneye çıkmadan bozulmasına izin veremezdim.
“Nalin, son iki!”
Şimdiden titremeye başlayan ellerimi elbisemin eteğine yapıştırıp dizimin üstünde biten pileli kısmın gereksiz kabarıklığını söndürmeye çalıştım. “Düzgün olmuş mu?”
Önündeki telefondan başını kaldırmadan omzunu kaldırıp indirdi Orkun.
“Sahneye çıkacağım, düzgün bak bi’!” dedim topuklu ayakkabılarımın tıkırtılarıyla yerimde hareketlenirken.
Başını kaldırmadan göz ucuyla baktı Orkun yüzüme. Gözünü üstüme indirdi. Ayakkabılarıma kadar baktı. “Olmuş.”
“Gerçi sana niye soruyorsam?” Topuklularımın tıkırtısıyla aynaya döndüm geri. “Siz erkekler ne anlarsınız? Sizin doğru anlayışınız da düzgünü tayin edişiniz de sanki çok…”
“Olmuş işte Nalin,” dedi Orkun bıkkın bir ifadeyle. “Her giydiğin gibi… Bu da güzel olmuş.”
Niyeyse kıyafetten emin olamıyordum. “Askıları omzuma kısa geldi ama neyse. İdare edeceğiz.”
“Nalin, son bir!” diye bağırarak kulis olarak kullanmak için zor bela izin aldığımız temizlik odasına gelmişti Ezgi. “Hazır mısın?”
“Hazırım,” dedim ayakkabılarımın tıkırtısıyla ardıma dönerken. “Nasılım?”
“Bebek gibisin!” dedi elini popoma vurmak için eğilirken.
Ondan evvel davranıp kendimi yana kaydırdım. “Malzemeleri toplamadım. Kullanınca çantama atarsın sen.”
Başını salladı dalgası doğal dursun diye saçına doladığı çorabı çekip çıkarırken. “Heyecan yapıp hızlı söyleyeyim deme sakın. Sim yapıştıracağım suratıma. Vakit lazım.”
“Tamamdır. Sen süslen,” dedim kapıya doğru tıkır tıkır çıkarken. Sanıyorum ayakkabıyı benden evvel giyen epey bollaştırmıştı. Bu tıkırtının sebebi kaldırdığım ayağımı daha yere koymadan topuğun şak diye inmesiydi.
“Nefes alıp ver!” diye bağırdı Ezgi aynanın karşısında makyajına başlarken. “Sen nereye Orkun?”
Kapıyı çekecekken Orkun’un geleceğini anlayınca duraksamıştım.
Orkun alelade bir yorgunluğu yüzüne çalmışlar gibi bakıyordu. “Bastı burası. İçecek bir şeyler bakacağım.”
“Geç kalmıştın!” dedi Ezgi aynadan bize bakarak. “Koş! Bayılana kadar iç yine!”
“Başlama dırdıra,” dedi Orkun. Benden evvel çıkıp gitti bir hışım.
“N’oluyoruz?” dedim deminden beri her ikisinin de keyifsizliğini de fark ettiğimden.
“Hiçbir şey olmuyoruz,” dedi Ezgi kapağı açık rujumu tak diye kapatırken. İçim acıdı. Ben ona kaç para vermiştim. “Hiçbir şey de olamayız bu gidişle!”
Sahneden adımın anons edildiğini duydum. Tüm sinirini malzemelerimden çıkarmasın diye durup arkadaşımla konuşasım varsa da vaktim artık yoktu. Topuklularım ayağımın tabanıyla sahneye giden yıllanmış ahşap zemin arasında tak tak ederken koşturdum. Halı kadar kalın tozlu perdeye çok değmeden arasından sahneye çıktığımda karanlıktı her yer.
“Hazır mısın?” dedi baterist çocuk.
Nefesim nabız gibi bağrımda yankılanırken başımı salladım. Saçlarım yüzüme düştü. Geriye attım başımı sağa sola sallayarak. Ayaklı mikrofonu boyuma göre çekiştirdim. Mekânın basık havası heyecanımla birleşip etrafımı sararken kalbimin sesi baterinin çubuklarının sesiyle yarışıyordu.
Şarkının ne zaman başlayacağını anlamak için çubukların birbirlerine kaç kez çarptığını dinlerken sahnenin ışıkları yandı. Artık herkesin beni görebileceğini bilmekten karnım sızlamaya başlayacaktı. Kabızlık çeken çocuklar gibi bakmamak için gülümsemeye çalıştım. Şarkıya gireceğim anı beklerken mekandaki müşterilerin yüzlerinde gezdirdim gözümü.
Evde Ezgi’ye özel gerçekleştirdiğim provalarımda melodinin bu kısmında gayet hoş kırıtmalarla raks edebiliyorken şimdi burada yapamıyordum. Bedenim baştan aşağı tek bir kemikten oluşmuş gibi kıvrımlardan yoksundu sanki. Nefes alıp vermek bile bilinçli gerçekleştirmem gereken bir mevzuya dönüşmüştü. Bu şartlarda ancak ve ancak olağan bir esintiye kapılmış kuru bir dal misali iki yana hafif hafif salınabilirdim.
Bu mekânda ilk kez sahneye çıkıyordum. Kasıntı hallerimin biraz alışınca üzerimden döküleceğini biliyordum. Ama sadece ben biliyordum bunu. Patron bilmiyordu. En arka masada yerini almış çatık kaşlarıyla bana bakıyordu.
Kimseye bakma. Sadece şarkını söyle Bülbül. Bak gör, herkesi sesinle kendine aşık edeceksin az sonra.
Nihayet şarkıya gireceğim an gelince mikrofonu parmaklarımın ucuyla kavrayacak gibi hafifçe tutup gözlerimi kapadım.
Küçük bir hırs geldi sardı dilimi. Hafif bir meraka saldı kendini. İkisini bir edip başladım söylemeye;
*”Aşk sence bir oyun mu? Hiç benim canım yok mu? Ne diye sevdim seni? Bak bana yazık oldu.”
Aşk sence bir oyun muydu Hozan? Peki benim canım? Hiç oyuncak görmemiş çocuklar gibi ardından can çekişlerim?
Unut onu Bülbül! Sadece şarkını söyle.
Başımı hafifçe yana yatırdım mikrofonu her iki elimle bir sararken. Şarkının daha içindeydim şimdi.
“Aşk sence bir oyun mu? Hiç benim canım yok mu? Sen yoksun bak hayatın ne tadı var ne tuzu.”
Şimdi en sevdiğim kısma gelmiştik. Biraz pişmanlık çokça kahrı aldım elime. Neşeli bir sesle süsleyecektim onları. Hozan’la olduğum zamanlardan yadigâr bir heves saracaktı zaten beni. Ehvenişer yalnızlığımı kabullenecektim yine.
“Bile bile sevdim seni. Bile bile sevdim seni. Bile bile üzme beni. Hadi artık dön geri.”
Nakaratı atlattığım için içimdeki kıpırtı bir parça dinginleşecek nefese kavuşma arzumu geri getirmişti. O kıpırtının dinginliğe meyline keyiflenmiştim. Bu sahneye neredeyse alışıyordum. Dinleyenlerin de benim kadar keyifli olduğunu görme arzusuyla araladım gözlerimi. Şarkı en baştaki hırslı sorulara tekrar dönmüşken müşterilerin hiçbirinde dikkat çekici bir renk yoktu.
Kendi aralarında sohbet edenler vardı. Sadece birbirlerini dinliyorlardı. Bazı masalarda gülüşerek itişenler vardı. Kahkahaları da hareketleri kadar orantısızdı. Diğer masaları rahatsız edebilecek olmayı umursamıyorlardı. En uzaktaki masalarda oturanlar, ön masalardakilerin verdiği rahatsızlıkta, bitsin diye bekledikleri bir şarkıyı dinler gibi renksiz bir suratla bakıyorlardı bana.
Arandığım hazza biraz bile olsun rast gelememekten yelle savrulmuşum gibi dağılacak oldu hakimiyetim. Döküntülerimi toplamada ustalaşmıştı ellerim. İki yanıma açtım kollarımı. Şarkının en hareketli kısmına tekrar varmıştım. Birkaç masa olsun birilerinin dikkatini kendimin yapmak hakkımdı. Ağır bir dalgayla ötelere kulaçlanıyormuşçasına sallanmaya başladı kollarım ritme eş.
Fakat bana bakan sadece iki kişi vardı. Biri başından beri kaşları çatık duran patronumdu. Diğeriyse ikinci bardağını çoktan kafaya dikmiş Orkun’du.
Şarkı bitti. Alkış almam gereken yerdeydim. Kimse alkışlamadı.
Bozuntuya vermedim. Bu ilk görmezden gelinişim değildi. Bu hisle fazlasıyla tanışıklıktan midem bile bulanabilirdi. Şimdi değil. Şimdi gülümseye devam etmeli ve kötürüm olmuşçasına kıpırtısız izleyen yüzlere yapmaları gerekeni öğretmeliydim.
Kendimi alkışladım.
Sonraki şarkıya geçme vakti gelmişti. Bu şarkıyla kalplerini kazanacağıma inancım tamdı. Ardımdaki çalgıların çalmasını bekledim. Yüzümde durduramayacağım o gülümseme. Yanaklarımın kasları donup çatlasa haksız değildi.
Birkaç uzun saniye boyunca bekledim. Neden şarkıya başlamadığımızı anlamak için ardıma döndüğümde yarım yamalak makyajıyla Ezgi’nin sahneye koşturulduğunu gördüm. Biri dokundu koluma. Önüme döndüğümde garsonu gördüm. “Nalin abla. Patron çağırıyor.”
“Sahnedeyiz,” dedim elindeki boş tepsiyle atlayıp çıktığı yerin neresini olduğunun farkında değilse.
“Ezgi abla devam edecek. Sen inecekmişsin.”
Ezgi ne olduğunu sorar bir halde yanıma gelmişti. Mikrofonu önümden alıp kendi boyuna göre indirirken o da benim kadar hazırlıksız yakalanmıştı.
Sahnede artık bana yer yoktu. Topuklularımın beni taşımasını umarak sahneden atlayarak indim. Yalpalar gibi olunca en yakındaki masaya tutundum. Birkaç kişi başını çevirip bana baktı. Bir şey demeden sohbetlerine geri döndüler.
Sahneden bir sanatçı indirilmişti. Kimsenin umuru değildi. Çünkü zaten beni hiç dinlememişlerdi.
Görülmemenin kekremsi tadıyla yandı genzim. Elimi masadan çekerken o burukluğu kuvvetle yutup dikleştim. Ezgi kendi repertuvarından bir parçaya giriş yaparken topuklu tıkırtılarımı bastıran müzikle en arkaya, patronun masasına gittim. “Bir sorun mu var?”
Yanındaki sandalyeyi geriye çekti. Bu otur demekti. Bar masasında oturan Orkun’u gözüm keserken oturdum sandalyeye.
Patron dirseklerini masaya dayayıp yumruk olan eline çenesini dayadı, şarkıya giriş yapan Ezgi’yi izlemeye başladı.
Ezgi’yi dinleyecekse beni neden oturtmuştu?
“Söyleyeceğim iki şarkı daha vardı,” dedim bana bakmayan adama. “Ezgi’den önce…”
Patron işaret parmağını kaldırıp susmamı işaret etti. Ezgi’yi gösterdi o parmakla. “İzle.”
Ezgi’ye döndüğümde neredeyse şarkısının nakaratı gelmişti. Mikrofonu takılı olduğu askıdan alıp sahnenin ucuna kadar geldi. Omuzlarını sallayarak eğildi seyircilere doğru. Göğüsleri elbisenin köşelerine kadar dayandığında frikik vermemek için elini kalbine koydu şarkıyı daha içten söylemek ister gibi. Sonra kalçasını iki yana sallayarak kademe kademe kalktı. Sahnenin ortasına döndü.
“Farkınız ne?” diye sordu patron.
Dansı kastediyorsa cevabım vardı. “Ezgi’nin buradaki kaçıncı performansı? Tabii ki sahneye hâkim, mekâna alışkın olacak,” dedim patrona dönerken. Cevap vermemden hoşlanmış gibi bakmıyordu. “Sorduğunuz için söylüyorum.”
“Bak Narin…” dediğinde hemen düzelttim. “İsmim Nalin.”
Sözünü bölmemden de hiç hoşlanmamıştı. “Bak Nalin… Senin aylık istediğin parayla hoparlör alır, radyodan dileğimi çaldırırım. Benim şu sahneye sizi dikmemin sebebi müşterinin ilgisini çekmeniz, hoş vakit geçirtmeniz. Hem mekânımın hem de burada olmak için harcama yapacakları her şeyin müdavimi olmalarını istiyorum.”
Bunu anlamayacak kadar kafasız değildim. Ve fakat olanların sorumlusu da ben değildim. “İlk şarkımdı. Eğer sahneden indirmeseydiniz ben zaten…”
“Masaya müşterilerin dikkatini dağıtma diye oturttum!” derken sesi sertleşmişti. “Her dediğime cevap ver diye değil.” Yarım kalan sözüm ağzımın içine diken gibi batmıştı. “Sesini de çok matah bir şey sanma. Bana her hafta sana benzer üç dört kişi geliyor. Seni Ezgi önerdi diye seçmiştim Narin. Hayal kırıklığı çıktın.”
Hem adımı yanlış söylediği için düzeltmek istedim. Hem de söylediklerine bir cevabım vardı. Fakat ağzımı açmamla ellerini masaya sertçe indirip konuşması bir olmuştu.
“Ezgi’nin hatrı da bir yere kadar. Sahnede olağan bir sesle ağaç gibi dikileceksen sözleşmeyi imzalamayalım.”
Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. Burası bulabileceğim en iyi mekânlardan biriydi. Kaldığımız apartman dairesine yakındı bir kere. Sahne kıyafetlerini kendimiz almamız gerekmiyordu. Ücreti de haftaya bölüp düzenli ödüyorlardı. Ezgi’ye yetiyordu kazandığı. Benim gibi gün gün çıkacağı mekânlar aramak zorunda kalmıyordu hiç değilse.
“İlk şarkımdı,” dedim sözleşme fırsatını kaçırmamak için. “Heyecan yaptım sadece. Hayatımın en kötü performansı oldu zaten. Sonraki şarkıda sahneye alışmış olacaktım. Eğer müsaade ederseniz…”
“Sana tek bir şans vereceğim Narin,” dedi patron diyeceklerim onun için önemsizmiş gibi.
Hemen atıldım. “Zaten sesime yakışan şarkılarla beni duysanız sözleşmeyi imzalayalım diyecektiniz.”
“O şansı sana sahnede tanıyamam.” Yerimde kıpırdanmalarım durdu. “İkinci bir riski alamam. Müşterilerin canı yeterince sıkıldı. Bu gece Ezgi devam edecek.”
“Ben?” diye sordum. Yarına sahne alacak sanatçıların isimleri kapıya asılmıştı. İsmimi oraya mı yazacaktı?
“Seni odamda dinleyeceğim,” dedi masadaki eli hafif bir yumruk olurken. “Eğer beni ikna edebilirsen adını listeye yazarım. Yarına bir şansın daha olur.”
Bir kelime beni rahatsız etmişti. “Odanızda mı?” diye sordum duyduğumdan emin olmak için.
“Sahneyi sana veremem,” dedi yumruk yaptığı elini masaya basıp yerinden kalkarken. “Sözleşmeyi gerçekten istiyorsan peşimden gel. Tek şarkı hakkın olacak.”
Masadan kalkmadan Orkun’a doğru baktım. Son yudumunu aldığı bardağı bar tezgahına sertçe vurmuş, Ezgi’ye bakıyordu sadece. Benden tarafa hiç bakmıyordu.
Sahneye döndüm yüzümü. Ezgi sonraki şarkıya başlamak için herkese ardını dönmüştü. Şarkının ritmine göre kalçasını iki yana sallarken yavaş yavaş yüzünü göstererek başlayacaktı söylemeye.
Gülümsedim hareketine. Sahneden indirilmeseydim sonraki şarkıya bu girişi ben yapacaktım. Evdeki provamda göstermiştim. Hareketimi çalmıştı. İşaret parmağımı kaldırıp salladım arkadaşıma. Önüne dönerken öpücük attı bana doğru.
Elimi ardıma atıp sandalyeyi çekerek kalktım ayağa. Ezgi burada mutluydu. Ben ise para kazanmak için iş kovalamaktan yorulmuştum. Burayla sözleşme imzalamam gerekti.
Derin bir nefes alıp patronun ardından arka tarafa geçtim. Odası koridorun sonundaydı. Kapısı açık, beni bekliyordu. Odaya girdiğim gibi, “Kapıyı kapat,” dedi.
Bu dediğinden hoşlanmamıştım. Yine de hafif aralık kalacak şekilde çektim kapıyı tam kapattığımı düşünmesi için. Odada bizden başka kimse olmadığı için tüm ses mekân tarafında kalmıştı.
Patron bacaklarını iki yana açarak yerine yayıldı. “Yaşın kaçtı senin?”
“Yirmi iki,” dedim kapının dibinde dururken.
“Daha küçük duruyorsun,” dedi kollarını iki yanına açıp koltuğunun tepelerine yaslarken. “Kıyafetten herhalde.” Pileli eteğime indirdi bakışlarını. “Daha yaşına göre bir şeyler verelim sana.”
O ana dek bana güzel görünen eteğim bacaklarıma kısa gelmeye başladı. Elimi atıp aşağı çekiştirme hissiyle doldum. “Şarkı söyleyecektim.”
“Evet,” dedi tek elini indirip bacaklarının arasına atarken. Pantolonun ağını tutup aşağı çekti birkaç kez. Yerinde kıpırdandı iki yana. “Tek şansın olduğunu biliyorsun.”
Elini koltuğun tepesine koymak için kaldırdığında gözüm istemsizce az evvel uğraştığı yeri bulmuştu. Bakışlarımı kaldırıp yüzüne döndüm hemen. “Aslında bugün sesim biraz yoruldu. Yarın erkenden gelirsem…”
“Başka gün sana ayıracak vaktim yok,” dedi bir elini havaya kaldırırken. “Öyle ağaç gibi durma karşımda.” Havadaki elini iki yana götürdü hayali bir şeyi okşar gibi. “Biraz hareketli ol. Müşterinin ne kadar ilgisini çekebileceğini kanıtla bana.” Elini tekrar bacaklarının arasına attı. “Biraz maharetli ol Narin.”
Gözüm elinin olduğu yeri bulduğunda çekiştirmesinin pantolonunu düzeltmek için olmadığını anlamıştım. Kafamın içinde bir sinyal yanmaya başladı. Kaç. Kaç. Kaç!
Sakin kalmaya çalıştım. “Sanıyorum beni yanlış anladınız. Ben gerçekten şarkı söyleyecektim.”
Elini kaldırmadan konuştu. “Kendini pop star mı sanıyorsun? Bir mekânın sözleşmeli şarkıcısı olacaksan fazlasını yapmanı bekler herkes.”
Aşağılayıcı tavrına karşılık başımı iki yana salladım. “Ben sahne sanatçısıyım. Arka oda kapatması değil.” Güvensizlikten yakınından ayrılamadığım kapıyı tutup tamamen açtım. “Kendime sahneden indirilmeyeceğim bir yer bulurum.”
Patronunun diyeceğini şeyi dinlemeden odadan çıkarken belli etmemeye çalıştığım telaşla hızlanan ayaklarımdaki topuklular geçtiğim yerleri dövüyordu. Az evvel gördüğüm muamele ağrıma gitmişti. Üzerine düşünsem hırsımdan bağırarak ağlayacağımı biliyordum. Aklımı sadece üzerimdekilerden hızlıca kurtulup derhal buradan çıkmakta tutmaya çalıştım. Bunun için biraz bile ayıksa Orkun benimle giyinme odasına kadar gelmeliydi.
Orkun’u yanıma almak için mekâna çıkan kapıya elimi atmıştım ki bir el kolumu tutmuş, yanımdaki duvara vurmuştu sırtımı. “Nereye gidiyorsun?!” Sıktığı kolumun acısı beni sarsmıştı. “Bir şarkı söyleyip azıcık kırıtacaksın! Ne bu naz?”
Tuttuğu kolumdaki sızı benim nefretimdi! Bilemezdi. İçimdeki telaşı söndürüp öfkemi alevlendirdi.
“İşte böyle davranacaktın en başta!” dedim tuttuğu kolumdaki elini açmaya çalışırken. “Patron havalarıyla gizemli eleştiriler yapacağına… En başta böyle gelecektin bana.”
Kolumu kurtarınca yükümü sol bacağıma attığım gibi sağ dizimi kırıp aniden bacak arasına geçirmiş, karşımdaki duvara itmiştim adamı.
Demin uğraşı olduğu yeri şimdi acı içindeydi. İki elini bacak arasına atmış şekilde iniltilere boğulmuştu.
“Daha en başta böyle gel ki salak gibi kitleneceğime ne tepki vereceğimi bileyim!” Kaldırdığım dizimi indirmeden beni deli eden ayakkabıya attım elimi. Çıkardığım gibi ikinci kez düşünmeden adamın tepesine indirdim topuğunu. “Sıradan bir sesim var öyle mi?” Adam hem acıdan hem uğradığı şoktan bir elini kafasına atarken durmadım, omzuna vurdum. “Mekân senin diye boynu bükük yetim gibi sahneden indirirsin beni. Ha?” Sırtına vurdum bir de. “Arka odaya çağırmak ne?!”
Bir eliyle dizimi vurduğum yerini avuçlamışken bir kolunu yüzüne siper etmişti. Yüzünü kapatan koluna vurdum bir de. “Uyuz olmuş gibi oranı buranı ne elliyorsun? Geri zekalı sapık!” Diğer kolunu kayırmazdım. Ona da indirdim topuğu. “O iğrenç şeyini mıncıklamanı görmek zorunda mıyım ben?”
Yorulmuştum. Kalbim hem hızlı hareket etmekten hem sinirlenmekten deli gibi çarpıyordu. Ayakkabıyı ayaklarına fırlattım. Diğer ayağımdaki teki yüzünden duruşum yamuktu. Onu da çıkarıp sırtına attım. “Şans(!) verecekmiş. Leş herif!”
Topuklularla tıkır tıkır çıktığım mekâna bu kez çıplak ayaklarımla girdim bir hışım. Kimseyi umursamadan aralarından geçip sahnenin ardına geçtim. Temizlik odasına geçtiğimde toplanmış çantamı alıp sırtıma attım. Yerden ayakkabılarımı da aldığımda geldiğim yerden dönmek yerine direkt sahneye çıktım.
Ezgi şarkının sözsüz kısmında iki yana sallanıyordu. Yanından geçerken poposunu çimdirdim. “Patronun sapık. Fazla kırıtma.”
Ezgi neye uğradığını şaşırırken sahneden aşağı atladım. Bu kez dengem şaşmamışsa da en öndeki masaya bilerek vurdum elimi. Konuşan gençler durup bana baktı yine. “Dinlemeyecekseniz en öne oturmayın siz de!”
Verecekleri karşılığı beklemeden Orkun’un yanına, bar kısmına gittim parmak ucunda. “Sen de geberene kadar içme! Aptal! Gözün açık olsun. Etrafını gör bi’ defa da!”
“Ne oldu?” diye sordu masadan ne ara kalktığımı bile görmemiş gibi sahne tarafından gelmiş olmama şaşırırken.
O kadar sinirliydim ki olayı anlatsam arka tarafa geçip patron bozuntusunu bayıltana kadar bir de kendi ayakkabılarımla dövecektim. “Gözün Ezgi’de olsun! Soran olursa elbiseyi söylediğim şarkıya karşılık alıyorum.”
Başka bir şey demeden ön kapıdan çıktım dışarı. Caddenin girintili çıkıntılı kaldırımında parmak ucunda hızlı hızlı uzaklaştım peşimden biri gelir endişesiyle. Takip edilmediğime emin olacak kadar uzaklaştığımda bir dükkânın önünde durup kirlenmiş ayaklarımı elimle silkeleyip spor ayakkabılarımı geçirdim.
“Şerefsiz!” dedim sinirimi tam çıkaramadığımdan. Yüzüme doluşmuştu saçlarım. Başımı kaldırıp iki yana sallayarak geriye attım onları. Önünde durduğum dükkânın camından kendime baktım. Biraz daha salladım saçlarımı. “Star olacak kızım ben. Senin boklu mekânına fazlaydım zaten.”
Camdaki yansımam sözlerimin aksine üzgün bir kızın simasını yansıtıyordu bana. Sevdiği her hayali sürekli elinden alınan bir kız.
Gözümü aldım o kızdan. Ben bu kız olarak devam etmeyecektim hayatıma. Ya kaderim değişecekti ya bana yansıyan görüntüler. İstediğim bir şeyi olsun alacaktım bu dünyadan!
Çantamı sırtımda hoplatıp Ezgi’yle kaldığımız apartmana kadar yürüdüm. Koşmaktan adım atacak halim yoktu aslında. Ama bu geceden para kazanmadığım için para da harcamadan günü kapatmam gerekti. Apartman çok uzak değildi zaten. Tek sorunum yürüdükçe yukarı çıkacak gibi bacağıma yapışan eteğimdi. İki de bir aşağı çekiştirmekten fenalık geçirecekken apartmana varmıştım. Çantamdan anahtarı çıkarıp girdim içeri. Birkaç basamaklık merdiveni koşarak çıkıp dairenin kapısını aralayıp girdiğim gibi içeriden kapıyı kilitledim. “Oh be!” En azından peşime sapık takılmadan eve varabilmiştim bu kez.
Çantamı yere atıp odama geçtim. Bir de kendi odamın kapısını kilitlerken yatağımın yaslı olduğu duvara asılı afişe baktım. “Hiç de hoş bulduğum söylenemez Ozan.”
Elleri cebinde, gömleğinin iki düğmesi açık, kahvesi sarımtırak saçlarını geriye taramış, mavi gözleri ışıldarken gülümsemekteydi Hozan Merxas. Vereceği konserler için yaptırdığı afişiydi bu. Resminin altında konser tarihleri, gideceği şehirler yazılıydı.
Her ne olmuşsa afişteki yazılı tüm konserlerini iptal etmiş, hiçbirine gitmemişti Hozan. Afişler de toplatılıp çöpe atılmıştı. İzmir’deki afişi çöpe bulanmadan çıkarıp odama getirip asmıştım ben de. O günden beri odaya girer girmez gülümseyerek beni karşılıyordu Hozan.
“Başıma neler geldiğine inanamazsın.” Dolabımı açıp eşofman takımımı ararken konuştum. “Hani sana Ezgi’nin mekânına gidiyorum demiştim ya çıkarken. Heh, gittim işte. Bu patron denilen adam bozuntusu bizi o kadar hor görüyordu ki temizlik odasını verdi hazırlanalım diye.” Eşofmanları yatağın üstüne attım. “İyi, dedim. Sapık çıkacağına, ilgisiz çıksın. Neyse bir heves hazırlandım, çıktım sahneye.”
Eteklerimden tutup elbiseyi kaldıracakken durdum. “Arkana dön istersen. Her gece sana özel şov yapacak değiliz.”
Dolabın açık kapağının ardına geçtim. Orada soyunmaya devam ettim. “Bir şarkı söyleyebildim sadece. İndirip masasına çağırdı aptal herif.” Yatağa doğru uzandım göğüslerimi ellerimle kapatırken. “Bir şeyimi beğenmedi diye uyaracak sandım. Adam beni odasına çağırdı.”
Eşofmanlarımı alırken Hozan’a baktım. Gülüyordu. “Salak değilim Ozan. Artniyetli olma ihtimalini de düşündüm tabii. Gözüm kapalı gitmedim. Kendimi savunabilirim.”
Dolabın arkasına geçip getirdiklerimi giyindim. “Savundum da. Adamı bir dövdüm bir dövdüm ki…” dedim dolabın kapağını kapatırken. “Aman neyse. Boş ver sen onu. Anlayacağın yerleşik hayat yok bize yine. Mekân mekân gezeceğiz.”
Gözüm afişin altındaki tarihlere kaydı. Hozan’ın iptal ettiği turnede iki gün sonra Batman’da olması gerekti. Odadan çıkıp girişte duvara asılı ev telefonunun ahizesini kulağıma dayadım. Adres defterine yazdığım numaralardan Batman yazdığımı bulup tuşladım. Boğazımı temizlemek için öksürdüm. “Alo. İyi akşamlar. Ben Hozan Merxas’ın menajeri Ayşen.”
“Vay Ayşen Bacı,” dedi yüklüce doğu ağzına sahip bir ses. “Kaçtır aramanı bekliyoruz. Dedim yine mi iptaldir ki aramaz oldunuz.”
“Yok, olur mu öyle?” dedim neşeli bir sesle. “Hozan Bey bir defa sağlıksal bir nedenden iptal etmişti. Geri toparlayınca tek tek tüm konserlerine gitti. Batman’ı es geçecek değildik.”
“He vallah,” dedi adam. “Herkese demişim geleceğini. Gençler yer ayırtmış, masalar tıklım tıklım, ek masa çıkartacağım.”
Paraya para demeyecektim. “Oh oh çok iyi. Hozan Bey kesinlikle orada olacak. Yalnız…” dedim ahizenin kablosuna parmağıma dolarken. “…rahatsızlığı tam geçmiş sayılmaz. Sadece hayranlarını yüzüstü bırakmamak için gelecek.”
“Şarkı söylemeyecek?” diye sordu adam anlamadığından.
“Yok, yok. Söyleyecek elbet. Ama o kadar. Kuliste yalnız olmayı tercih eder. Sahneye çıkıp şarkısını söyler, geri kulise döner. Yani masalara ineceğini sanmıyorum. Dedim ya çok da iyileşmiş sayılmaz.”
“Kaç aydır hastadır?” dedi adam. Çok da mantıklı, dedi.
“Bünyesi çok hassastır,” dedim uydurmak beleş diye. “Dinlenmeden konserden konsere koştuğu de için bir türlü tam anlamıyla toparlanamadı.”
“Yav o gelsin, biz onu el üstünde tutacağız. En kral sofraları kurduracağım. Sabaha kadar…”
“Yok,” dedim kabloyu bırakıp. “Sabaha kadar falan kalamaz. Başka yerlere sözümüz var. Sadece sahne saati kadar duracak orada.”
“Bacım adam hastadır diyorsun. Orada oraya koşturuyorsun. Sen de zalım mısın?”
“Şartlar öylesini gerektirdi,” dedim kıvrandığımı anlamasın diye. “Ben de maaşlı çalışanım, biliyorsunuz.” Kabloya geri doladım parmağımı. “Maaş demişken… Sahne ücretini bir düşünelim demiştiniz.”
“Kabuldür,” dedi. Ek masa açmıştı adam. Mekânın doluluk sınırı aşılmıştı. Elbet dediğim ücreti kabul edecekti.
“O zaman iki gün sonra görüşürüz,” diyerek karşılıklı vedalarla kapattım telefonu. Odama dönüp kapımı üstüme kilitledim. “Hadi yine iyisin Ozan Efendi,” dedim afişe. “Batman konserine de gidiyorsun. Sayemde hayranların sana küsmeyecek.”
Hozan’ın ismi sayesinde ben de en az üç aylık kazancımı tek gecede cebe indirecektim. Yatağa ters şekilde uzandım afişteki yüzü net görebilmek için.
Özledim.
İçimi tanıdık bir hüzün kaplayacak oldu. Komodine uzanıp üzerindeki sigara paketiyle çakmağı aldım. Bir dal sigara yakarken bu gece söyleyebildiğim tek şarkımın sözlerini mırıldandım Hozan’a.
“Bile bile sevdim seni. Bile bile üzme beni.”
Sigaramdan çektiğim nefesi üfledim resmine. “Aptal Ozan. Hiç hatırlıyor musun acaba beni?”
Ben özledim seni.
🎻🎻🎻
Biri olağanca gücüyle “La Hozan!” diyerek sarsıyordu beni. Baver abim. “Kalk şirkete geçeceksin! Kime diyorum? Hozan!”
“Ne şirketi ya?” dedim yastığa yüzümü gömerken. Sabaha dek uyumamıştım. Mümkün değildi uyanıp şirkete gideyim.
“Ne demek ne şirketi?” derken örtüme asılıp daha çok sarsmıştı beni. “Gitmeye gitmeye unutmuşsun? Kalk, yolda hatırlarsın.”
“Ya abi,” dedim başımı yastıktan kaldırmadan. “Bu hafta hep ben gittim. Yine niye gidiyorum?”
“Abim Mir’i aşıya mı ne götürecekmiş,” dedi nihayet sarsmayı keserken. “Gelir öğleye kalmadan. Git şirkette uyu.”
İsteksizce doğruldum. Yeğenimin aşısı söz konusu olmasa ikindiye dek uyuyacaktım. Örtüyü üstümden itip bacaklarımı yere attım. Kendime gelmek için elimle yüzümü sıvazladım.
“La bi’ git yüzüne çüküne su çarp,” diyerek ayağının ucunu dizime vurdu abim. “Hayvan gibi üstüne yatıp şişirmişsin her yerini.”
Elimi yüzümden çekip baksırın altında kendini belli eden elemana baktım. Örtüyü üstüme çekip abime döndüm. “Sen niye gitmiyorsun şirkete?”
“Benim işim var.”
Hep bir işi vardı. “Neymiş?”
“Çükümün üstüne yatmak değil,” dedi ellerini belinin ardında kavuşturup. Yüzünü buruşturdu. “Ağzından bok kokusu atıyor. Kalk bir şey ye.”
Örtüyü üstümden attım. Omzundan ittirip yatağımın önünden çektim abimi. “Bir saate giderim.”
“Yarım saate gideceğini dedim. Memet Başkan tokat manyağı yapar.”
“Yapmaz, yapmaz,” diyerek banyoya attım kendimi. Ancak kızardı Memet abim. Arada çok kızdı mı da enseye bir iki tokattı. Bu bünye Devran Merxas’ı görmüştü bir zamanlar. Memet Merxas’ın tokadına öpücük diyecekti elbet.
Suyu ısınsın diye açık bırakıp aynanın önüne geçtim. Düzensiz uykudan şaftı kaymış suratıma baktım. “Ölmüşsün oğlum sen.” Burnumu çekip biraz geri gittim. Boynumu kaldırıp omuzlarıma inen kaslarımın gerginliğine baktım. Elimi göğüslerime vurup sertliklerini kontrol ettim. “Yok, yok. Yaşıyorsun daha.” Baksırımı kaydırıp yere attım. Benim eleman kalkmıştı hemen. Sırıttım. “Hem de ne yaşamak.”
Kendimi suyun altına soktum. On dakikam geçti banyoda. Havluya sarınıp çıktım sonra. Yıkanmak beni ayıltmıştı. Güzel bir ıslık tutturdum. Dolabın önüne geçip giyeceklerimi seçip yatağın üstüne attım. Giyinmeden bir de odanın ışığında baktım vücuduma. “Kızlar haksız değil.”
Havluyu yere düşürüp altıma çamaşır giyerken neşem yerime gelmişti. Bir şarkı tutturdum.
**”Kızlar kızlar gelem mi? Yanağızdan öpem mi? Siz ananızın koynunda, ben soğuktan ölem mi?”
Beyaz gömleğimi kollarıma geçirip düğmelerini iliklerken aynadan kendime baktım. Islıkla şarkının ritmini devam ettirirken başımı iki yana sallamıştım hoşnutça. Kumaş pantolonu çektim altıma. Kemerimi taktıktan sonra aynaya yaklaştım.
“Vay beni vaylar beni. Öldürür nazlar beni. Adamı bir hoş eder. Öldürür nazlar beni.”
Saç spreyini alıp tepemde fıslayarak dolaştırdım. Yuvarlak tarakla ağırlığı bir tarafa verdiğim saçımı yan yan geriye tararken, kalanı öbür yandan arkaya yolladım. Şimdi odadan çıkmaya hazırdım. Ritmi ıslıkla devam ettirirken ceketimin ucuna parmağımı geçirip omzuma attım.
Odadan çıktım. Herkes çoktan kahvaltıya inmiş olmalıydı. Merdivenleri ıslıkla indim. Salona geçsem babamlardan azar işitme ihtimalim çok yüksekti. Doğrudan oturma odasına, kadınların yanına geçtim. Sofrada neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Çoktan yemiş toplamışlardı. Annem tek başınaydı. “Kızlar kızlar gelem mi?” diyerek yanına attım kendimi.
“Bila diya te kurbana te be!*(Annen sana kurban olsun!)” diyerek ellerinin arasına alıp suratımı öptü.
Saçımı, şeklimi şemalimi bozmuştu. “N’aparsın kız?” dedim elini tutup öperken. “Nerede herkes?”
“Açsın?” dedi hemen. “Salondaki sofra kalkmamıştır daha.”
Gidip bu saate kalkılır mı azarı yemek istemiyordu canım. Kızlar nerede yer ben orada doyardım. Bana kadın merhameti gerekti. Anamın tepesinden öpüp kalktım. Mutfağa geçtim.
“Kızlar yüreğim sızlar! Derdime derman kızlar!” diye bağırarak mutfak kapısından girdim. Hepsi dönüp bana bakmıştı. “Bir kereden ne çıkar? Yandım yanaram kızlar!” diyerek salına salına girdim içeri. Tek elimi belimin ardına koyup, öbürünü Zelal’in at kuyruğu saçına atıp mendilmiş gibi salladım. “Kızlar kızlar gelem mi?”
“Gelme,” dedi Zelal saçını benden alıp. “Topladık sofrayı. Gerisin geri git salona.”
Elimi kardeşimin omzuna doladım. “Yanağızdan öpem mi?” Yanağından öpecekken avucuyla itmişti beni. “Siz ananızın koynunda. Ben soğuktan ölem mi?” diyerek eğdiğim kafasının üstünden öptüm vahşi kardeşimi.
Elindeki tabakları buzdolabına koyacakken ben geldim diye geri masaya çıkaran Xezal gülümsüyordu kendince. Diğer elimi ona atıp yanıma çektim. Saçının üstünden öptüm onu da. “Kız bu vahşiden çok seni seviyorum ha.”
Zelal’den kaldırdığım eli masada oturmuş Kerem’i yediren yengemin tepesine koydum. “Siz yavrunuzu besleyin de ben acımdan ölem mi?”
“Otur ye Hozan,” dedi Zühre yengem elimi ittirip. Yazması kalkacak olunca çekip düzeltti. “Seni de mi yedireceğiz?”
Xezal’ı da bırakıp masaya geçtim, yengemin karşısına oturdum. “Niye? Ben senin kocan yerine işe gidiyorum ama?”
Xezal bir bardak çay doldurup önüme koymuştu. Bir yudum hüplettim yengeme kaş göz yaparken. Gülmüş, cevap vermemişti bana.
Yeni evlerini düzüyorlar diye tüm hafta cezalı gibi işe ben gitmiştim. Yengem de kocasıyla gezmelerdeydi. Gülerdi tabii.
Sepetten aldığım ekmeği böldüm, arasına zeytin peynir doldurup ağzıma attım. Yengemin uzattığı kaşıktan yemek yerine bana bakan Kerem’e attım elimi. “Lan amca! Çık ananın koynundan.” Çekip kucağıma oturttum.
“Yediriyordum,” dedi yengem tabağı masaya koyarken.
“Tüm gün yedirirsin. Ben iki dakika sevip çıkacağım.” Boynundan öptüm keratayı. Onu öpünce Mir de heveslenmişti. Dicle’nin kucağında elini kolunu sallamıştı bana doğru. “Sen de mi buradasın?” Salladığı elini yakalayıp öptüm.
Kerem bardağıma uzanmadan yengem alıp masanın ortasına götürmüştü. Oradan alıp içip geri masanın ortasına bıraktım çayımı. Ne bulduysam ekmekle bir tıkıştırdım ağzıma. Çiğnerken masanın başında sessizce oturan kızı konuşturmak için “Dicle baci,” dedim ona bakmadan. “N’aparsın?” Başını salladı sadece. “Baci benimle konuş artık da. Gelinlik etmesin kimse bana.”
Hiç sevmezdim gelinlerin konuşmamasını. Kadınlar benle konuşmazsa günüm gece olurdu benim.
“Gelinlik etmekten değil onunki,” dedi Zelal vahşilik etme fırsatı bulmuş. “Hiçbirimizle konuşmuyor hanımefendi.” Tezgâha yaslanıp baktı kıza. “Niye yanlışlıkla dayısını vurmuşuz, küstür bize.”
Dicle’ye baktım göz ucuyla. Kucağındaki Mir’in üstünde önemli bir şey var gibi sadece onunla ilgileniyordu.
“Dicle de senin dayını vursun o zaman,” dedim sırf gülsünler diye. Dicle’nin dirseğini parmağımın ucuyla dürttüm hafifçe. “Ha baci? O zaman ödeşir misiniz?” Dicle’nin dudağı gülecek gibi hafifçe kıvrılmışsa da yüzünü eğmiş, belli etmek istememişti.
Şöyle dilediği gibi gülsün istiyordum. Kadınlara gülmek yakışırdı. “Ama benim büyük dayım yaşlıdır ha. Tek sıkımlık canı var. Onu parmağının ucundan vur. Kan şekeri bakıyoruz deriz.”
Bu defa tam gülmüş, yüzünü eğmişti görülmesin diye. Ama ben istediğimi almıştım.
“Dayımın kılına zarar gelsin bak ben onun dayısının tepesinde saç bırakıyor muyum,” dedi Zelal kollarını birbirine geçirip taraf olurken. Ona baktım uyarır gibi gözlerimi açarken. “Ne?” dedi anlamazdan gelip.
Dicle sandalyesinden kalkıp Mir’i yengemin kucağına bırakıp çıktı mutfaktan.
Peşinden kızdım kardeşime. “Kızım sen rahatsız mısın? Kızın kocası askere gitmiş, tektir burada.” Çayımdan bir yudum çektim. “Sessiz, sakin, garibandır. Ne diye dalaşıyorsun?”
“Dalaşmak mı bu?” dedi çirkef kardeşim. “Hamiledir diye günahımız geliyor. Sofraya çağırıyoruz. Sanki karşısındaki ittir havlıyor. Belki ağrısı vardır diye yanında durmaya gidiyoruz. Sanki alacaklısıyız. Yolunu değiştirip gidiyor.”
Efkan’la Dicle’ye Almanya’ya kaçsınlar diye pasaport çıkartacağımızda Efkan’ın askerliğini yapmaması sorunuyla karşılaşmıştık. Kan davası biraz soğuyuncaya dek askeriyede korunaklı olacaktı Efkan. O hafta birliğine katılsın diye biz götürmüştük Ankara’ya kadar. Dicle ise kocası dönene dek bizim korumamızda kalacaktı.
Karar olarak iyi düşünülmüştü. Ama uygulamada biraz sıkıntılıydı. Çünkü Dicle bize yabancılık çekiyordu. Haksız değildi kız. Düşman ailelerde büyümüştük. Belki bizim hakkımızda üç ayaklı, iki kuyruklu demişlerdi. Belki sinirlendiğimizde kulaklarımızın üstünden boynuzlarımızın çıktığı, karşımızdakini deştiğimiz söylenmişti. Kızı bizden soğutmuş, epeyce korkutmuşlardı.
Dicle sevdiğine kaçarken bu aileye gelin geleceğini bilemezdi. Olmuştu bir şekil. Şimdi buna alışmaya çalışıyordu. Zühre yengemle anlaşıyordu Allah’tan. Bizim kızlara da ona arkadaşlık etmesini tembihlemişti abim. Fakat Dicle buna izin vermiyor, arkadaşlığını sakınıyordu.
Xezal geri planda kalıyor, istenmemeyi kabulleniyordu. Zelal ise iyice kızışıyordu. Çünkü Dicle’ye üzülüyordu. Arkadaş olmak istiyor, geri çevrildiğinde hırçınlaşıyordu.
Ben kısa zamanda kaynaşacaklarına emindim. Zelal’in hırçınlığından gelini korumak gerekti şimdilik. “E dayısını vurmuşsun,” dedim haksız bir trip yemediğini anlasın diye. “Zoruna gitmiştir kızın.”
“Ya yanlışlıkla!” dedi kollarını çözüp. “Bilerek vursam dayısı mı kalırdı ortada?”
“Zelal,” diye uyardı yengem oturduğu yerden. “Böyle konuşuyorsun diye seninle konuşmuyor olabilir mi?”
“Zoruna gidiyorsa silsin atsın o tarafını,” dedi bilmiş bilmiş. “Buranın gelini olduğunu kabullensin.”
Yengem ardına tam dönüp baktı Zelal’e. “Sen evlenince baba evini silebilecek misin sanki?”
“Yooo…” dedi Zelal gayet rahat bir tavırla. “Benim abilerim öyle kansız mı?” Taş bize gelince şöyle bir baktım ne diyor diye. Zelal dimdirekt bana sordu. “Evden kaçsam beni öldürmek için peşime düşer misiniz?”
Daha ağzımı açamadan içeri Baver abim girdi. Zelal’in ensesinden kavrayıp yere bastırdı çok sıkmadan. “Salak! Babam avludan geçiyor! Adamın yüreğine indireceksin?!” Kızın saçını dağıtmaya başladı. “Konuşacak laf mı kalmamış? Sorulacak soru mu bitmiş? Kafasız!”
“Ya bırak!” diye çığırıyordu Zelal. Birbirlerine gireceklerini anlayınca kalkıp Kerem’i yerime bıraktım.
“Bana vur. Bana vur,” diye şakacı bir tavırla abimi sırtımla ittirip Zelal’i gövdemin altına aldım. Hakikaten bana vurdu Baver abim. “La vurma!” diyerek mutfağın dışına doğru ittirdim abimi. Saçımı bozmuştu şerefsiz.
Zelal dağılan saçı için bağırırken spreylediğim saçlarıma attım elimi, düzelttim. Zelal beni aşıp saçının koptuğunu iddia ederek Baver abime vurmak istediğinde seslere Memet abim gelmişti.
“Bu nedir?” diye bağırdı. İki deli arasında paravan görevi gören gariban bana baktı. “Sen hâlâ evde misin? Şirkette kim var?”
“Şimdi gidiyordum,” dedim masadaki çayımı alıp tepeme dikerken. Evden çıkana kadar bir ton azar işitmiştim. Ne dese başımı sallaya sallaya çıktım evden. Koca transporterı boşken sürecek değildim. Taksi çevirdim yoldan. Şirkete kadar ardıma yaslandım.
“Hozan Merxas?” dedi taksici dikiz aynasından yüzümü görünce.
Gülümsedim. Elimi uzattım öne. “Benim kardeşim.”
Direksiyonu kısa bir süre bırakıp elimi sıktı taksici. “Bizim kızlar sizi pek seviyor Bey’im. Bu taraftadır eviniz?”
“Yok. Akraba ziyareti,” dedim kapımın önüne birileri gelirse babam dellenecek diye. “Bir tanıdığı ziyarete gideceğim buradan.” Allah’tan taksici buraya yabancıydı bir parça. Şirkete kadar vereceğim ilk konsere kızlarla birlikte geleceğini anlattı.
Yalan yok. Tanınmak şöyle bir oturduğum yerde kaba etimi havalandırmış, konforlu bir yolculuk geçirtmişti. Şirketin önünde değil yakınlarında indim.
Taksici uzaklaşırken telefonum çalmıştı. “Ayşen çiçek,” diyerek açtım. Epeydir yüz yüze görüşmemiştim benim menajerle.
“Hozan artık fazla oluyor bu Taklitçi,” dedi bezgin bir sesle.
Yasımız var diye aylar önce tüm konserlerimi iptal ettirmiştim. Bir süre sonra konserlerin devam ettiği bilgisi gelmişti Ayşen’e. Biri tek tek anlaştığım şehirlere gidiyor, benim adıma sahneye çıkıyordu. Başta üzüntüden umrumda olmamış Ayşen’e bırakmıştım. Yakalayamamıştı tabii. Evde durumlar karışıktı o ara. Taklitçiyi görmezden gelmesini söylemiştim. Garibanın biriydi belki, paraya sıkışmıştı. Doğru bir yöntem değildi ama geçim derdinden yapıyor olabilirdi.
Fakat Taklitçi bir ikide kalmamıştı. Utanmadan devam ediyor, her şehre gidiyordu. Benim anlaştığımdan fazla ücret istiyor, işi fırsata çeviriyordu.
“Ne yaptı yine?” diye sorduğumda artık bardağı taşıracak son damlanın geleceğini anlamıştım.
Taklitçi ileri gitmişti. Gittiği doğu şehirlerinde tanıdık diye beni davet eden aşiret ağalarını sözde benim menajerimmiş gibi davranan biri üzerinden reddettiriyordu.
Adıma leke getiriyordu artık. Dostumuz olan aşiretlerin davetlerini reddetmezdim ben. Hepsinin evinde birkaç gece de sürse misafirleri olurdum. Otele gideceğim demeyi kendilerine yapılmış ayıp kabul ederlerdi çünkü. Biz de aşirettik. Gelen dostumuz bizde değil otelde kalsa bizi saymadı diye içerlerdik.
“Çizmeyi çok aştı artık,” dedim.
Yasımız bitmişti. Abim evlenmişti. Yengem de hamileydi şimdi. Koçer amcam bebek haberiyle kızının yasını kaldırmıştı tamamen. Bana şarkı söylemeye dönmemi söylemişti. Şimdi Taklitçi’yle uğraşacak zamanım vardı. “Nerede?”
“İptal ettiğimiz konserlerde yarın Batman’da sıra,” dedi Ayşen. “Aradım. Benim adımı kullanarak senin geleceğini onaylamış bir kadın.”
“Tamam,” dedim şirketin önüne geldiğimde. “Yarın Batman’a geçiyorum. Hesabını düreyim şunun.”
“Ben de geleyim mi?”
“Sen tatilinin son günlerini değerlendir. Sahalara dönüyoruz Ayşen’cim.”
“İşte Hozan Merxas,” dedi işine kavuşacak olmanın sevinciyle.
Telefonu kapatıp şirkete girdim. Doğrudan üst kata çıktım. “Eda Hanım,” dedim sekreter masasına dirseklerimi dayayıp yaslanırken. “Hoş gelmişim.”
Yüzünü kaldırmadan tebessüm etti Eda. “Hoş geldiniz Hozan Bey. Memet Bey’in yeni evinin tasarımı yapan mimarlık ofisinden biri gelmiş. Sizin odanıza aldım.”
Bu kız bana hiç pas vermiyordu. Evli olmadığını biliyordum. Yanında yöresinde erkek de dolanmıyordu. Hakikaten beni mi beğenmiyordu? İmkânsız! En yakışıklı Merxas olduğum bilinen bir gerçekti.
“Yüzümüze bak da söyle Eda çiçek,” dedim yazı yazdığı ajandanın kapağını parmağımın ucuyla kaparken. “Şimdi söyle bakalım. Mimarlar mı gelmiş beni görmeye?”
“Sadece bir hanımefendi,” dedi yüzünü kaldırınca. Ciddi kızdı. Gülümserken bile mesafesiyle beni itiyordu.
Böyle bakarsan evde kalırsın Eda çiçek. Bir tebessüm, bir gülücük yapıştır çehrene. Sanki sekreterlik yapmaya değil de ajanlık(!) yapmaya gelmişsin buraya.
Ajandasını açtım parmağımla. “Güzel bir hanım mı?” diye sordum yerimde dikleşirken.
“Bilmiyorum Hozan Bey.”
“Yalancı seni,” dedim elimi saçıma atıp düzgün olduğundan emin olurken. “Kahve yollarsın bize.” Odama doğru ilerledim. Kapıyı tıklatıp araladım. Başımı içeri soktum. “Ozan Bey’le görüşecektim. Geldiler mi acaba?”
Bir kadın ayağa kalkacak oldu. “Yok. Ben de Memet Bey’le görüşecektim. Kimse gelmedi daha.”
“Memet Bey geç gelir. Ozan Bey’le görüşeceksinizdir siz,” dedim o aralıkta durup.
“Olabilir. Bir fikrim yok.”
“Olsun. Ozan Bey’i çağırayım ben size.” Kapıyı kapattım. Kahve getirmek üzere masasından kalkan Eda’ya göz kırpıp kapımı tam açıp girdim içeri.
Kadın güzel.
Kapı açılınca tekrar kalkacak gibi oldu kadın. Beni görünce kalkamadı. “Ozan Bey’ler gelmedi mi?”
Kapıyı ardımdan kapattım. “Bey’leri bulamadım. Ozan’ı getirdim.” Elimi uzattım kadına. “Ozan Merhas.”
Kadın bir afalladı. Elini uzatacaktı. Oturduğunu fark edince kalkıp dizinin üzerine çıkan eteğini aşağı ittirip elimi tuttu sonunda. “Kafamı çok karıştırdınız. Memet Merhas’ın nesi oluyorsunuz?”
“Kardeşiyim,” dedim kadının elini bırakırken. “Oturun lütfen.”
Makam koltuğuna geçmek yerine kadınla aynı yerde olmak için tekli koltuğun ötekine oturdum.
“Memet Bey’in evinin iç tasarımıyla ilgili görüşmeye gelmiştim,” diye açıkladı kendini.
“Çok benzeriz abimle,” dedim ardıma yaslanırken. Bir ayağımın bileğini kaldırıp dizime dayadım. “Fakat kesinlikle aynı kişi değiliz. Evinin tasarımıyla ilgili hiçbir bilgim yok.”
“Memet Bey’le görüşeyim o zaman?” dedi haklı olarak.
“Çocuğunu aşıya götürdü, gelecek.” Elimi ayak bileğime koydum. “Anlarsınız ki benim görevim abim gelene kadar sizi oyalamak.”
“Çok açık oldu,” dedi benim rahat tavrımdan kendi de nasiplenip arkasına yaslanırken. “Dilerseniz size evden bahsedeyim.”
“Hiç dilemem,” dedim gülerek. “Yapılınca göreceğim nasılsa. Ama sizi bir daha görememe ihtimalim çok yüksek.” Yüzük parmakları boştu şükür ki. “Bana kendinizden bahsedin siz.”
Kadın mevzuya girişimden epey hoşlanmıştı. İsmi Seher’di. Okuduğu okuldan, çalıştığı ofisten, yaptığı işlerden bahsetti. Kahve getirdi Eda. Mimar kadın muhabbet ilerlesin diye şirketin işleri hakkında soru sordu.
“Ben sanatçıyım,” dedim şirket işlerinin sıkıcı kısmını es geçip. Kadının ilgisi artmıştı. “Hozanlık geleneğini bilir misiniz?”
“Duydum sanırım,” dedi tam olarak neyden bahsettiğimi anlamak ister gibi gözlerini kısarken.
“Duymuşsunuzdur. Türkçe Ozan ne demekse o demek çünkü.” Gülümsedi. “Şarkıcıyım anlayacağınız.”
“Ses tonunuzun hoş bir çekiciliği vardı zaten,” dedi kahvesini yudumlarken.
Bende daha ne çekicilikler var da… Dur bakalım, pas verirsen göreceksin.
“Henüz benden bir şarkı dinlemediniz,” dedim bir tık gizemle. “Beklentiyi yükseltmek istemem ama… Böylesini duymuş değilsiniz.”
“Diyorsunuz,” dedi elini ağır küpesine atıp kulak memesine okşarken. “Dinleme şansımız olmaz mı?”
“Konser takvimim biraz karmaşık.” Benim adıma şarkı söyleyen bir Taklitçi’m vardı.
“Konser harici?” diye sordu boş kahve bardağının üzerinde parmağını daire şeklinde gezdirirken.
Aha! Pas geldi. Ben bu pası karşılarım Mimar Hanım.
“Öğleden sonra ses tellerimdeki pası atmak için karavanımla gezintiye çıkacaktım aslında.” Kollarımı koltuğun iki yanına koydum. “Bana eşlik etmek ister miydiniz?”
“Karavanınızla?” dedi emin olamamış gibi.
“Müzik aletlerimin bir kısmı oradadır.” Sınırlarını keşfetmek için sınamak istedim. “Karavanımı ıssız bir yere çeker, çıkacak gürültüden endişelenmeden şarkımı söylerim.”
“Issız bir yer,” dedi bu kez tebessümle.
Gelmez miydi? “Rahatsız olacaksanız…”
“Hayır. Tam da ihtiyacım olan şey gibi geldi kulağıma,” dedi tebessümü büyürken.
Aha! Valla da bu pas gole dönecek.
Yerimde dikleştim. “Benim de kulağıma sözleşiyormuşuz gibi geldi. Ne dersiniz?”
“Bugün mü?” diye sordu elinde soğuyan bardağı masaya bırakırken.
Hemen şu an bile derdim de emin olmam gereken bir şey daha kaldı. Kalenin önü boşsa ben o kaleye topumu sürerim sayın Mimariçe.
“Evde bekleyeniniz mi vardı? Eğer öyleyse…”
“Hayır, hayır,” dedi hemen. “Çocuklar babalarında mı kalacak emin değilim sadece.”
Kalenin etrafında dolananlar var.
“Çocuklarınız mı var?” diyerek yaslandım arkama.
“Evet,” dedi elini küpesine atıp kulak memesini ovarken. “Ama boşandım. Evli değilim yani. Evde bekleyen kimse yok.”
Kaleci memnun. Kalenin önünü boşalttı.
“O halde bu akşam… Siz, ben ve karavanım diyebilir miyim?”
“Siz demeseniz?”
Gülümsedim.
Kaleye koşuyorum. Top avucumda. Kırmızı kart yok. Hakem memnun. Golü atamazsam bana da kör Hozan desinler.
Memet abim öğleye doğru gelmişti. Adam dakikti. Mimar Seher’i onun odasına yollayıp çıktım odamdan. “Eda. Mescide çıkıp biraz uyuyacağım. Mimar çıkmadan beni çaldır.”
“İmzalamanız gereken dosyalar…” diyerek kalkacak oldu yerinden.
Elimle oturmasını işaret ettim. “Beklesin.” Şu an önemli olan tek şey akşama savsaklamayacak kadar dinç olmamdı. İşler bekleyebilirdi.
Islık çalarak üst kata çıktım. Yemekhaneden bir şeyler tıkındım ayaküstü. Mescide ışığı yakmadan besmeleyle girdim. Babamın seccade stoğunun altına gizlediğim yolculuk yastığını çıkardım. “İkindi okunana kadar kimse buraya uğramaz.” Gözlerimi kapadım.
Kaç saat uyudum emin değilim, biri ayağıma vurmuştu. “İkindi okundu mu?” diye mırıldandım gözümü açmadan.
“Namazda gözün var, ezanda kulağın olacak?!” diye bağırdı babam.
Aldığım nefesi vermeden dikildim ayağa. Öyle ki sersemlikten yüzüstü olduğu gibi duvara girebilirdim. “Bavo*(Baba).” Eline uzandım. “Allah kabul etsin. Hoş gelmişsin.”
Elini öpemeden kaldırdı, sırtıma indirdi. “Benamus*(Namussuz)! Uyuma yeridir burası?”
“Estağfurullah. İstihareye yatmışım,” dedim elimi yüzümde gezdirirken.
“Bari mescitte yalan söyleme la,” dedi kapıya dayanmış Baver abim. “Ne renk gördün rüyanda?”
İstiharede renk olayını soruyordu herhalde. Valla gözüm kapalı, uyuyordum. Ne renk görecektim? “Herhalde karanlık bir renkti,” dedim gözümün ucuyla babamı yoklarken.
“Bir bok yiyeceksin demek ki,” dedi abim keyifli bir kınamayla.
“Baver!” dedi babam. Ayağını yastığıma vurdu. “De here*(De git)! İnsani heram*(Haram insan)!”
“Ser sera, ser çava bave min*(Başım üstüne, gözüm üstüne babam),” dedim, ceketimi yerden alıp kapının önünde ayakkabılarımı giydim. Uzaklaşırken bileğimdeki saate baktım. “Mele*(İmam) Allahu Ekber demeden namaza koşuyor adam. Bu nedir?”
Kolunu omzuma attı Baver abim. “Bu şirket batmıyorsa bu adamın imanından, Memet abinin azminden. Sana kalsak boku yiyeceğiz.”
“Niye bana kalıyor? Sana kalsın.” Ben hisseme yatan ham gelirden memnundum.
“Mimar niye senin odanda la?”
Merdivenleri inerken kadını hatırlamıştım. “Beni bekliyor?”
Dirseğinin arasına kafamı sıkıştırdı abim. “Ne işin var mimarla?”
“Karavanın içine piyano aldım,” dedim hemen. “Ona yer yaptıracaktım.”
“Senin uyduracağın yalana sokayım,” dedi daha da sıkarken. “Doğru söyle!”
“Kadın gitar alacakmış,” diye uydurdum bu defa. “Anlarım diye bana soracaktı.”
“Hah bu daha güzel bir yalan,” dedi boynumu gevşetirken. “İnsan ol Hozo.”
Kata inmiştik. Eda hemen ayağa kalktı. “Baver Bey, imzalamanız gereken dosyalar var.”
“Odama götür,” dedi abim kıza bakmadan. “Geleceğim.”
Eda birkaç dosyayla abimin odasına geçti tıngır mıngır. Uzaklaşmasını bekledim. “Bu kız sana yanık galiba.”
Birden koluma çaktı. “Siktir pezevenk!”
“Ne?” dedim yamacından biraz öteye giderken. “Benim suratıma bakmıyor. Seni gördü mü hep bir iş üretip odana geçiyor. Niye?”
Elini pantolonumun önüne attı da Allah’tan geriye çekildim zarar görmeden. “Şuranla düşünme bir defa da!” Alnımın ucuna vurdu. “Şuranla düşün! İşe ben aldım onu. Minnet ediyor kız.”
“Öyle olsun,” dedim. Eda’nın aramızdan Çakal abime bir ilgisi olduğunun farkındaydım. Varsın sandığım olmasındı. Vardı bir ilgisi.
Odama gidecekken seslendi abim. Durup ona baktım. “Eve kaçta geçeceksin?”
“Belirsiz,” dedim. Kızmasın diye ekledim. “Benim menajerle belki toplantım uzun sürerse sabaha doğru gelirim.”
“Eri*(Evet) Ozan Efendi. Toplantiye(!),” dedi başını aşağı yukarı sallarken. “Eve ne zaman varıyorsan var. Beni sorana gece birlikteydik de.”
“Niye?” derken şöyle bir baştan aşağı bakmıştım. “Sen nerede olacaksın?”
“İşim var,” dedi kısaca. Gülümsedim. “Oğlum valla sen benim elimde kalırsın. Aklınla düşün!”
“Temamdır abim. Bendensin,” dedim elimi göğsüme vurup. Gecesi güzel geçecek tek ben değildim demek ki. Islık çalarak odama geçtim. Kapıyı araladım. “Ozan Bey’le görüşecektim. Geldiler mi acaba?”
Mimar Seher gülümseyerek kalktı. “Ben de onu bekliyordum. Geç kaldı.”
“Siz erken gelmiş olmalısınız,” dedim içeri girerken. “Çünkü seninle akşam için sözleşmiştik.”
Hoş bir gülümsemeyle salındı karşımda. “Memet Bey’in gündemi biraz yoğundu. Hızlıca hallettik.”
“Tam bir iş adamı,” dedim kapıyı ardımdan kapatırken. “İyi oldu. Belki bana yemek ısmarlarsın?”
“Zevkle,” dedi çantasını yerden alırken.
“Araban var mı?” Başını salladı. “Ben küçük arabalardan hoşlanmam. Yemeğe senin arabanla gideriz.”
Güldü. “Farklı bir adamsın Ozan. Öyle yapalım.”
“Hemen ardından geliyorum.” Kapıyı açtım önden çıkması için. Babamla abilerimden birine mimarla çıkarken görünürsem biterdim. Kadının şirketten çıktığına emin olana kadar bekledim. Masamın kilitli çekmecesinden ne olur ne olmaz prezervatif aldım birkaç tane. İç cebime attım. Islık çalarak çıktım şirketten.
Seher cimri bir kadın değildi. Lüks bir restorana götürdü bizi. Jestini fırsatçılığa çevirmemek için kendi hesabımı ona ödetmedim. Yemek boyu konuştu. Biraz sıkkın bir kadındı. İş hayatı monoton bir süreç getirmişti yaşantısına. Eşinden de bu monotonluğun dışına çıkamadıklarından boşanmışlardı. Otuzlu yaşlarını bu şekilde sürdürmek istememişlerdi.
Kadının benden yarım yaşım kadar büyük çıkmasına şaşırmıştım. O da benim yirmi iki yaşında olduğuma inanmamıştı. Yaş mevzusunu bir daha açmamak üzere rafa kaldırdık. Restorandan çıkınca karavanımı otoparktan almak için şirkete doğru geri döndük.
Şirketin önünde Baver abimin arabasını görünce direksiyona elimi atıp u dönüşü aldırdım. “Burada bekle sen. Park et kenara.”
İnip otoparktan girdim şirkete. Bu saatte hâlâ buradaysa kesinlikle gizli bir iş peşindeydi abim. Onu bir kadınla basmayı umuyordum. Bu kadının Eda olacağını düşünüyordum.
Ses yapmamak için ayakkabılarımı çıkarıp karanlıkta odasına kadar çıktım. Kapalı kapıya kulağımı yasladım.
“Aklına yatıyor mu İbo?” diyen abimdi.
“Sen varsan varım Çakal,” diyen ses bir iki defa gördüğüm arkadaşına aitti.
İnsan şirkette kız atar be abim. Sen İbo’yu mu atıyorsun?
“Öncekiler gibi değil İbo. Sandığımızdan fazla boka bulandık. Eda’yı çıkaralım artık diyorum.”
Eda’yı nereden çıkarıyordu? Boka bulanmaktan kastı neydi?
“Eda geçen çıkmadıysa bu defa da çıkmaz abi. Geç onu. Sen nereye kadar, biz oraya kadar.”
Abim sıkıntılıydı. Aldığı nefesten belliydi. “İkna et İbo. Bir yolunu bul.”
“Çakal ben Eda’nın aşkından ölmüşüm de nikaha ikna edememişim. Sen benden ne istiyorsun be gözünü seveyim?”
Taşlar şimdi yerine oturmuştu. Eda’nın abimle tanışıklığı İbo üzerindendi. Aralarında bir şey var sanmama sinirlenmesi de bundandı.
Abimin yengesi, yengemdir. Bacımsın Eda çiçek artık.
“Lan siz hâlâ orada mısınız?” derken sinirlenmişti abim. “Nasıl kabul etmiyormuş nikahı?”
“Etmiyor işte! İnadı inat! İbo’ya gram günahı gelmiyor kardeşinin.”
Mevzulara bak. Kardeş mardeş ayağı. Benim niye haberim yoktu bunlardan?
“Nikah yoksa eve de almayacak seni!” diye bağırdı abim.
“Çakal…” dedi İbo ağır bir sesle.
“Ne Çakal? Seni nikahına almıyorsa yatağına da almayacak!”
“Oba…” dedim ağzım sırıtmaktan ayrılırken. “Kız Eda… Dilime düştün la.”
“Ne-Neden? Nasıl?” diye arap saçına döndü İbo. Bir keyiflendim. “Yoo… Alsın.”
“Orospu musun sen İbo?” dedi abim. Yakalanacak olmasam kahkahayı basacaktım. “Ya nikah kıysın sana ya da yok İbo mibo!”
Telaşlanmıştı İbo. “Çakal benim meşrebim Eda’ya geniştir. Bırak bu kadarcık da olsun alsın yamacına.”
İbo da komik bir abimizdi. Abim niye aramıza getirmiyordu? Şu Eda yenge mevzunu görüşür, eğlenirdik.
Aklıma beni bekleyen mimar geldi. Geldiğim sessizlikte indim aşağı. Ayakkabımı giyip otoparka geçtim. Benim karavan en köşedeydi. Hevesle binip çalıştırdım. Otoparktan çıktığımda mimar hanım arabasının önünde beni bekliyordu. Uzanıp yan kapıyı açtım. “Beni Ozan Bey gönderdi.”
“Adını çok sık duyuyorum şu ara,” diyerek bindi Seher. Kemerini taktı. “Nereye gidiyoruz?”
“Issız bir yere,” dedim tekrar yoklamak için. Bir şey demedi. Arabayı çalıştırdım. “Katil çıkmamdan korkmuyor musun?”
“Yanımda takip cihazı var,” dedi rahatça gülümserken. “Kardeşim Emniyet Amiri. Katil çıkmak gibi bir düşüncen varsa…”
“Hiç yoktu,” dedim kadının başından beri hiç çekinmemesinin bana olan güveni çıkacağını sanmadığımdan. Doğrudan bizim eski arsalara doğru sürdüm. Bana ne zamandan beri şarkı söylediğimi, hangi tarzı sevdiğimi sordu. Muhabbeti kurmayı bilen bir kadındı. Tek sorunu her şeyi bir şekilde biten evliliğine bağlamasıydı. Dertleşmek istediği anlaşılıyordu. Bozmuyordum. Anlatıyordu bir şeyler.
Arsaların oraya varınca aracı durdurup, farları kapadım. “Şimdi…” dedim emniyet kemerini sökerken. İki koltuğun arasından arka tarafa atladım. Müzik aletlerimin üstü toz tutmuş kutularına baktım. “İlk hangi aleti görmek istersin?”
Benim gibi iki koltuğun arasından geçip geldi yanıma. “Gerçekten müzik aletlerini kastediyor değilsin değil mi?”
Kalenin tam önündeyim.
“Neyi görmeyi istersin?”
Elini kulak memesine attı. Küpelerini tek tek çıkarıp müzik kutularının üzerine attı. “Neyin var?”
Karavanın arkasındaki yatağın önünü kapatan perdeyi köşeye ittim. “Ne istersen?” Gülümsedi istekle. Elimi uzattım ona. Davetime elini vererek icabet edecek oldu. Elimi tuttuğu gibi bedenini bedenime çekip, yapıştırdım. “Böylesi sana uyar mı?”
Heyecanlanmıştı. “Kesinlikle!”
🎻🎻🎻
Sırt çantama gereken her şeyi attıktan sonra doğruldum. Karşımda Hozan’ın afişi bana bakıyordu yine. “Salak salak gülme her şeye. Yapmak zorundayım. Herkes senin gibi ağzında altın kaşıkla doğmuyor.”
Makyaj çantamı açıp kontrol ettim eksik var mı diye. “Biliyorum dolandırıcılık gibi duruyor. Ama Çakal abin az dolandırıcı değil. Ona laf ediyor muydun?” Tüm malzemelerimin tam olduğunu görünce çantamın fermuarını çektim. “Beni hayli hayli anlayışla karşılayacaksın o zaman. Tek başıma ayakta kalmaya çalıştığımı görüyorsun.”
Çantamı sırtıma attım. “Abimle küsüm diye parasını kullanmayacağımı demiştim. Sonunda o da pes etti. Artık hiç göndermiyor. Baksana kaç hafta oldu. Aramıyor bile.”
Spor ayakkabılarımı kutusundan çıkartmak için eğildiğimde içime bir ağırlık çökmüştü. Sırt çantamla bir alakası yoktu. Abimi çok zamandır görmemektendi.
Abimin hediyesi ayakkabılarımla bakışırken çöktüm yere. Abimi özlemiştim. Annemsizliğe babamsızlığa alışmıştım da abimsizlik zorluyordu beni. Alışamazdım.
“Biliyor musun Ozan?” diye sordum ayakkabı kutusunun sökülmüş fiyat etiketine bakarken. “Abim ilk defa bu kadar çocukça davranıyor.”
Annemle babam boşandıktan sonra abimle birbirimize kenetlenmiştik biz. O Merxas konağına şoför olmuştu. Beni yamacından ayırmadan okutmak istemişti. Bizim küslüklerimiz bazen kısa bazen çok uzun sürmüştü. Uzun sürmeler hep annemin yanına gittiğimde görüşememektendi. Merxas konağına döndüğümde niye küstüğümüzü bile unutmuş olurduk. Biz hep günün birinde barışmış olurduk.
“Geçen attığı mesajdan sonra ararsam barışırız sanmıştım. Küçüğüm ya ilk adımı benden bekliyorsa diye aradım işte. Açmadı. Çocuk gibi davranıyor.”
Bu bizim en uzun ikinci küslüğümüz olmak üzereydi. Neredeyse beş altı ay olacaktı. Aramalarıma dönse ben bitirecektim küslüğü de belli ki o bitirmek istemiyordu.
Hozan’ın her daim gülümseyen afişine baktım. “İnsan kardeşine hayallerinin peşinden gitmek istiyor diye küser mi?”
Şarkı söylemeyi ne kadar sevdiğimi biliyordu abim. Beni en çok destekleyenlerden biri olmuştu hep. Ta ki büyüyüp mekânlarda şarkı söylemeye geçinceye kadar. Kız kardeşinin geceleri sahneye çıkmasını istemiyordu başta. Artık gündüzleri istediğini de düşünmüyordum. Ona göre ya onunla mutlu mesut yaşayacaktım ya okuyup elime gelen mesleği kabul edip çalışacaktım.
“Abimin ne kadar iyi niyetli olduğunu biliyorum Ozan. Ama beni şu an sadece sen anlarsın.” Elimi şakaklarıma dayadım. “Bu kafa test kitaplarına boğulup memur olamaz. Bu kafanın içinde periler uçuşuyor. Hepsinin dilinde başka bir türkü. Dans ediyorlar zihnimle. Düşler kurduruyorlar bana.”
Mümkün değildi beyaz yakalı biri olmamın. Kazak giyince bile boynum kapanıyor diye nefes alamazdım ben. Ne renk olursa olsun yakalarımı ilikleyemezdim.
“Kabullenecek bir gün, biliyorum. Abim kabullenene kadar ben de kendi adımla sahnelerden indirilmeyen bir sanatçı olmuş olurum. Değil mi Ozan?”
Asalak gibi gülüyordu afişteki Hozan. “Pardon. Bu saatte senin aklın değil başka bir tarafın çalışıyordur.” Kim bilir hangi kadının kollarındaydı. Hüznümü dağıttı ona olan sinirim. “Ne diyeyim? En hayırlısı iş üstündeyken cır cır olup rezil rüsva altına sıçman olsun.”
Kapımın kilidini açıp elimde ayakkabılarım, sırtımda çantamla çıktım. Ezgi’ye günübirlik yokluğumu haber etmek için odasının kapısını araladım.
Belden altını örten örtüyle Orkun’un yanında iç çamaşırlarıyla yüzüstü yattığını gördüğümde kapıyı sessizce geri kapattım. “İnsan kapısını kitler! Abdestsizler!” diye bağırdım içeri. “Ben gidiyorum.”
“Nereye?” diye soran sesimle ayılan Orkun’du.
“Annemin yanına,” diye uydurdum. Ne yaptığımı bilmelerine gerek yoktu. İzmir’den Batman’a kadar gidip gelecektim sadece.
Eşyalarımı alıp kazanacağım paraya güvenerek taksi çağırdım. Terminale kadar kayıt cihazımdan söyleyeceğim şarkıları ayıkladım. Terminale varınca Batman’a giden ilk sefere bilet alıp otobüse bindiğim gibi kulaklığımı takıp ezberimden şaşmamak için şarkıları tekrara alıp gözlerimi yumdum. Bir ara uyumuş olacağım bacağıma birinin dokunduğunu hissettim. İrkilerek gözümü açtığımda yanımdaki adamın gözleri kapalı, etrafımızda bana dokunacak başka kimse yoktu.
Müziği durdurup, gözlerimi tekrar kapattım. Biraz vakit geçip yanımdaki hareketliliği hissedince adamın uyumadığına emin olmuştum.
Gözlerimi açmadan mırıldandım. “Ben yapmadım.” İçimi çektim ağlayacak gibi. “Ben öldürmedim.” Sızlanır gibi yüzümü koltuğa sürttüm. “Yanlışlıkla… Öldü mü? Ha?” Bir anda çığlık atarak açtım gözlerimi. Otobüste uyuklayan herkes şaşırmıştı çığlığıma. Yanımdaki adama baktım. “Polis mi geldi?”
Adamın gözleri ardına kadar aralanmıştı. “Ne polisi?”
“Polis yok,” dedim kısık sesle. İşaret parmağımı dudağıma bastırdım psikopat bir bakışla etrafımızı süzerken. “Batman’a varana kadar uyuyacaksın. Polis yok!”
“Deli misin, nesin?” diyerek yanımdan kalktı.
“Dikkatli git!” dedim ardından. Daha şafak sökmemişti. “Etraf katil kaynıyor. Hareketlerine dikkat et!”
Adam en öne gidip şoföre bir şey dedi. Otobüs adamı indirmek için kenara yanaştığında boşalan yere bacaklarımı uzatarak sırtımı cama yaslamıştım. Hiç değilse rahatça uyuyacaktım.
İnen adama el salladım garip bir sırıtışla. “Ne diyeyim senin için de en hayırlısı gece vakti kendi niyetinde birine denk gelmek olsun.” Gözlerimi kapatıp müzik çalarımın tuşuna bastım.
🎻🎻🎻
“Hiç göründüğün gibi biri değilmişsin Ozan,” derken çıplak bedenini çarşafa dolamış, oturduğu yerden bana bakıyordu Seher.
Gün doğmak üzereydi. İkimiz de rahatlamanın verdiği yorgun bir sarhoşlukla sızmalıydık. “İltifat saymalı mıyım?”
“Kesinlikle saymalısın,” dedi ayaklarını bacaklarımın üzerine uzatırken. “Uzaktan tam bir kadın avcısı gibi görünüyorsun. Yakışıklı olduğunun farkında, bunu kullanmada usta gibisin.” Ayak parmaklarıyla okşar gibi gezindi uyluklarım üzerinde. “Ama karşındakini dinlemeyi, şakaya vurup güldürmeyi iyi biliyorsun. Niyetin belli, karşı tarafın rızasını bekliyorsun. Rızayı alana kadar da kendini nazikçe sevdiriyorsun.” Memnunca gülümsedi. “Yatakta bonkörsün. Partnerinin ihtiyaçlarını görmezden gelmiyorsun.” Başını ardına yasladı. “Yirmilerimin başında sana denk gelseymişim sırılsıklam âşık olurmuşum.”
“Aman diyeyim,” dedim ellerimi başımın altına koyup yastığı yükseltirken. “Aşk dediğin gün doğana kadar. Fazlası elem ve keder.”
“Bize olan da belki buydu,” dedi. Yine eski kocasından bahsedecek gibiydi.
Başımı kaldırdım. “Eski kocana hâlâ aşıksın, farkında mısın?”
“Ama o âşık olduğum zamanki adam değil işte.” İçini çekti. “Evlendikten sonra değişmeye meyilli bir yapınız var. Neden?”
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Hiç evlenmedim.”
“Hiç evlenme de,” dedi gülerek. “Tabii doğru kişiyi bulmadıysan.” Yine aklına eski kocası düştü. “Ya da doğru zamanda değilseniz. Ya da…” Bana baktı. “Pek çok şeyin doğru olması gerekiyor Ozan. Anlatabiliyor muyum?”
“Kesinlikle,” dedim. “Bir ömür neden evlenmemem gerektiğini anlatıyorsun değil mi?” Güldü. “Yıkanmak istersen…” dedim, yanımızda tek kişinin sığabileceği küçük alanı gösterdim. “Klozetin üstünde duş başlığı var. Su deposu tam dolu olmalı. Yarısını bana bırakırsan sevinirim.”
“Sana değilse bile karavanına âşık olacağım,” diyerek geçti kabine.
Sırayla yıkandıktan sonra onu arabasının olduğu yere bıraktım. Tekrar buluşma sözünü alıp ayrıldığımda keyfim yerindeydi. Konağa sürdüm. Islık çalarak girdim içeri.
Kerem avluda ışıklı ayakkabılarıyla koşmaya çalışıyor, ara ara düşecek olup eliyle yerden destek alıp doğruluyordu. Yanından çekerken poposuna vurup yere düşürdüm.
“Hozan!” diye bağırdı yengem.
“Zühre Hanım günaydın,” dedim kucağındaki Mir’i çekip alırken. Yeğenimin o müthiş bebek kokusunu çekerek öptüğümde keyfim katlanmıştı. “Karnındakini çabuk doğur da seri üretime geçin.”
“Tövbe estağfurullah,” dedi utanarak. Elimi yazmasının üstüne basacağımda beni itti. “Nereden geliyorsun?”
“Abimle gece muhabbetini abartmışız.” Mir’i teslim ettim. “Bana birkaç gömlek ütüleme ihtimalin yüzde kaç?”
“Birkaç gömlek?”
“Batman’a gideceğim bi’. Yarına dönerim de yedek olsun.”
Şaşırmadı. “Ne var Batman’da? Baver de oraya gidiyor?”
“Batman’a?” dedim emin olamayarak. Başını sallayınca ona sormak yerine direkt yukarı çıktım. Kapıyı çalmadan girdim abimin odasına.
“Hayvan!” dedi pantolonunu yukarı çekecekken. Beni tek görünce geri bıraktı.
İçeri girip yatağın üstündeki el çantasına baktım. “Yolculuk Batman’a mı?”
“Heee,” dedi yatağın üstündeki takımın altını çekerken. “Bizim Bülbül oraya bilet almış. Birkaç saate varmış olur.”
“Buldun mu sonunda?” dedim yatağa otururken.
Bülbül dediğimiz rahmetli şoför Ferhat abinin kardeşi Nalin’di. Kıza abisinin ölümünden beri yardım edeceğiz diye ulaşmaya niyetlenmişti abimler. Nerede olduğunu bulmak başta benim görevimdi. Başımıza gelen belalardan bir türlü tam ilgilenememiştim. Bir yandan Bülbül bir yandan Taklitçi derken ikisini de hanemizin sıkıntıları dinene kadar sonraya ertelemiştim. Bulamadığımı duyan Memet abim sinirlenmiş, Çakal abime devretmişti kızı.
“Senin bulamadığını dediğin günün ertesi arkadaşa buldurmuştum yerini de kız sahiden kuş gibi. Yerinde durmuyor. Daldan dala mübarek. Gönderdiğim adamlar varana kadar tüymüş oluyor.” Pantolonunun önünü iliklemeye çalıştı. Kapanmadı.
“O benim değil mi?”
Dönüp aynadan pantolonun kalçalarına nasıl yapıştığına baktı. “Ulan Zühre! Hâlâ ayıramıyor kıyafetlerimizi.” Pantolonu düşürüp ayağının ucuyla üstüme attı. “Göt malafat ortada gezecektik.”
“Her kızın hayali,” dedim ayağa kalkarken. Kendi pantolonumu düşürdüm. “İç çamaşırı da versene.”
“La siktir!” dedi dolabından çıkardığı baksırı suratıma atarken. “Cenabet mi geldin eve?”
“Yıkandım valla.” İç çamaşırımı indirip gömleğimle önümü kaparken attığı baksırı geçirdim altıma. Abime olmayan pantolonu giydim. Tam olmuştu. “Abim şu gece yemelerinden kıssan mı biraz?”
“Götten değil Ozan Efendi,” dedi üstten üstten. “Bizim farkımız çükten.”
Güldüm dediğine. “Yemin et?”
Dolaptan aldığı pantolonu giydi altına. Gömleğini çıkarmadan takımın üstünü askıyla aldı. “Kâbusun olurum Hozan. Uza abim.” Banyoya geçip kapıyı kilitledi.
Kahkaha attım ardından. “Ya abi!” Gömleğimi çıkarıp yatağın üstündeki takımı giydim. Abim içeriden giyinik şekilde çıkmıştı. “Ne şovcu adamsın la?”
“Konuşma la!” Valizi aldı yatağın üstünden. “Abimler sorarsa Bülbül’le dönecek dersin.”
“Ben de Batman’a geliyorum. Bekle. Birlikte gidelim,” dedim aynadan kendime bakarken. Takımın gömleği biraz sıkmıştı da kaslarımı belli ediyor diye iyi bile gelmişti.
“Ayrıl la götümden!” dedi abim çantayı kollarından tutup omzuna atarken.
“Yok ya. Şu Taklitçi işini demiştim ya…” derken dağınık saçlarımı iyice dağıttım. “Onun için geliyorum. Canımı sıktı puşt.”
“İndirelim oğlum,” dedi tek elini cebine sokup.
“Yaşı küçük herhalde.”
“Dövdürelim oğlum.”
“Ben bi’ yüz yüze konuşayım da.” Laftan anlamaz, şeklimizden korkmazsa döverdik.
“Konuşturalım oğlum,” dedi kapıya çıkarken. “Çok süslenme. On dakikaya kapıda ol.”
“Rujumu tazeler çıkarım aslanım,” dedim peşinden odadan çıkarken.
Dönüp vuracak gibi dirseğini kaldırdığında gülerek odama kaçmıştım. Hızlıca gerekli eşyaları valize tıkıştırıp indim aşağı. Yeğenleri öptük sırayla. Babamlara da Bülbül’ü getirmeye gidiyoruz deyip çıktık konaktan.
Abimin arazi aracına binmek daha nasip olmamıştı bana. Duruşunun asaletine bakarken canım çekmedi değil. “Allah’ını seversen ben süreyim?”
“Abdest aldığına yemin et?” diye sordu anahtarı vermeden.
Güldüm. “Yeminle.” Anahtarı attı. Aldığım gibi direksiyona geçtim. “Batman yolcusu kalmasın!” Kornaya bastım.
“Görgüsüzlüğünü bu kadar belli etme,” dedi yan koltuğa oturup araladığı camdan dışarı tespihli elini çıkarırken. “Tanıdık görürsen de asıl kornaya. Eğlenelim.”
“Emredersin başkan,” dedim, gaza asıldım. Araba canavar gibiydi. Kükreyerek yola saldırdı. “Üf!” dedim aklım yerinden çıkarken.
“Maşallah de lan kenafir gözlü. Dönüşümüz olmayacak.”
Başımı abimin omzuna yasladım. Çocuk gibi baktım. “Anahtarı arada versene sevabına.”
“De git,” diyerek itti kafamı.
Demek ki verecekti. “Kral abim!” dedim ardıma yaslanırken. Sırıttığını gördüm. “Aslan abim! Çakal abim!”
“Temam la bebe,” dedi eliyle sakalını memnunca sıvazlarken. “Taklitçi’yi bulup, Bülbül’ü alalım. Bakarız.”
“Bakışına kurban lan senin.”

🎻🎻🎻
Nasıl? Özlemiş miyiz Merxas’ları? 🥹
Peki Bülbül’ü tanıdık mı biraz? Sevelim bu garibanları 🤍
Görüşmek üzere Bülbül 🐦

Zelal, bawer ,xezal ve hozan çok özledim:)
Ulan hozan efendı sen gorursun gece askını
Pek ozlemısız
Kız zelal baban kapıdan gecıyor o dedıgın nedır agız arıyor dıyecekler
Pesıne dusselerde oldurmek ıcın degıldır heralde baverden bı tırsıyorum da bakalım bakalım
27.10.2025 <3
yavşak orkun
bu aç köpeklerin karşısında kırıtma zaten
senin Allah belanı versin haysiyetsiz
bu ezgi buraya nasıl girdi yaa ne ayak bu ezgi
o seni unutalı çok oldu ama isteuerek unutmadı ki
kudur ayşen hatta mümkünse geber
nerden bildin kııız
Allah seni de islah etsin seher
aynen aynen ibo üzerinden aynen
lan salak abinin yengesi senin karın olacak belki niye öyle diyon
pislik Allah’ın belası
yav aşık olduğun bir adam varken nasıl başkasıyla beraber olabiliyorsun pis gacı
bülbülle taklitçi aynı bavercim yakın zamanda anlarsın zaten