AG 13 PART 2

Yıkadıklarımı biraz sonra asmak üzere bırakıp, üstümdeki ıslak kıyafetleri değiştirmiştim. Her ne kadar kimseye görünmek istemesem de zaten yarının bugünden kat be kat kalabalık olacağı geliyordu aklıma. 

Giydiğim elbiseyle aynı renk karışık desenli bir yazmayı başıma geçirip çıktım odadan. Oturma odasına yaklaştıkça bedenimi bir kasılma aldı. Odada Sosin Hanım’la Halime Hanım vardı. İkisini zaten görmek istemiyordum. Bir de Memet’in teyzesi gelmişti. 

Beni sevmiyorlardı. Beni hiç sevmeyeceklerdi!

Yine de hiç değilse hoş geldin demek zorundaydım. Oturma odasına doğru attığım adımlarımı hafifçe mutfağa çevirdim. Aslında amacım ilk kızlarla denk gelmekti. Eskiden bir bayram öncesi temizlikte birkaç kez Nuşen’e yardım ederken karşılaşmışlığımız vardı. Aramızda kötü bir şey geçmemiş, kız kıza sohbetlerine kısa eşlikler bile etmiştim. Buna binaen bana selam vereceklerini, bir parça üzerimdeki gerginliği alacaklarını düşünmüştüm. 

Oturma odasıyla mutfak arasındaki duvara yaklaştığımda konuşma sesleri kulağıma dolmuş, ayaklarım kendiliğinden durmuştu. 

“Eee… O da hemen koşup Memet abiye geldi diyorsun yani?”

“Hem de ne gelmek?” diye karşılık veren Zelal’di. “Valiz yapmış utanmadan.”

Yanılmıştım!

Suratıma öyle soğuk bir rüzgâr çarptı ki kaskatı kesileceğimi sandım. Benim hakkımda konuşuyorlardı.

“Yollasaydınız hemen,” dedi aralarından biri. “Kapıyı bile açmayacaktınız aslında.”

“Ben duysaydım sesleri en başta. Açar mıydım hiç?”

“Kim açtı kapıyı?”

“Abim,” dedi Zelal hoşnutsuzca. “Tuttu eve soktu.”

“Memet abi de dünden razıymış,” dedi uzakta oturan biri. “Baksana nikahı bile çat diye basmış.”

“Ne demek hazırmış?” diye yükseldi Zelal. “Abim o kadını eve ne diye alır, hiç düşünmüyor musunuz?”

“Ne diyeymiş?”

“Sırf kocası bizimkilerle öldü diye. Kucağında yetim kalmış çocuğu için. Ayrıca öksüz kalmış Mir için. Yoksa akıl var mantık var. Abim o kadının yüzüne bile bakar mıydı?”

Çehremi öyle acımasız bir rüzgâr sarmıştı ki buz kesecekti tenim. Yüzüm parça parça yırtılacak, tenim lime lime dökülecekti yerlere. Benim ardımdan nasıl böyle konuşurlardı? Ben onlara ne yapmıştım?

“Şimdi nikah kıyıldı değil mi? Artık kalıcı diyorsun?”

“Kıyıldı nikah, kıyıldı da…” diye uzattı Zelal sözü. “Kalıcı mı orası belli değil.”

“Nasıl yani?” diye sordu bana kapının bile açılmamasını söyleyen kız.

“Allah aşkına abim ne kadar tahammül edebilir böyle birine? Çocuklara baksın, biraz büyütsün. Sonra gözü onu görür mü?”

“Boşar mı diyorsun?” diye heyecanla atladı bir diğeri.

“Hani öyle de demedi ama…”

“Ama ne?”

“Memet abi genç,” dedi sanıyorum benden en hazzetmeyen kız. “Daha çocuğu olsun ister. O zaman ne olacak? Üstüne kadın mı getirir diyorsun?”

Kalbim tıkılı kaldığı yerde kasıldı. Göğüs kafesimin korumak için çevreleyen kemikleri büküldü. Bir darbe daha üzerine çökse, kalbime saplanacaktı her iki yandan. 

“Getirse hakkı,” dedi biri. Artık seslerin hangi kıza ait olduğunu ayırt edemiyordum. “Sen kalk sözleştiğin adamı senelerce kendine aşık et, bağla. Sonra hop başkasıyla nişanlan. Evlen, üstüne çocuk yap. Kocan ölünce de kırkı çıktığı gün koşa koşa bıraktığın adama geri dön. Ayıp yani! İnsanda biraz utanma olur.”

“Memet abi iyi yürekli yine,” diye katıldı ona biri. “Valla kim olsa çeker vururdu daha evlenmeden o kadını. Memet abi eyvallah deyip yoluna baktı. Yürekli adam. Şimdi ortada kaldı diye kadını evine aldığı yetmedi, nikah basıp himayesine de aldı.”

“Çocuğu niye kabul etti ki?” dedi sona kalan. “O kadarını nasıl kabul etti? Gitmiş başkasından çocuk yapmış, gelirken bari onu getirmeseymiş. Mecbur mu bu adam senin ölmüş kocandan kalanı büyütmeye? İnsanın zoruna gider bir kere. Çocuğa bakınca gözünün önüne gelir bir kere. Tövbe estağfurullah.”

Yanlarına varıp suratlarına vurmak istedim. Bunlar nasıl sözler, nasıl düşüncelerdi? Nasıl utanmadan dillendirebiliyorlardı?

İnsan, insanın canını nasıl bu denli yakabilirdi?

Yanlarına gidemedim. Aksine adımlarım geriye gitti. Daha fazlasını dinleyemezdim. Daha fazlasını dinleyecek mecalim yoktu. Daha fazlasına susamazdım. 

Odaya dönmek için ardımı döndüğümde Memet’i gördüm. Kucağında Kerem vardı. Kızgın görünüyordu. Mutfağa doğru bakıyordu. Kızların sesi gelmeye devam ediyordu. 

“Bir de Şiyar abinin mekana gitmişler. Baştan aşağı alışveriş ettirmiş kendine. Dün bir bugün iki,” diyordu biri.

“Görmemişin hâli bir başka oluyor,” dediğinde hepsi birden gülmüşlerdi. 

Seslerini Memet de duymuştu. Bana söylenenleri duymuştu. Hakaretleri duymuştu.

Bu kadarını hak ettiğimi düşünüyor musun Memet? Sen de bize baktığında bunları görüyor musun?

Memet’in gözleri beni buldu. Bulanık mavileri birbirine girmişti. Yüzüme o da bir şeyi anlamak ister gibi bakıyordu. Zoruma gidip gitmediğini görmek istiyordu. 

Zoruma gitmişti. 

Gözlerimin dolacağını anlayınca bakışlarımı ondan çektim. “Kerem’in…” dedim ama sesimi bulamadım. Boğazımı temizledim kısa bir öksürükle. “Kerem’in uyuması gerek.”

Oğluma uzanıp aldım kucağıma. Kimseyi görecek hâl bırakmamışlardı bende. “Teyzenlere yarın selam veririm. Olur mu?”

Başını olur anlamında salladı. Yanımdan geçtiğinde onun mutfağa gideceğini anlamıştım. Ardından seslendim. “Memet. Mir’i de getirsene uyutayım.”

“Salonda,” dedi mutfağın önüne doğru giderken. 

Kızlarla konuşsun istemedim. “Memet,” diye seslendim bir kez daha. Durdu. “Ağlamasın. Sen getir. Olur mu?”

Bana doğru dönmedi bedeni. Sadece yüzünü çevirmişti. Baktı. O baktıkça bastırmaya çalıştığım ağlamam gözlerime dolup ıslatacak oluyordu. “Mir’i getir,” dedim Kerem’i kendime yaslarken. 

“Tamam,” dedi bu kez. Mutfağın önünden çekildi. Daha fazla beklemeden kendimi misafir odasına attım. 

Kapıyı kapadığım gibi bir dalga geçti bedenimden, boğazıma dek yükseldi. Gözlerime birkaç damlası ulaştı, kirpiklerime asılıp yanaklarıma damladı. 

Hiç gelmemeliydim. Bu konağa, bu insanların yanına, Memet’e. Bir kez gitmiştim. Hiç dönmemeliydim. Beni kimse kabullenmeyecekti. Ev halkı bile kabullenememişken dışarısı daha az tepki vermeyecekti. Kimse beni kabullenmeyecekti!

Kabullenmelerini mi istemiştim? Ben sadece mecbur kalmıştım. Kimse görmüyor muydu? Hayatım Memet’ten gidip ona dönmekten mi oluşuyordu? Öncesi neydi? Sonrası neydi? Ne gelmişti başıma? Ne yaşamıştım? Mecburiyetimin adı neydi? 

Neden bunları kimse konuşmuyordu? Madem konuşmaya hakları vardı, neden doğrusunu konuşmuyorlardı? Böylesi daha mı kolaydı? Daha kolay olduğu için mi beni baştan aşağı haksız çıkarıyorlardı? O kadar kötü müydüm ben?

Elimi yanaklarıma vurdum. İçimdeki dalganın birkaç damlasını bile dökmemeliydim. Memet gelecekti şimdi. Birkaç söze ağladığımı görsün istemedim. 

Birkaç söz, ağlatacak kadar ağır olmak zorunda mıydı?

Kerem’le yatağa doğru ilerledim. Oturduğum gibi oğlumun altını kontrol ettim. Pislememişti. Emeklesin diye yüz üstü çevirdim. Kapı açıldı. Memet Mir’le gelmişti. 

Kapıyı ardından örtüp yatağa doğru geldi. Mir’i ondan aldım. Karşıma oturmuştu. Mir’in bezinin doluluğunu anlamamak imkansızdı. Yandaki çekmeceye uzanıp bezle ıslak mendil alıp döndüm. 

Kerem yatağın ucuna dek gitmişti. Ben Mir’i bırakmadan Memet uzanıp yanımıza çekti. Kerem tekrar uzaklaştığında onunla ilgilenecek gibi bakıyordu. Mir’e dönüp altını çıkardım.

“Konuşmamız gerekenler var,” dediğini işittim. Mir’in bezini açtım. “Çocuklarla ilgili. Bazı şeyleri konuşmak gerek.” Islak mendille pislediği yerleri sildim. “Senin söylemek istediğin bir şey var mı?”

Kirli bezi katlarken sordum. “Ne gibi?”

“Çocuklarla ilgili,” dedi yine. 

“Çocuklarla ilgili ne Memet?” Temiz bezi serdim Mir’in altına. “Senin söylemek istediğin bir şey varsa de.”

“Denk olsunlar,” dedi. “İkimiz için de.”

“Öyleler,” dedim tereddüt bile etmeden. “Mir ne zaman bende olsa Kerem’e el atıyorsun,” dedim Kerem’i ayak bileğinden tutup çeken Memet’e bakarak. 

“Her şeyde denk olsunlar,” dedi Memet. Bana bakmıyordu henüz. “İlgide, alınacak kıyafette değil sadece. Neye ihtiyaçları varsa. Denk olsunlar.”

“Öyleler,” dedim. Ekledim bu sefer. “Benim için.” Memet şimdi bakmıştı bana. “Mir senin oğlun. Bir bebek. Çok güzel bir bebek. Benim onu sevmemem için hiçbir neden yok.”

Sen Kerem’i nasıl görüyorsun Memet? Benim oğlum mu sadece? Yoksa İshak’a benziyor diye onda hep İshak’ı mı göreceksin? 

“Benim için de öyle,” demekle yetindi. Kerem’e uzanıp çekti yine. “Herkes için böyle olmalı.”

Mir’in bezini takıp altını giydirdim. Kirli bezle banyoya geçip çöpe attım. Elimi yıkayıp geri döndüğümde Kerem’i Memet’in kucağına oturmuş gördüm. Mir’e doğru eğilmişti. Dokunmaya çalışıyordu. “Çizer, dikkatli ol.”

“Tutuyorum.” 

Yanlarına varıp eski yerime oturdum. Kerem’in eli Mir’e çok yakındı. Elini geriye çektirdim. “Cız.” Kerem yine elini uzattı. “Cız, oğlum. Acıtırsın. Elleme. Cız.”

“Kıhtan anladı. Cıza geçtin,” dedi Memet. 

Ona baktım. “Ne?” Kerem’in elinin ulaşacağı yerden geriye çektim Mir’i. Elleyemeyince ağladı. “Sabır,” diyerek sussun diye Kerem’in elini tutup Mir’e değdirdim. “Oyuncak değil. O da senin gibi bebek. Kardeş,” dedim elini Mir’i sevmeyi öğrensin diye üzerinde gezdirirken. 

Bir bebeğin diğer bebeği sahiplenmesi için kardeş derdik hep. Bugün bu sözün altı boş değildi. Kerem’le Mir kardeş olacaklardı. Olabilecekler miydi?

“Yıkayacaktın çocukları.”

Mir acıkmaya başladığını ağzına sıkıştırmaya çalıştığı eliyle belli etmeye başlamıştı. Onu kucağıma doğru çektim. Memet, Kerem’i geriye çekip kucağına oturttu. 

“Üşürler şimdi. Sabah yıkarım. Ev kabalıkken uyumuş olurlar. Daha iyi.”

“Telaşede yıkayamazsın. Kızlardan yardım al.”

Kimseden yardım istemeyecektim. Zaten yardım da etmezlerdi. “Alışkınım ben.”

“Xezal’dan yardım al,” diye düzeltti. Başımı salladım sadece. “Zelal’i de uyaracağım,” dedi biraz sonra. 

Mir biraz sonra ağlayacak gibiydi. Tutuşumu değiştirdim. “Ne için?”

“Dili fazla uzun bu ara.”

Kerem, Memet’in saatiyle oynuyordu. Saatte tuttum gözümü. Bir şey demedim. Mir’i emzirmem gerekti. Memet ardını dönecek miydi?

“Kötü bir kız değil,” dedi saatini Kerem için sallarken. “Kadınların etkisinde kalıyor.”

“Herkes kendi aklını kullansın, yeter,” dedim Mir mızırdanınca bir kez daha tutuşumu değiştirerek. Memet’e baktım kısa bir aralık. Emzireceğimi anlamamış mıydı? Yoksa dönmeyecek miydi?

Biz nasıl bir evliliğin içinde olacaktık?

Anlamamış olması ihtimaline karşın Mir’i yatağa bırakırken konuştum. “Açsın, biliyorum. Bir saniye bekle.”

Memet ayağa kalktı. Kerem’i tek koluna oturtur gibi kendine yaslayıp pencereye doğru ilerledi. Bana mahremiyet gösterecekti. 

Elbisemi sıyırıp göğsümün ucunu çıkardım. Mir’i alıp doyurmaya başladım. Memet perdenin ucundaki taşlara tıklatıp Kerem’i oyalarken ben onları izledim. 

Güzeldi. Memet’in kucağında bir oğul. Benim doğurduğum bir oğul. Güzeldi. Benim sahip olmayacağım kadar güzel. 

Gözlerimi onlardan alamadım. Nasılsa göremeyecekti. Buna dayanarak bakabildiğim kadar bakmak istedim. Memet’le konuşmayı özlemiştim. 

Memet’li günleri özlemiştim. 

Nefesim sekteye uğradı. Ağlayabileceğimi hissettim. Çok ağlayasım gelmişti. Hakarete uğradığımda bile tutabildiğim göz yaşlarım Memet’e olan özlemime dayanamayacak gibiydi. 

Oysa karşımdaydı. Aynı odadaydık. Yan yana bile uyumuştuk. Birbirimizin çocuklarına bakabiliyorduk. Hep birbirimize bakamadığımızdan!

Özlem içimde büyüdü. Memet’i özlemişti on yedisindeki Zühre. On sekizindeki Zühre biliyordu özlemin ne olduğunu, on dokuz iyi öğrenmişti. Yirminin canından can çekmişlerdi. Yirmi bir boyun eğmişti. Ama o on yedisindeki Zühre için Memet’i bu şekilde özlemek çok ağır olacaktı. O Zühre on altısında üç aylık uzaklığa bile ağlamıştı. Bir odanın içindeki bunca uzaklığa nasıl dayanacaktı ki?

O Zühre özlüyordu işte. Bu kadar yakınken Memet’le iki güzel sohbete bile hakkı olmamasını kabullenmezdi. Üzülürdü. Ağlardı.

Ağlayamazdım. Mir’i emzirirken üzerine ağlayamazdım. Bebeklerin üzerine ağlanmazdı. Anlarlardı. 

Üzüntümü anlamasın diye onunla konuşacaktım. Parmağımı hızlı emişleriyle dalgalanan yanağında gezdirdim usulca. Bulanık mavileri beni buldu hemen. 

Memet’in mavileri. Çok güzeldi. 

“Bugün çok gezdin,” dedim parmağımı burnunun ucuna çıkarırken. “Yorulmadın mı hiç?”

“Çok değil. Ama yorulduysan sen yat,” dedi Memet.

Dudaklarıma bir gülüş çıktı ama sezdirmedim. Sanırım Memet çocuklarla konuştuğumu gerçekten de ayırt edemiyordu. Oysa normal konuşma sesimi kullanmıyordum. Biraz şefkat, biraz muziplik katıyordum. On yedisindeki Zühre gibi. 

Memet’in en iyi tanıdığı Zühre gibi. 

“Bana demedin yine,” dediğinde gülümsemiştim. 

“Yorucu bir gündü.” Ekledim. “Bunu sana dedim.”

“Yat, dinlen.”

Sen de yorulmadın mı Memet? Konuşsana biraz benimle. Özlemi dinsin on yedisindeki Zühre’nin. Söz, ben yatacağım. Konuşsan ya biraz benimle.  “Çocuklar uyusun yatacağım. Mir’in gözleri kayıyor zaten.”

“Kerem’in gözleri açık daha.”

Güldüm. “Kerem o kadar çabuk uyumaz zaten. Akşamüstü uyuttum ya.” Kerem yere inmek için hareketlenmişti. “Ellerinden tutarsan adım atmak istiyor.”

Kerem’i yere indirdi. Ellerinden tuttu. Memet neredeyse ikiye katlanmış gibi görünüyordu. “Ayakları acımaz mı?”

“Neden acısın?” diye sordum gülecek bir sesle. 

“Bir çorap giydirseydin. Üşümez mi?”

Kerem’in çıplak ayaklarına ilişti gözüm. Gülümsemem benden koptu, uzak bir anıya attı kendini. O anı canımı yakacaktı. Kaçmalıydım. “Öne doğru yönlendir de adım atsın. Ayağını kaldırıp indirmesine teşvik etmiş olursun.”

Dediğimi yaptı. Kerem ağzı aralık adımlarını izliyordu. Salyası boyun kısmına doğru ip gibi süzülüyordu. Mutluydu. Ağzını kapayamayacak kadar mutluydu. O mutluysa ben de mutlu olacaktım. 

“Kerem’i Çakal’la yalnız bırakmamaya çalış.”

Dediğini anlamlandıramadım. “Neden?”

“İki saatte yürümeyi öğreteceğine dair iddiası var. Yeterli mi?”

Baver bu konuda beni ürkütüyordu. Bebek hijyeni, bakımı, kontrolü denilen şeylerden bihaber davranıyordu. Yetişkin insan hoyratlığını kenara bırakmıyordu. Yüreğim hop oturup hop kalkıyordu bir şey olacak diye. “Yeterli,” dedim inançlı bir sesle. Mir’in terleyen alnını sildim. Konuşurken bende dolanan gözlerinin üzerine eğilip bir öpücük kondurdum. Memet’le Kerem bizden tarafa dönmüşlerse de Memet eğik duruşuyla sadece Kerem’i görüyordu. “Çok değişmiş,” dedim. Ekledim. “Baver.”

Konuşma isteğim dinmiyordu. Üzgün olan yanımı bastıracak olan özlemi tatmin etme bahanesi beni bu yola sevk etmişti. Ama konuşmak istiyordum. Memet’le biraz konuşmak. Sonra uyuyacaktım. Söz vermiştim. 

Konuşma devam etsin diye sormasını bekledim. Sordu Allah’tan. “Nasıl değişmiş?”

“Babana benzemiş sanki. Büyümek yakışmış ona.”

“Yanlış görmüşsün. Aynı kurreder.*(zıkkımın kökü)”

Gülümsetti beni. Aynı kurreder değildi. O da farkındaydı. Aynı çocuksuluk, aynı çakallık bakiydi. Hatta gelişmişti. Ama bir parça olgunluğu da giymişti üstüne. Gönül koymayı iyi biliyordu mesala. Bana kırgındı. Öfkeliydi. Ama kuzenleriyle yemeğe gittiğimizde beni saydığını belli etmek için Yenge Hanım demişti. Kendi kırgınlığını dışa göstermiyordu. İnsan içinde beni kırmıyor, ezmiyordu. Güzel büyümüştü.

“Hozan ise giderek sana dönüşüyor.”

Yüzünü kaldırdı. Dediğime şaşırmış, bir saniyeliğine bana bakacak olmuştu. Sonra hemen emzirdiğimi hatırlamış, bakmadan indirmişti yüzünü. Kerem’in minik adımları yüzünden henüz odanın yarısına ulaşamamışlardı bile. 

“Görünüş olarak,” dedim merakını gidermek için. Söylemek istediğim birkaç şey daha vardı aslında. Ama söylemeye hakkım olmayacak gibiydi. Onlar bana kalacaktı. 

“Gözlerinin bozulduğu kesin o halde,” dediğini duydum. 

Gülmek istedim. Şayet Memet muzip bir sesle söylese kahkaha bile atacaktım belki de. Ama sesi düzdü, sakindi. Tanıdığım Memet’in heyecanı, şakacılığı yoktu. Bu beni gülümsetmezdi. 

Aklıma uğursuz bir düşünce sızdı hep bu anı bekliyormuş gibi. Üç yıl önce. Üç yıl önce de Halime Hanım blöf mü yapmıştı?

Nikah gecesi konuşacağına emindim. Konuşacak gibi bakmıştı. Memet’le evlenmemem için her şeyi yapabilirdi sonuçta. Ama konuşmamıştı. Blöftü. Dün gece blöftü ama ya üç yıl önce? O da gerçekten blöf müydü? Beni yeterince korkuttuklarından sonra gitmeseydim, dün geceki gibi yine susar mıydı? 

Ben kendi kendime mi kaybetmiştim? Mem’i böyle mi kaybetmiştim?

“Ciddi değildim.”

Memet’in söylediği beni geri getirdi ana. “Ne?”

“Gözlerin hakkında. Ciddi değildim.”

Hozan’ı ona benzettim diye en son bana gözümün bozuk olduğunu söylemişti. Sessizliğimi ona yormuş olmalıydı. “Alınmamıştım. Haklı olduğumu biliyorum.”

Memet’in beli ağrımış olmalıydı. Sesli bir nefes vererek çöktü yere. Sırtı bana dönük oturmuştu. Kerem’i yere bıraktı. “Biraz da emekle bakalım.” Kerem hemen emekleme pozisyonu almıştı. Memet elini oğlumun ayaklarına attı. “Üşümüş.” Kalktı. Dolaba doğru gidecekti. Kerem ağlamaya başladı. “Geleceğim hemen.” Memet dolaba ilerledi ama Kerem susmadı. Ardından giderken bir yandan da ağlıyordu. 

Onun ağlama sesiyle Mir ağzını göğsümden çekmişti. “Seni göremiyor,” dedim Memet’e. “Yere koyduğun için.” Bunu bana İshak söylemişti. Ona göre Kerem ardımızdan bu yüzden ağlıyordu. İçimi çektim. “Ondan ağlıyor.”

Memet dönüp Kerem’i kaldırdı. “Buradayım,” dedi kendini göstermek istercesine. Kerem’i tek koluna oturtur gibi göğsüne yasladı. Dolaptan bir çift çorap çıkarttı. Benden tarafa bakmadan eski yerlerine dönüp oğluma çorapları giydirmeye başladı. 

Baksaydı bana görürdü. Benim nasıl tutulmuş onları izlediğimi görürdü. 

Mir’in ağzı göğsüme doğru aranıyordu. Ona dönüp göğsümün ucunu tutmasını sağladım. Gözündeki uykunun sarhoşluğuna geri döndü. Küçük küçük emerek uyudu. 

Kerem yerde emekleyerek Memet’ten gidip gidip ona dönüyordu. Her gelişinde Memet oğlumu kucağına oturtuyor, Kerem yine yere ellerini uzatarak iniyordu. Uzaklaşıyor, dönüp Memet’e bakarak gülüyor, nihayet ona dönüyordu. Yine kendine bir oyun tutturmuştu. 

Yorgun gözlerime oğlumun gülüşü bulandı huşuyla. Mir uyumuştu. Onu göğsümden ayırdım. Yatağa doğru sırtımı uzatıp, kapadığım göğsümün üzerine uzattım. Sırtına hafif ritimlerle vurarak okşadım. Gazı çıkınca yatıracaktım beşiğe. Daha Kerem’i uyutmam gerekti. Üzerimi değiştirmemiştim. 

Yorgundum. Mir’in gazı çıkarsa her işimi yapıp uyuyabilecektim. Hafif mırıltısını duydum. Sadece duymuştum. Gözlerim ne ara kapanmıştı bilmiyordum. Elimi yavaşlattım. 

Şimdi kalkacaktım aslında. Biraz sonra… Kalkmam gerekecekti. Belki bi’ beş dakika sonra.

☀️☀️☀️

Kerem’in oyunu ileri geriden çıkmıştı. Odanın her yanına gitmek istiyordu. Ben her yere dönemezdim. Zühre’nin emzirdiği kısım bana yasaklıydı. 

Rahatsız olacaktı. Olmayacak olsa Mir’le konuşur gibi beni uyarmazdı. Ardımı dönmemi istemiyordu. Biz birbirimize yasaklıydık. 

Sadece çocuklar için yapılmış bir evlilik. İlerisi olmayacaktı. Olamazdı. 

Yarım saati aşkın bir sessizlikte Zühre’nin emzirmeyi bitirdiğini söylemesini bekliyordum. Uzun sürmüştü bu defa. Uzun ve sessiz. 

Kerem beni geçmesin diye ayak bileğinden tutup kendime doğru çektim. Kucağıma oturttum. “Yoruldun. Yeter.”

Yorulmuş gibi bakmıyordu. Ellerini yukarı aşağı sallayarak onu bırakmamı istediğini gayet açık belli ediyordu. “Beşiğe koysam yatar mı?” diye sordum. Zühre’nin cevap vermesini bekledim. Hiçbir yanıt gelmedi. “Sana sordum,” dedim belki Kerem’le konuştuğumu sanmışsa. Yine cevap vermedi. “Zühre?” Birkaç saniye daha yanıtsız kaldığımda hafifçe başımı çevirdim. Zühre uzanmıştı. “Zühre?” Kerem’le kalktım ayağa. Yatağa doğru yaklaştım. 

Zühre göğsüne yatırdığı oğlumla uyumuştu. 

Bir eli Mir’in sırtında, onu kendinde tutmaya çalışır gibi duruyordu. Mir ise ellerini boynunun girintisinde birleştirmiş, yarım açık ağzıyla Zühre’nin göğsünden kendine dünyanın en rahat yastığını yapmış, uykuya teslim olmuştu. Huzurlu görünüyorlardı. 

Huzur onlar gibi görünüyordu. 

Seslenmek gerekti. Ama Zühre’nin göğsü öyle usulca Mir’le yükselip alçalıyordu ki rüyalar aleminde rahat olduğunu hissettim. “Anne uyumuş Kerem.” Kerem elini yumruk yapmışsa da işaret parmağını çıkartmış, ağzına sokuşturmuştu. Onu beşiğine bıraktım. Yatağa dönüp Mir’i yavaşça kaldırdım. Zühre derin bir iç çekişle kıpırdandı. Uyanacak sandım. Yan dönüp bacaklarını karnına çekerek uyumaya devam etti. Belli ki iyi yorulmuştu. Mir’i beşiğe koymak için döndüğümde Kerem’i yanlış beşiğe koyduğumu fark etmiştim. 

Mir’i de o beşiğe götürdüm. Oturan Kerem’in yanına uzattım. “Ellemeden dur,” dedim uyarımdan anlamasını umarak. Zerre anlamamıştı. Mir’in örtüsüne elini atıp çekmişti. “Cız,” derken buldum kendimi. Kerem bana baktı. Bu uyarıyı annesinden tanıyordu. “Cız,” diye tekrar ettim. Yatağa doğru dönüp kendi tarafımda kalan örtüyü kaldırıp Zühre’nin üstüne attım. Örtünün kalanı onun altındaydı. Beşiğe dönüp Kerem’i aldım. Onu da yerine götürüp bıraktım. Sallamak için uzatmaya çalıştım. Direndi. 

Zühre’nin yatağın köşesinde kalan yazmasını alıp beşiğin üzerine örttüm. Sallamaya başladım. Örtüyü bir el darbesiyle yüzüne düşürdü Kerem. Altında debelenerek yüzünü kurtardı. Bana bakıyordu. “Uyumayacaksın?” dedim çabasını görmezden gelemeyeceğimi anladığımda. “Gel o zaman,” diyerek kucağıma aldım. Yere inmek istiyordu. Bunun için mızırdanacağını anladığımda Zühre’nin yeni kavuştuğu uykusu bölünmesin diye odadan çıktım. Mutfağın ışığını yanıyordu. Kızlar hâlâ orada yarına hazırlık yapıyor olmalılardı. Oraya doğru ilerledim. Bu kez ne hakkında konuştuklarını anlamadım. Beni gördükleri gibi de susmuşlardı. 

“Abi?” diye sordu Zelal. Gözü Kerem’e doğru kaydı. 

“Oğlana yiyecek bir şeyler hazırla,” diyerek oturdum tek boş sandalyeye. 

Birkaç çeşit kuruyemişi paketlerinden çıkartmış, karıştırıyorlardı. Teyzemin kızları da küçük poşetlere dolduruyorlardı. Birazını çayla servis edecek, kalanını dağıtacaklardı gelenlere. 

Zelal elindeki poşeti ters çevirmiş boşaltırken mırıldandı. “Annesi niye ilgilenmiyor? Kapanmış odaya kaç saattir…”

Zelal ona bakmamla sözünü tamamlamamışsa da diyeceğinin anlaşıldığını biliyor, ardında duruyordu. 

“Mir’e bakıyor,” dedim. “Yengen,” diye ekledim biraz uyarıcı sesle. Bana bakan kızlarda gezdirdim gözümü. “Güzel konuşmasını bilmiyorsanız susun.”

Kızlar birbirlerine baktılarsa da en büyük kuzenim sormuştu. “Biz ne dedik ki abi?”

Ona Zelal’e baktığım sertlikte bakmıştım. Ne konuştuklarını bilemeyecek kadar saçma konuşmamaları için azarlamak istedim. Onları azarlasam teyzem alınacak, eniştem gücenecekti. Ondan sebep açıkça kızmayacaksam da yanlışlarının üzeri kapalı kalmamalıydı. “Ailenize yakışacak şekilde davranın. Çocuk değilsiniz artık. Hangi söz kime edilir, ağırlığı nedir öğrenin. Kalbiniz kırılmasından benden yana. Ama siz de kimsenin kalbini kırmayın bir daha.”

Kızlar uyarıldıklarını anlamışlar, savunulacak bir yan bulamamış gibi birbirlerine bakıp işlerine devam etmişlerdi. Bir daha yüzlerini kaldırıp benden tarafa bakamayacak gibilerdi. Zelal öyle değildi. “Bu neydi şimdi abi? Bir de eline terlik alıp hizaya dizseydin bizi?”

“O da olacak bu gidişle,” dedim kardeşime bakarak. “Oğlana yiyecek hazırla diyeli kaç saat oldu?”

Elindeki boşalan poşeti bırakıp tavırlı bir dönüşle dolabı açtı. Bir kaseye biraz yoğurt koydu. İçine ekmek doğrayıp şekerle karıştırdı. Başka bir tabağa sıcak su koyup yoğurt kasesini o tabağın içine koydu. “Yoğurt soğuk. Karnı ağrır. Ilımasın diye koydum,” dedi yarım ağız. İşine döndü. 

Dayımlar yarın geleceklerdi. Kızları da muhtemelen onlarla gelirdi. Mutfağa yardımda sorun çıkmayacak gibiydi. “Çok oyalanmayın. Erken yatın,” diyerek yoğurt kasesini alıp çıktım mutfaktan. Salona doğru geçtim. Karanlık salonun ışığı yaktığım gibi kanepede uzanan Baver doğrulmuştu. Gözünü ışığa kırpıştırırken kulağındaki telefona sonra arayacağını söyleyerek kapattı. 

“Kim bu saatte?”

“Arkadaş.” Telefonu cebine sıkıştırdı. “Tabak bana galiba.”

Karşısına oturdum. “Arkadaşla konuşacak saat mi?”

Tabağa alacaklı gözüyle bakmış, beğenmemiş olacak geri çekilmişti. “Kim kızdırdı seni? Hesabı ona kes. Valla ben yorgunum,” diyerek gerindi. 

Kerem’i tek bacağıma oturttum. Önüme sehpa çekip tabağı oraya koydum. İçindeki kaşığa biraz alıp oğlanın ağzına verdim. Tahmin ettiğim gibi acıkmış, yemişti. 

Baver oturduğu yere uzanıp Kerem’in ağzının kenarındaki kalan yoğurta elini sürdü. “Tadı güzel mi la?” Parmağındaki yoğurdu diline sürdü. “Aey,” dedi iğrenir gibi. “Çi şîrîn e?*(Ne tatlı?)” diye söylendi. 

Kerem’in çenesine dek taşan yoğurdu sildim parmağımın ucuyla. Bir kaşık daha verdim. O beğeniyor olmalıydı. Hızlı hızlı yiyordu. “Dayımları yarın Hozan getirsin.”

Başını salladı sırtını uzanır gibi arkaya dayayıp bacaklarını aralık tutarak otururken. “Kurbana Şiyar abi yardım edecek,” dedi esnerken. “Halam gelinini de getirecekmiş. Halamı aldıktan sonra yol üstü yengeyi de alır, öyle geliriz.” Dediğine güldü. “Şiyar îşev nikare razê*(Şiyar bu gece uyuyamayacak.)”

Gülümsedim dediğine. Şiyar bizim aşiretten bir kızı epey istemişti. Başta yaşı küçük diyerek bekletmişlerdi belki vazgeçerse diye. Şiyar vazgeçmemişti. Gerçekten istediğini belli etmiş, sonunda muradına ermişti. Kız tarafı kabul etmişti nişanı. Gözüne uyku girmezdi tabii. Yarınki kalabalık vesilesiyle küçük nişandan sonra ilk kez görüşmüş olacaklardı. Güzel heyecanların zamanıydı bunlar. 

Ben yaşamamıştım. 

Tüm heveslerim, heyecanlarım Zühre’den sonra benden alınmıştı. Belkıs’la nişan yapıldıktan kısa süre sonra düğünümüz olmuştu. O süreçte hiç görüşmemiştik. Sabah ailesiyle annemi görmeye geliyordu. Çeyizler düzüyorlardı. Alışverişlere çıkıyorlardı. Ben çoğunda işimin başında oluyordum. Onları benim getirip götürmem icap etse de işimin yoğun olduğunu bildiklerinden Baver’in eşlik etmesine razı oluyorlardı. 

Ben Belkıs’ı düğüne kadar doğru dürüst görmemiştim. Heves etmemiştim. Şiyar en güzel heyecanlarını sevdiğinde yaşıyordu. Şanslıydı. 

“Zarok êş kişand*(Çocuk acı çekti),” dedi Baver. 

Elimdeki kaşığı henüz vermediğim için elini tabağa uzatan Kerem’in yoğurda bulanan parmaklarını tuttum. İkimizi de iyi batırmıştım. Misafirler için bir paket peçete köşede dururdu. Baver oradan birkaç tane verdi. Temizledim. 

Karşımıza oturdu Çakal. Oğlanı yedirirken bir süre konuşmamışsa da konuşma yapacağını biliyordum. “Nasıl gidiyor?” diye sordu.

Neyi sorduğunu anlamıştım. 

“Normal,” dedim geçiştirmek için. “İşleri de bir gün sor böyle.”

“Xwedê razî be*(Allah razı olsun,)” diyerek elini kanepenin koluna asılı ceketine attı. “Unutuyorduk telaştan.” Aşina olduğum kırmızı defteri çıkarttı. “Nikah cüzdanı. Verirsin Yenge Hanım’a.”

Kerem’e bir kaşık daha verip tabağı sehpaya bıraktım, defteri aldım. Fotoğrafların olduğu yeri açıp baktım. 

Zühre… Artık Zühre Merxas. 

Kapattım defteri. “Eyvallah.”

Kanepenin kenarındaki yastığı kaldırıp karton bir kutu çıkarttı. “Nikah sırasında amcam mehir olarak istemiş,” dedi içinden birkaç kadife kutu çıkarırken. “Amcam bir de geline benden diye sipariş verdi,” diyerek bir kutu daha çıkartı. Altındakini gösterdi. “Bu da babamdan. Verirsin artık. Benden çıktı.”

Kutuları çektim önüme. “Eksik var mı?” Yüzüme teessüf içinde baktı. Abartı bir teessüf. “Çıkart.”

“Abimden çalacak değilim,” dedi alınmış gibi bir sesle. “1974’ten beri alengirli tek işe el atmamışım, atmam.”

Zaten 74 doğumluydu. Neyin oynuydu? “Çıkart dedim Çakal.”

“Abi ayıp oluyor,” dedi Kerem’i göstererek. “Çoluk çocuk beni yanlış tanıyacak.”

“Çakal. Aratma kuyumcuyu.”

Ceketinin cebine attı elini. İki burma bilezik çıkarttı. “Ayıp ha,” dedi kutuların üstüne koyarken. “Babamın hediyesinden aldım. Mehire dokunmamıştım.”

Koluna vurmak için öne atıldım. Geriye attı kendini vuruşumdan kurtulmak için. Kendini korumak için kaldırdığı bacağına geldi elim. “Bir hırsızlığın kalmıştı. Komik mi? Şerefsiz!”

“Yav babama diyecektim yarın. Gelinine eksik gitti hediyen tamamla diye. Size olan bir şey yok.” Bir kez daha vurdum dediğiyle. Güldü. “Şaka yaptım yav. Benim hediyem diye verecektim.”

Bir düzgün işi yoktu. Babam niye hep ona veriyordu böyle işleri anlamıyordum. “Sabah ararım kuyumcuyu. Başka bir dalavere yok değil mi?”

“Yok. Yüzük gelecek yarına. O kadar.” Biraz öteye kaydı. “Yazıklar olsun. Şakadan anlamıyorsunuz hiç.” Elini bozulan saçına attı düzeltmek için. “Çoluk çocuğa kötü örnek oluyorsun.”

Ona kim kötü örnek anlasın diye baktım. Sabır çekip kaseye daldırdığım kaşığı Kerem’e verdim. Doymuş olmalı. Ağzını kaçırdı. Yahut kutular daha çok ilgisini çekmişti. Birini kucağına verdim ağır kapağı açamayacağını bilerek. 

Bir peçete alıp batan yerleri sildim. Kerem’in elbisesinin önünde kaşığın yarısı vardı. Orayla uğraşırken konuştu Çakal. “Kafanda ne var abi?”

Ona doğru baktım başımı çevirmeden. “Eve şifresini bilmediğin bir kasa koymak.”

Güldü abartı bir sesle. “Şifre kırmak bizim işimiz. Geç sen onu. Çocuklardan bahsediyorum.”

“Çocuklara olacak bir şey yok.”

“Kerem’i istemez mi ailesi?”

Boynunu silen elim duraksadı. “Annesinin yanında. İsteyen gelir görür.”

“Abim,” dedi oturduğu yerde öne kayarak ciddi bir sesle. “Nasıl ki biz Mir’i vermek istemeyiz. Onlar da Kerem’i…”

“Uykun yok ha Baver?” dedim sözünü keserek. “Mutfakta kızlara yardım et o zaman.”

“Konuşmaktan kaçıyorsun da yarın hepsi burada. Konu açılırsa nasıl kaçacaksın?”

Kirli peçeteleri birleştirip sehpaya bıraktım. “Ne istiyorsun oğlum sen? Ne yapayım?”

“Ne bileyim? Hazırlıklı ol işte her lafa. Bir şey de. Onda karar kılıp ardında duralım. Ne yapacağı bilelim, ona göre milletin üzerine gidelim.”

Baver’in haklı olduğunu biliyordum. Çok kez doğru konuşmasa da ağzını açtı mı bazen en doğru konuşan o geliyordu. “Kimse oğlundan ayrılmayacak Baver. Bunu bil yeter. Benden Mir’i isteyemedikleri gibi…” dedim Kerem ayağa kalkmak için gömleğime asılırken. Onu desteledim kalkması için. “…Zühre’den de Kerem’i alamazlar,” dedim ayağa kalkan oğlanı kol altından tutarken. 

Kollarını sallayan oğlana baktı Baver gülümseyerek. “Şirin de bir şey ha,” dedi başıyla Kerem’i işaret ederek. “Yolla bana. Seveyim biraz.”

“İşine bak,” dedim peçeteleri kasenin içine atarken. 

Birden kalktığı gibi oğlana atıldı Baver. Aldığı gibi de salondan fırlayıp çıktı. Kerem’in nefesi teklemiş, hıçkırır gibi bir nefese dönmüştü. Önümdeki sehpayı çektim. “Çakal!” Kalkıp çıktım peşlerinden. 

Baver iki eliyle oğlanı yanlarından tutup havaya kaldırmıştı. “Vınnn…” diyerek uçak uçurur gibi yaparken araba sürme sesi çıkartıyor, oğlanla avluda dolanıyordu. 

Kerem iki elini ağzına sokuşturmak üzere kahkaha atmıyor olsa durdurup alacaktım. Eğlendiğini gördüğüm için karışmamaya çalıştım. “Düzgün tut. Koşma! Önüne bak.”

Baver’in bir kulağından giriyorsa sesim diğerine uğramadan geri çıkıyor olacak takmıyordu beni. Oturma odasından annemle teyzem çıktı önce. “Şerme*(Ayıptır),” dedi annem Baver’e hoşnutsuzca bakarken. Baver onu da dinleyecek gibi değildi. 

“Şermmm… Vınnnn…” diyerek dolanmaya başlamıştı. 

Teyzem bir şey demeden annemin peşinden gitti. Artlarından sosin yengem çıktığında Baver durmuştu yorulmuş gibi. Yengem bize bakmasa da çatılı kaşlarıyla sesten rahatsız olduğunu belli etmişti. Doğrudan üst kata çıktı. 

“Geç oldu. Ses yapma,” diyerek uzandım oğlana. Baver terlemişti. “Sabah da erken kalk.”

Çakal, Kerem’in hâlâ gülen yüzüne elinin içini vurmuştu yavaşça. “Gülme lan. Azarı ben yiyorum.”

Salondan ceketini alıp yaylana yaylana çıktı üst kata. Ben de salondaki altın kutularını üst üste koyup odaya döndüm. Zühre hâlâ uyuyordu. Kutuları baş ucuna koydum sabah görmesi için. Kerem’le kendi tarafıma geçtim. “Uyuyacak mısın artık?”

Beşiğe bıraktım. Üzerine Zühre’nin örtüsünü örtüp sallamaya başladım. Örtüyü çeken el olmayınca yorulduğunu anlamıştım. Bir süre salladım. Sesi soluğu çıkmayınca örtüyü araladım. Yan dönmüş, uyumaktaydı. Battaniyesini üzerine çekip beşiği sallanmakta bıraktım kendi kendine yavaşlayıp duracak şekilde. Mir’in üzerini kontrol ettim. Zühre diğer yana döndüğü için örtünün tamamı altında kalmıştı. Dolaptaki yedek battaniyelerden aldım. Işığı kapadım. Kendi tarafıma yatarken gerdiğim battaniyeyi yatağa düzleyecek şekilde bıraktım. Kendimi geriye attım. 

Omzum omzuna sürttü. 

Karanlıkta yatağın ortasına doğru dönmüş olmalıydı. Nefesi omzumun köşesine vuruyor, tüy dokunuşuymuşçasına naif naif ısıtıyordu. 

Derin bir nefes alıp verdim. Omzuma alnı yaslandı şimdi. Kıpırdayamadım. 

Uyuyorsun Zühre. Huzurlu bir uykudasın. Yanımdasın. Nefesin tenime değecek kadar yakınımdasın. 

Uyuyorsun Zühre. Rüyanda kiminlesin bu defa? Alnını kimin omzuna yaslıyor, sıcaklığınla kimi ısıtıyorsun?

Isınıyorum Zühre.

Kıpırdadım hafifçe. Ona ardımı dönüp karanlığa verdim yüzümü. Kapadım gözlerimi. Daha da karardı her yer. O karanlıkta ısınmış omzum serinliğe tutuldu. Üşümeye başladı.

Üşüyorum Zühre.

☀️☀️☀️

Görüşmek üzere Akşam Güneşi ☀️

4.7 9 Oylar
Article Rating
Abone
Bildir
guest

7 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Yazgül
Yazgül
2 ay önce

Kaçıncı okuyuşum bilmiyorum ama yine aynı heyecanı veriyor

LAL
LAL
2 ay önce

tek sorun halime hanım sanki zöhre yapma

LAL
LAL
2 ay önce

ee dön arkanı ısın be reis

Mehri
Mehri
2 ay önce

BVD’yi okuduktan sonra Memet ve Zühre’ye bakış açım değişti ya.

Şerife
Şerife
2 ay önce

Ciddi değildim.”
Ah canım cıgerım kıyamıyorda🤧

Şerife
Şerife
2 ay önce

Baver ne dedı sıfre kırmak bızım ısımız mı dedııı

Emine
Emine
2 ay önce

Zühre şarkı olsa yok bana bu cihanda olurdu memet ise ali Cabbar olurdu kesin (üzgünüm memet sanadkxkskxkskx aşığım ama)

Scroll to Top
7
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın.x